Son İletiler

#1
T.C.
ADALET BAKANLIĞI
Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü
Bilirkişilik Daire Başkanlığı
Sayı : E-80584529-650[650.04.7.2019]-7/6092
Konu : Bilirkişilik Temel Eğitimi


KOCAELİ BAROSU BAŞKANLIĞINA

İlgi : 21.2.2024 tarihli ve E-61442642-799-1241 sayılı yazınız.
26.02.2024

 İlgi yazı ile bilirkişilik temel eğitimlerinin düzenlenmesinin mümkün olup olmadığı ve ne zaman düzenlenebileceği hususunda bilgi talebinde bulunulduğu anlaşılmıştır.

 3.8.2017 tarihli ve 30143 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliğinin "Eğitim kuruluşlarına izin verilmesi" başlıklı 33 üncü maddesinin iptali istemiyle Bakanlığımız aleyhine açılan davada, Danıştay Onuncu Dairesinin 26.11.2020 tarihli ve E:2017/2621, K:2020/5474 sayılı kararı ile dava konusu maddenin iptaline karar verilmiştir. Bu karar, temyiz incelemesi sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 14/02/2022 tarihli ve E:2021/1632, K:2022/452 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.

 İdari Yargılama Usulü Kanunun "Kararın Sonuçları" başlıklı 28 inci maddesi çerçevesinde iptal kararı gereği göz önünde bulundurularak Bilirkişilik Yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir. Söz konusu çalışmaların tamamlanmasının ardından bilirkişilik temel eğitimlerine başlanacaktır.
 
 Bilgilerini rica ederim.

 Abdulkadir KUTLUK
 Hâkim
 Bakan a.
 Daire Başkan
#2
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

Esas No       : 2023/1857
Karar No      : 2023/3305




Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki davacılar ile davalılardan Çiğdem Z. tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Yeliz Aziz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

1- Davacı hissedarların temyiz isteminin incelenmesinde;

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının REDDİNE,

2- Davalı ihale alıcısı Çiğdem Z.'in temyiz isteminin incelenmesinde;

Davacı hissedarların Sulh Hukuk Mahkemesine başvurularında, sair fesih iddiaları ile beraber, satış ilanının davacılara usulüne uygun tebliğ edilmediğini ileri sürerek, tapunun 7 ve 12 parselinde kayıtlı taşınmazlara ilişkin 19.01.2022 tarihinde gerçekleşen ihalelerin feshini talep ettikleri, İlk Derece Mahkemesince, davanın reddi ile davacılar aleyhine ihale bedellerinin % 1'i oranında para cezasına hükmedilmesine karar verildiği, kararın davacı hissedarlar ile davalı ihale alıcısı tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, davacılar Ergun T., Feridun T., Ferruh T. ve Kevser T.'nün istinaf başvurularının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle, adı geçen davacıların ihalenin feshi talebinin kabulüne ve dava konusu taşınmazların ihalelerinin feshine, diğer davacıların ihalenin feshi taleplerinin reddi ile bu davacılar aleyhine dava konusu ihale bedellerinin % 1'i oranında para cezasına hükmedilmesine, davaları reddedilen bu davacıların istinaf başvurularının ise esastan reddine karar verildiği, kararın davacı hissedarların tamamı ile davalı ihale alıcısı tarafından temyiz edildiği görülmüştür.

Bölge Adliye Mahkemesince bir kısım davacının istinaf başvurusunun kabulü; dava konusu satış dosyasında davacı hissedarlardan Ergun T., Feridun T., Ferruh T. ve Kevser T. adına çıkartılan satış ilanı ve kıymet takdir raporu tebligatlarının, ihale olunan taşınmazlarda paydaş olan diğer hissedar Seher T. imzasına tebliğ edilmesi nedeniyle adı geçen hissedarlarla diğer hissedar Seher T. arasında menfaat çatışması bulunduğu kabul edilerek hasım konumunda bulunan Seher T.'ye yapılan satış ilanı tebliğ işlemlerinin usulsüz olduğu gerekçesine dayandırılarak, İİK'nın 127. maddesi gereğince bu davacılar yönünden davanın kabulüne hükmedildiği anlaşılmıştır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 39. maddesinde; "Bu kanun hükümlerine göre kendilerine tebliğ yapılması caiz olan kimselerin o davada hasım olarak alakaları varsa muhatap namına kendilerine tebliğ yapılamaz" hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme gereğince kendisine tebligat çıkarılan kişi ile, bu kişi adına tebligatı alan arasında menfaat çatışmasının bulunması halinde, tebliğ işleminin hasma tebliğ nedeniyle TK'nun 39. maddesi hükmüne aykırı olmakla usulsüz olduğundan bahsedilecektir.

Ancak ortaklığın giderilmesi davaları, müşterek veya iştirak halinde mülkiyete tabi menkul ya da gayrimenkul mallardaki ortaklığın sona erdirilmesine ilişkindir ve bu davalarda usul hukukunun öngördüğü anlamda bir husumet bulunmayıp, her paydaşın payı oranında davanın sonucu üzerinde hakkı vardır. Bu cümleden olmak üzere somut uyuşmazlığın incelenmesinde; Ergun T., Feridun T., Ferruh T., Kevser T. ve Seher T.'nün, ortaklığın giderilmesi davasında davalı tarafta yer alan Celal T.'nün mirasçıları oldukları, adı geçenlerin, ihalenin feshi davasında da aynı tarafta davacı olarak yer aldıkları, alacaklı ya da borçlu sıfatlarının da bulunmadığı anlaşılmakla, buna göre davacılar Ergun T., Feridun T., Ferruh T. ve Kevser T. ile adı geçenlere çıkartılan satış ilanı tebligatlarını alan davacı Seher T. arasında menfaat çatışmasının bulunduğundan söz edilemez.

O halde Bölge Adliye Mahkemesince; davacılar Ergun T., Feridun T., Ferruh T. ve Kevser T.'ye çıkartılan satış ilanı tebligatlarının, TK'nun 16. maddesi gereğince usulüne uygun olduğunun kabulü ile sair fesih iddiaları da yerinde olmadığından, adı geçenler yönünden de istinaf başvurularının esastan reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Davalı ihale alıcısının temyiz itirazlarının kabulü ile, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesinin 07.11.2022 tarih ve 2022/2207 E. - 2022/2451 K. sayılı kararının 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nın 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nın 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, yatırılan temyiz peşin harcının istek halinde yatıranlara iadesine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 11.05.2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#3
T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO   : 2023/1587
KARAR NO   : 2024/400



Yukarıda tarih ve numarası yazılı ilk derece mahkemesi kararının Dairemizce istinaf yoluyla tetkikinin istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden Dairemize gönderilmiş olup, dava dosyası için düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:

Davacı vekili dava dilekçesi ile özetle :  " . İcra Müd.2016/***** Esas sayılı dosyasının 20.09.2023 tarihli kararının İptali için başvurumuzu yapıyoruz. İcra dosyamızda . Parsel no:14 sayılı taşınmaz yönünden 09/09/2021 tarihli karar ile satış talebinin ve masrafın kabulü ile satış isteme sürelerinin kesilmesine dair karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda satış işlemleri usulüne uygun bir şekilde devam etmiştir. Taşınmazın Kıymet takdiri yapılmıştır. Taşınmazın satışı için  İİK.100.maddeye yarar bilgiler  ilgili yerlerden istenilmiştir. Taşınmazın satışı için satış günü almak amacı ile  19.09.2023 tarihinde İcra Müdürlüğüne  bulunduğumuz talep ise 20.09.2023 tarihli karar ile reddedilmiştir.   İcra Müdürlüğü kararında; 24/11/2021 tarih ve 7343 Sayılı Kanunun 33. maddesiyle İcra İflas Kanununa eklenen geçici 18. Maddede "İcra İflas Kanunu 106. Madde uyarınca çıkarılacak tarifenin yürürlüğe girdiği tarihten önce satış talep edilmiş olmasına rağmen kıymet takdiri ile muhafaza ve satış giderlerinin tamamının yatırılmadığı hallerde bu tarifenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde tarifede belirlenen giderlerin yatırılması zorunludur. Bu süre içerisinde giderler peşin olarak yatırılmazsa satış talebi vaki olmamış sayılır." hükmü gerekçe olarak gösterilmiştir. Bu karar ile satış talebimizin ve taşınmaz üzerindeki haczimizin kaldırılmasına karar verilmiştir. Ancak ekte sunduğumuz Kayseri BAM 5.Hukuk Dairesi 2023/724 Esas ve 2023/715 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere "İİK'nın 106/6.fıkrasında "satış talebiyle birlikte peşin olarak yatırılan miktarın satış işlemleri sırasında yetersiz kaldığı anlaşılırsa icra müdürlüğü tarafından satış isteyene 15 günlük süre verilir ve bu sürede eksik miktar tamamlanmazsa satış talebi vaki olmamış sayılır" düzenlemesi yine aynı kanunun geçici 18.maddesinin 2. Fıkrasının 1. bendinde '' Uygulamaya geçilen il ve ilçelerde, geçiş tarihinden sonra haczedilen mallar hakkında, bu maddeyi ihdas eden Kanunla değiştirilen 87, 106 ve 110 uncu madde hükümleri uygulanır. Geçiş tarihinden önce haczedilen mallar hakkında ise değişikliklerden önceki hükümler ile ilga edilen hükümlerin uygulanmasına devam olunur.'' düzenlemesi yer alır. Bu durumda eksik satış avansının tamamlattırılması için tarafımıza herhangi bir bildirim yapılmadan ve süre verilmeden, Taşınmaz üzerinde dosyamız üzerinden konulan haczin hükümsüz kalması ve satış talebinin de vaki olmamış sayılması usul ve yasaya uygun bir karar değildir. Kaldı ki; İlgili kanun maddesinde   "satış talebi vaki olmamış sayılır" denmesine rağmen  İcra Müdürlüğü Taşınmaz üzerindeki haczin kaldırılmasına da karar vermiştir. İcra müdürlüğü kararının kaldırılarak taşınmaz üzerindeki haczimizin ve satış kararımızın devamı yönünde karar verilmesi için başvurumuzu yapıyoruz. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerden dolayı . İcra Müd.2016/***** dosyası 20.09.2023 tarihli kararının İptaline  karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ederim." denilerek şikayetlerinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:

'' Şikayetin reddine,'' şeklinde karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davacı vekili istinaf  dilekçesinde  özetle: ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :

Dava konusunun Şikayete yönelik olduğu İcra Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu  anlaşılmakla ;

Alacaklı tarafından 20/08/2021 tarihinde satış talep edildiği ve icra  müdürlüğünce "Taşınmaz üzerine 28/08/2020 tarihinde haciz şerhi konulduğu, alacaklı vekili tarafından taşınmazın satışı 20/08/2021 tarihinde talep edildiği ve Müdürlüğümüzce 3.000,00-TL satış avansının yatırılması halinde hak düşürücü sürelerin kesilmesine karar verildiği, satış avansının 31/08/2021 tarihinde depo edildiği, 28/08/2021 tarihinin Cumartesi gününe denk geldiği, 30/08/2021 tarihinin ise Zafer Bayramı olması nedeniyle resmi tatil olduğu, bu nedenle alacaklı vekilinin 31/08/2021 tarihinde depo etmiş olduğu satış avansının süresinde yapıldığı anlaşılmakla Müdürlüğümüzün 08/09/2021 tarihli haczin düştüğüne dair alınan karardan dönülmesine, taşınmaz yönünden yatırılan satış avansının süresinde depo edildiğinin kabulüne ve hak düşürücü sürelerin kesilmesine,''  kara verildiği, 30.11.2021 tarihinde yayımlanan 7343 Sayılı Kanun ile İİK. madde 106 ve 110'da değişikliklerin yapıldığı, buna göre değişiklik sonrası madde 106/3 maddesinde "Satış talebiyle birlikte kıymet takdiri ve satış giderlerinin tamamının peşin olarak yatırılması zorunludur." hükmünün yer aldığı, 7343 Sayılı Kanunun 33. maddesiyle  İcra İflas Kanununa geçici madde 18'in eklendiği, geçici madde 18/2 gereğince 106. ve 110. maddelerde yapılacak değişikliklerin 111/b maddesinin uygulanmasına ilişkin yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlanacağı, bu yönetmeliğin de 08.03.2022 tarihinde yürürlüğe girdiği, geçici madde 18/2'nin 4. bendinin 2. paragrafında "106 ncı madde uyarınca çıkarılacak tarifenin yürürlüğe girdiği tarihten önce satış talep edilmiş olmasına rağmen kıymet takdiri ile muhafaza ve satış giderlerinin tamamının yatırılmadığı hâllerde bu tarifenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde tarifede belirlenen giderlerin yatırılması zorunludur. Bu süre içinde giderler peşin olarak yatırılmazsa satış talebi vaki olmamış sayılır." hükmünün yer aldığı, tarifenin de 08.03.2022 tarihinde yürürlüğe girdiği, buna göre tarifenin yürürlüğe girmesinden önce satış talep edilmiş ve tamamı yatırılmamışsa tarifede yer alan ücretin 08.03.2023 tarihine kadar yatırılması gerektiği, 120 sayılı "Olağanüstü Hal Kapsamında Yargı Alanında Alınan Tedbirlere İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi" gereğince icra takiplerinde sürelerin 6/2/2023 (bu tarih dâhil) tarihinden itibaren 6/4/2023 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durduğu bu kapsamda 16.05.2023 tarihine kadar tarife yer alan 5.780,00 TL satış masrafının tamamlanması gerektiği, davacı her ne kadar kendisine muhtıra çıkarılması gerektiğinden bahsetmişse de yukarıda işaret edildiği üzere geçiş düzenlenmesinde muhtıra çıkarılmasına ilişkin bir hüküm olmadığı, bu kapsamda icra müdürlüğünün muhtıra çıkarmak yükümlülüğünün de olmadığı, mevzuattan kaynaklanmayan bir yükümlülüğün icra müdürlüğüne yüklenemeyeceği, dolayısıyla icra müdürlüğünün 20/09/2023 tarihli kararının hukuka uygun olduğu görülmekle şikayetin reddine dair ilk derece mahkemesinin kararında yapılan incelemede; anılı yasada satış masraflarının tamamlanması için alacaklıya süre verilmesine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıllık sürede masrafın yatırılmadığı değerlendirildiğinde, süresinde yasaya uygun satış istenmediğinden ve satış gerekleri yerine getirilmediğinden haczin düşmesine karar verilmesi yerindedir. Açıklanan sebeplerle Davacı vekilinin istinaf sebepleri kabul edilmemiştir.

İlk Derece Mahkemesinin istemin reddine ilişkin kararı usûl ve esas yönünden hukuka uygun olup, HMK'nın 353/1(b)-1. maddesi uyarınca duruşma yapılmadan dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilerek aşağıdaki yazılı hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Dosya kapsamı, delil durumu ve takip dosyası içeriğine göre . İCRA HUKUK MAHKEMESİ'nin 2023/394 Esas 2023/372 Karar sayılı kararında vakıa ve hukuki değerlendirmesi usûl ve esas yönünden hukuka uygun olup, HMK'nun 353/1(b)-1. maddesi uyarınca duruşma yapılmadan dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde istinaf başvurusunun esastan REDDİNE,
...........
...........
Dair; dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda tarafların yokluğunda miktar itibariyle kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.28/02/2024
#4
Harç & Vergi Uygulamaları / Tehiri İcra Kararı Sonrası Har...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 22 Mart 2024, 12:23:40
İstanbul BAM 20. HD. T:25/10/2023, E:2022/2390, K:2023/3476 "İcra müdürlüğünün şikayete konu edilen 25.03.2021 tarihli kararı ile teminat mektubunun borçluya iadesi için  haricen tahsil edilen miktar yönünden %9.10 oranında harç alınması gerektiği karara bağlanmış olup, yukarıda açıklandığı üzere haricen tahsil edilen tutar üzerinden % 4,55 oranında harç alınması gerekmekle, icra müdürlüğünün haricen tahsil edilen miktar yönünden %9.10 oranında harç alınması gerektiğine yönelik kararı yerinde değildir. Yine;  ceza evi harcının sorumlusu  alacaklı olup,  ceza evi harcı borçludan tahsil edilemez. İcra dosyasına sunulan teminat mektubu tehir-i icra kararı getirmek üzere ibraz edilmekle aslında tahsilat hükmü taşısa da, alacaklı vekilinin haricen tahsil beyanı karşısında borçluya iadesi zorunlu hale gelmiştir.  Takip alacağının haricen tahsil edilmesi ve ceza evi harcının sorumlusunun alacaklı olması nedeniyle teminat mektubunun borçluya iadesinin ceza evi harcı ödenmesi şartına bağlayan icra müdürlüğü işlemi de usul ve yasaya aykırıdır ( Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesi 2020/783 Esas 2021/1277 Karar, Yargıtay 12 Hd  2021/8402 Esas 2022/1394 Karar)"
#5
Yönetmelikte yapılan değişiklik nedeniyle artık yediemin ücreti kademeli değil mahcuzun yedieminden çıkarıldığı tarihte yürürlükte bulunan güncel tarife dikkate alınarak hesaplanır.


21 Aralık 2023 PERŞEMBE
Resmî Gazete
Sayı : 32406
YÖNETMELİK

Adalet Bakanlığından:

LİSANSLI YEDİEMİN DEPOLARI YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

MADDE 1- 23/8/2016 tarihli ve 29810 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Lisanslı Yediemin Depoları Yönetmeliğinin 26 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "depoda fiili olarak kaldığı tarihlerde" ibaresi "muhafazasının hitam bulduğu tarihte" şeklinde, aynı fıkrada yer alan "tarifeleri" ibaresi "tarifesi" şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 2- Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 4- (1) Bu maddeyi ihdas eden Yönetmelikle değiştirilen 26 ncı maddenin üçüncü fıkrası, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra muhafazası hitam bulan mallar için uygulanır."

MADDE 3- Bu Yönetmelik 1/1/2024 tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 4- Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür.
#6
İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku / Belirsiz Alacak Davasında Bozm...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 12 Mart 2024, 22:27:24
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/9-186
Karar No       : 2023/240



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                : Bursa 8. İş Mahkemesi
TARİHİ                          : 26.10.2022
SAYISI                          : 2022/355 E., 2022/309 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 21.02.2018 tarihli, 2017/2915 Esas
                                         ve 2018/3683 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki İşçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 8. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararından sonra Mahkemece Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararının gereği yerine getirilerek yeniden direnme kararı verilmiştir.

3. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

4. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

5. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Sağlık Bakanlığına bağlı B. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde alt işveren şirketlerin işçisi olarak 01.05.1999 tarihinde çalışmaya başladığını, çalışmasının hâlen devam ettiğini, ücretinin 2010 yılının Ocak ayında 4857 sayılı İş Kanunu'nun 22 nci ve 62 nci maddelerindeki düzenlemelere aykırı olarak işverenin tek taraflı iradesiyle düşürüldüğünü, müvekkilinin ücreti 2009 yılında asgari ücretin 1,30 katı iken 2010 yılı Ocak ayı ve sonrasında ücrette düşüşler yapılarak bu düşürülen ücretlere asgari ücret artışlarının uygulandığını ve bu şekilde eksik ücret ödendiğini, ayrıca müvekkilinin veri hazırlama ve kontrol işleri elemanı olmasına rağmen eleman yetersizliği sebebi ile .. Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Defterdarlık 6 nolu D.S. Saymanlığında görev yapan maliye personelleriyle aynı işi yaptığını, muvazaa nedeni ile başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılması gerektiğini ve davalı Sağlık Bakanlığının 6772 sayılı Kanun kapsamında bir kamu kuruluşu olması nedeniyle ilave tediyeden de yararlandırılması gerektiğini ileri sürerek ücret farkı ve ilave tediye alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı

6. Davalı Sağlık Bakanlığı (Bakanlık) vekili cevap dilekçesinde; davacının ücretinin düşürülmediğini, yeni ihale kapsamında yapılan hizmet alım sözleşmesi ile ücretin değiştirildiğini, öte yandan müvekkilinin davada taraf sıfatının bulunmadığını, ihale makamı olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemenin Birinci Kararı

7. Bursa 8. İş Mahkemesinin 28.05.2015 tarihli ve 2014/374 Esas, 2015/353 Karar sayılı kararı ile; davacının ücretinin işveren tarafından tek taraflı olarak düşürüldüğü, Bölge Çalışma Müdürlüğü (BÇM) tarafından yapılmış bir muvazaa tespiti yok ise de davacı tanığının anlatımlarından davacının görevinin dışında hastanenin asıl işlerinde de çalıştırıldığının anlaşıldığı, alt işveren işçileri üstlenilen iş dışında başka bir işte çalıştırılmaları halinde asıl işveren işçisi olarak kabul edileceğinden alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaa kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle davacı talebi ile bağlı kalınarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

8. Bursa 8. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 16.09.2015 tarihli ve 2015/29660 Esas, 2015/15324 Karar sayılı kararı ile davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, "... 2-...Somut olayda davacı tarafından; davalı Sağlık Bakanlığının alt işverenlerinde çalışan işçiler 2009 yılında asgari ücretin yaklaşık %30 üzerinde ücret alırken, 2010 yılından itibaren işveren tarafından yapılan tek taraflı bir işlemle bu ücretin asgari ücretin %5 fazlası seviyelerine indirildiği belirtilerek, bunun çalışma koşullarında esaslı değişiklik anlamına geldiği ve bu değişikliğin usulüne uygun şekilde yapılmamasından dolayı geçerli olmayacağı, dolayısı ile dava tarihine kadar geçen sürede oluşan ücret farkının ödenmesi gerektiği iddia edilmiştir. Davalı taraf işçilerin ücretlerinde indirim yapıldığını kabul etmiştir. Yukarıdaki ilke kararında detaylı şekilde açıklandığı üzere; iş sözleşmesinin esaslı unsurlarından olan ücret unsurunda işçi aleyhine yapılacak bir değişikliğin geçerli olabilmesi için bunun 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunun anlamı ücrette yapılacak indirimin yazılı olarak işçiye bildirilmesi üzerine işçinin de bu değişikliği altı iş günü içerisinde yazılı olarak kabul etmesi durumunda ücrette yapılacak değişiklik geçerli hale gelir. Hizmet sözleşmesinin esaslı unsurlarında yapılacak değişikliğin kabulü işçi tarafından yazılı bir muvafakat bildirimi ile yapılabileceği gibi taraflar arasında imzalanacak yeni bir hizmet sözleşmesi vasıtası ile de yapılabilir. Bu şekilde yapılmayan değişikler geçerli değildir. Somut olayda davalı veya alt işverenleri tarafından davacı işçinin ücretinde yapılan indirim için işçiden yazılı bir muvafakat alınmadığı; fakat dava konusu edilen sürede değişen bazı alt işverenler ile davacı arasında hizmet sözleşmeleri imzalandığı anlaşılmaktadır. Davacı ile alt işverenler arasında imzalanan ve ücret miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmeleri 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesi kapsamında ücrette yapılan indirimi işçinin yazılı olarak kabul ettiğini gösterir ve bu tarihten itibaren ücrette yapılan indirim geçerli hale gelir. Yapılacak iş; davacının ücretinde indirim yapılan tarih ile davacı ile davalı idarenin alt işverenleri arasında yapılan ve maaş miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmesinin tarihi arasındaki dönemde davacının ücretinde yapılan indirime muvafakatının olmadığı kabul edilerek, bu dönem için oluşacak ücret farkı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.

Diğer bir husus ise işçinin ücret indirimini yazılı olarak kabul etmediği dönemde oluşacak ücret farkının daha açık bir anlatımla miktarının nasıl belirleneceğidir. Yapılacak iş; öncelikle davacının ücretinde indirim yapılmadan önceki ücret miktarı rakamsal olarak belirlenmelidir. Yani davacının ücreti, indirim yapılmadan önce asgari ücretin %30 fazlası ise bunun rakamsal karşılığı bulunmalı, asgari ücrette yapılan artışlar dikkate alınmaksızın bu rakam sabit tutulmalı ve ücrette indirim yapıldığı dönemden sonra aldığı miktar, bu rakamdan çıkartılmak suretiyle ücret farkı alacağı olarak hesaplanmalıdır. Örneğin 2009 yılının ikinci yarısında asgari ücret brüt 693,00 TL. olup, ücret olarak bu miktarın %30 fazlasını alan bir işçinin ücreti aylık 900,90 TL. olacaktır. Aynı işçinin ücreti 2010 yılının ilk yarısında asgari ücretin %8 fazlası seviyesine indirilmiş ise bu işçinin asgari ücretin brüt 729,00 TL. olduğu 2010 yılının ilk yarısında alacağı ücret miktarı aylık 787,32 TL. olacaktır. Bu işçinin 2010 yılı ilk altı ayı için, aylık ücret farkı alacağı, 2009 yılı ikinci yarısında alınan ücretten 2010 yılında alınan ücret çıkartılmak suretiyle (900,90-787,32=113,58 TL.) bulunmalıdır. Değişen her dönem için, alınması gereken ücret seviyesinde asgari ücrete bağlı bir güncelleme yapılmadan ücret miktarı indirim yapılmadan önceki seviyeye gelene kadar, bu hesaplama tekrar edilmelidir. Örneğin asgari ücretin brüt 796,00 TL. olduğu 2011 yılının ilk yarısı için bu işçinin asgari ücretin %8 fazlası ile çalıştığı kabul edilirse bu işçi aylık 859,68 TL. ücret alacak ve 2011 yılının ilk altı ayı için aylık olarak oluşacak ücret farkı alacağı (900,90(indirim yapılmadan önceki ücret miktarı)-859,68 (hesaplama yapılan dönemde alınan ücret miktarı) =41,22 TL.) olacaktır. Bilirkişi tarafından bu hesaplama şekli yerine ücrette indirim yapılmadan önce alınan miktarın asgari ücrete oranının esas alınarak, asgari ücrette yapılan artışlarla alınması gereken ücretin güncellenmesi ve farkın güncel olan bu miktara göre belirlenmesi suretiyle hesaplama yapması doğru değildir. Nitekim dava konusu döneme ilişkin ücret seviyesine bağlı olarak yapılacak alacak hesaplamalarında da bu hususa dikkat edilmelidir.

Mahkemece; tüm bu hususlar gözetilmeksizin düzenlenen hatalı bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle karar verilmiş olması doğru olmayıp bozma nedenidir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

10. Davacı vekili 04.11.2015 tarihli dilekçesi ile maddi hataya dayalı bozma kararının düzeltilmesini talep etmiştir.

11. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 25.11.2015 tarihli ve 2015/40190 Esas, 2015/23288 Karar sayılı kararı ile; "...Dosya ve eklerinin yeniden incelenmesinde davanın davacı işçinin ücretinin rızası alınmaksızın düşürüldüğü, bu nedenle yapılan işlemin geçersiz olduğundan bahisle ücret farkı alacağı talep edildiği, talebin mahkemece kabul edildiği, kararın Dairemizce bozulduğu, Dairemiz bozma kararı incelendiğinde hükme esas alınan bilirkişi raporundaki hesaplama şeklinin yanlış olduğu, bunun yerine işçinin ücretinde indirim yapılmadan önceki son ücreti rakamsal olarak belirlenerek, işçinin sonraki yıllarda aldığı ücretlerin o yıllardaki asgari ücret artış oranı dikkate alınmaksızın son alınan ücret sabit tutulmak suretiyle arasındaki fark karşılaştırılarak hesaplanması gerektiğinin belirtildiği, oysa bu ifade şeklinin hatalı olduğu hesaplamada her yıl için davacının alması gereken ücretin asgari ücret artış oranları dikkate alınarak belirlenmesinin gerektiği. Dairemizin anılan kararının hesaplama şekli itibarıyla maddi hataya dayandığı görülmekle ortadan kaldırılmalı davalının 28/05/2015 tarihli karara yönelik temyiz itirazları yeniden incelenmelidir.

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1- Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2-...Taraflar arasında uyuşmazlık konusu, çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

İş hukukunun en tartışmalı alanlarından biri çalışma koşullarının tespiti ile bu koşulların uygulanması, değişiklik yapılması, en nihayet işçinin kabulüne bağlı olmayan değişiklik ile işverenin yönetim hakkı arasındaki ince çizginin ortaya konulmasıdır.

İş hukuku, işçi hakları yönünden sürekli ileriye yönelik gelişimci bir karaktere sahiptir. Bu anlayıştan hareket edildiğinde, işçinin haklarının iş ilişkisinin devamı sırasında daha ileriye götürülmesi, iş hukukunun temel amaçları arasındadır. Çalışma koşulları bakımından geriye gidişin işçinin rızası hilafına yapılamaması gerekir.

İş ilişkisinden kaynaklanan ve işin yerine getirilmesinde tabi olunan hak ve borçların tümü, "çalışma koşulları" olarak değerlendirilmelidir.

4857 sayılı İş Kanununun 22 nci maddesindeki, "işveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir" şeklindeki düzenleme, çalışma koşullarındaki değişikliğin normatif dayanağını oluşturur.

Çalışma koşullarının değişikliğinden söz edebilmek için öncelikle bu koşulların neler olduğunun ortaya konulması gerekir.

Sözü edilen 22 nci maddenin yanı sıra Anayasa, yasalar, toplu ya da bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ile işyeri uygulamasından doğan işçi ve işveren ilişkilerinin bütünü, çalışma koşulları olarak değerlendirilmelidir.

İş sözleşmesinin esaslı unsurları olan işçinin iş görme borcu ile bunun karşılığında işverenin ücret ödeme borcu, çalışma koşullarının en önemlileridir. Bundan başka, işin nerede ve ne zaman görüleceği, işyerindeki çalışma süreleri, yıllık izin süreleri, ödenecek ücretin ekleri, ara dinlenmesi, evlenme, doğum, öğrenim, gıda, maluliyet ve ölüm yardımı gibi sosyal yardımlar da çalışma koşulları arasında yerini alır. İşçiye özel sağlık sigortası yapılması ya da işverence primleri ödenmek kaydıyla bireysel emeklilik sistemine dahil edilmesi de çalışma koşulları kavramına dahildir.

Borçlar hukukunda olduğu gibi iş hukukunda da genel kural sözleşme serbestisidir. Taraflar iş ilişkisinde dikkate alınması gereken kuralları yasalarla belirlenen emredici hukuk kurallarına aykırı olmamak kaydıyla serbestçe belirleyebilirler. 1475 sayılı Yasada, yazılı sözleşmede bulunması gereken unsurlar gösterildiği halde, 4857 sayılı Kanunda bu yönde bir kurala yer verilmemiştir. Bu noktada iş sözleşmesinde bulunması gereken öğeler yönünden de bir serbestinin olduğu söylenebilir. Çalışma koşullarında değişikliğe dair sözleşmenin kural olarak yazılı biçimde yapılması gerekmez.

Uygulamada, yazılı olarak yapılan iş sözleşmelerinde çoğunlukla işçinin yerine getireceği iş, unvanı, ücret ve ekleri belirtilmekle birlikte, çalışma koşullarının tespitine yönelik ayrıntılı düzenlemelere yer verilmemektedir. Bu noktada çalışma koşullarının tespiti ve değişikliğin yapılıp yapılmadığı konularında ispat sorunlarını beraberine getirmektedir. Çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik yapıldığı konusunda ispat yükü işçidedir.

Çalışma koşullarını belirleyen faktörler arasında yukarıdan aşağıya doğru bir sıralama yapmak gerekirse; Anayasa, kanunlar, toplu iş sözleşmesi, bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ve işyeri uygulamaları bir bütün olarak çalışma koşullarını belirler. Çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar piramidinin üst sıralarında mutlak emredici olarak düzenlenen bir hususun, işçi lehine olsa dahi daha alt sıradaki kaynaklarla değiştirilmesi mümkün değildir. 4857 sayılı Yasanın 21 inci maddesinin son fıkrası hükmü bu konuda örnek olarak verilebilir. Feshin geçersizliğinin tespiti üzerine işverenin bir aylık işe başlatma süresi, işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırı ile boşta geçen sürenin en çok dört ayla sınırlı olduğu yönündeki hükümler yasada mutlak emredici olarak belirlenmiş ve işçi lehine de olsa değişiklik yolu kapatılmıştır.

Yasanın 22 nci maddesinin ikinci fıkrasında, çalışma koşullarının, tarafların karşılıklı uzlaşmaları ile değiştirilmesinin her zaman mümkün olduğu kurala bağlanmıştır. Çalışma koşullarında değişiklik konusunda işçinin rızasının yazılı alınması yasa gereğidir. Aynı zamanda işverence değişiklik teklifinin de yazılı olarak yapılması gerekir. İşçi çalışma koşullarında yapılmak istenen değişikliği usulüne uygun biçimde yazılı olarak ve süresi içinde kabul ettiğinde, değişiklik sözleşmesi kurulmuş olur. İşçinin değişikliği kabulü, sadece bu işlem yönünden geçerlidir. Bir başka anlatımla işveren işçinin bir kez vermiş olduğu değişiklik kabulünü, daha sonraki dönemlerde başka değişiklikler için kullanamaz.

İşçinin değişikliği kabul yazısının işverene ulaşma anına kadar bu değişiklikten vazgeçmesi mümkündür. Yazılı olarak bir kabul olmamakla birlikte işçinin değişikliği kuşkuya yer vermeyecek biçimde kabul anlamına gelen davranışlar içine girmesi halinde, işçinin bu davranışı 22 nci maddenin ikinci fıkrası anlamında, çalışma koşullarında anlaşma yoluyla değişiklik olarak değerlendirilmelidir. İşyerinde müdür unvanını taşıyan bir işçinin daha alt bir göreve verilmesi ve işçinin bu yeni görevini benimseyerek çalışması durumu buna örnek olarak verilebilir.

Yapılan değişiklik önerisi, altı işgünü içinde işçi tarafından yazılı olarak kabul edilmediği sürece işçiyi bağlamaz. Bu sürenin geçirilmesinden sonra, işçinin değişiklik önerisini kabul etmesi, işçi tarafından işverene yöneltilen yeni icaptır. İşveren iş sözleşmesini ancak altı işgünlük sürenin geçmesinden sonra feshedebilir. İşçinin altı işgünü geçmesinden sonra yaptığı kabul beyanı üzerine işverenin iş sözleşmesini feshi, kendisine yöneltilen yeni icap beyanının örtülü olarak reddi anlamına gelir.

İşçi çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmez ve işyerinde çalışmaya devam edilirse, değişiklik gerçekleşmemiş ve sözleşme eski şartlarla devam ediyor sayılır. Bu durumda işveren, değişiklik teklifinden vazgeçerek sözleşmenin eski şartlarda devamını isteyebilir ya da çalışma koşullarında değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak koşulu ile sözleşmeyi feshedebilir.

Somut olayda davacı tarafından; davalı Sağlık Bakanlığının alt işverenlerinde çalışan işçiler 2009 yılında asgari ücretin yaklaşık %30 üzerinde ücret alırken, 2010 yılından itibaren işveren tarafından yapılan tek taraflı bir işlemle bu ücretin asgari ücretin %5 fazlası seviyelerine indirildiği belirtilerek, bunun çalışma koşullarında esaslı değişiklik anlamına geldiği ve bu değişikliğin usulüne uygun şekilde yapılmamasından dolayı geçerli olmayacağı, dolayısı ile dava tarihine kadar geçen sürede oluşan ücret farkının ödenmesi gerektiği iddia edilmiştir. Davalı taraf işçilerin ücretlerinde indirim yapıldığını kabul etmiştir. Yukarıdaki ilke kararında detaylı şekilde açıklandığı üzere; iş sözleşmesinin esaslı unsurlarından olan ücret unsurunda işçi aleyhine yapılacak bir değişikliğin geçerli olabilmesi için bunun 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunun anlamı ücrette yapılacak indirimin yazılı olarak işçiye bildirilmesi üzerine işçinin de bu değişikliği altı iş günü içerisinde yazılı olarak kabul etmesi durumunda ücrette yapılacak değişiklik geçerli hale gelir. Hizmet sözleşmesinin esaslı unsurlarında yapılacak değişikliğin kabulü işçi tarafından yazılı bir muvafakat bildirimi ile yapılabileceği gibi taraflar arasında imzalanacak yeni bir hizmet sözleşmesi vasıtası ile de yapılabilir. Bu şekilde yapılmayan değişikler geçerli değildir. Somut olayda davalı veya alt işverenleri tarafından davacı işçinin ücretinde yapılan indirim için işçiden yazılı bir muvafakat alınmadığı; fakat dava konusu edilen sürede değişen bazı alt işverenler ile davacı arasında hizmet sözleşmeleri imzalandığı anlaşılmaktadır. Davacı ile alt işverenler arasında imzalanan ve ücret miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmeleri 4857 sayılı İş Kanunun 22. maddesi kapsamında ücrette yapılan indirimi işçinin yazılı olarak kabul ettiğini gösterir ve bu tarihten itibaren ücrette yapılan indirim geçerli hale gelir. Yapılacak iş; davacının ücretinde indirim yapılan tarih ile davacı ile davalı idarenin alt işverenleri arasında yapılan ve maaş miktarının yazılı olduğu hizmet sözleşmesinin tarihi arasındaki dönemde davacının ücretinde yapılan indirime muvafakatının olmadığı kabul edilerek, bu dönem için oluşacak ücret farkı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.

Diğer bir husus ise işçinin ücret indirimini yazılı olarak kabul etmediği dönemde oluşacak ücret farkının daha açık bir anlatımla ücretin miktarının nasıl belirleneceğidir. Yapılacak iş; öncelikle davacının ücretinde indirim yapılmadan önceki ücret miktarı rakamsal olarak belirlenmelidir. Yani davacının ücreti, indirim yapılmadan önce asgari ücretin %30 fazlası ise bunun rakamsal karşılığı bulunmalı, asgari ücrette yapılan artışlar dikkate alınarak yapılan ödemeler düşüldükten sonra varsa fark alacaklarını hüküm altına almaktan ibarettir. Davacının ücret indirimini kabul ettiği dönemler için ise İş Kanununun 22. maddesini uygulanma imkanı bulunduğundan bu dönem sonrası için alınması gereken ücret buna göre belirlenip yapılan ödemeler karşılaştırılarak varsa farkın hüküm altına alınabileceği gözetilmelidir. Ayrıca ücrete bağlı olarak hesaplanması gereken diğer alacaklar da alınması gereken bu ücrete göre hesaplanmalıdır.

Mahkemece; tüm bu hususlar gözetilmeksizin düzenlenen hatalı bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle karar verilmiş olması doğru olmayıp bozma nedenidir..." gerekçesiyle Dairenin 16.09.2015 tarihli ve 2015/29660 Esas, 2015/15324 Karar sayılı kararının kaldırılmasına, Mahkeme kararının yukarıda yazılı sebepten bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemenin İkinci Kararı

12. Mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulduktan sonra yapılan yargılama sırasında davacı vekili tarafından sunulan 05.05.2016 tarihli dilekçede; bilirkişi raporu doğrultusunda toplam 8.520,00 TL ilave tediye alacağının talep edilen ilk kısım için dava, artırılan kısım için artırım tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

13. Bursa 8. İş Mahkemesince bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda verilen 26.05.2016 tarihli ve 2015/784 Esas, 2016/355 Karar sayılı karar ile; 25.04.2016 tarihli bilirkişi ek raporunun bozma kararında açıklanan ilkeler ve hesaplama yöntemine göre düzenlendiğinden ek rapora itibar edildiği, davacı vekilinin ek rapordan sonra 05.05.2016 tarihinde harçlandırılmış artırım dilekçesi ile dava dilekçesinde talep ettiği ilave tediye alacağının miktarını artırarak 8.520,00 TL ilave tediye alacağının yasal faizi ile tahsilini talep ettiği, davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesine göre açılmış belirsiz alacak davası olduğu, bozmadan sonra yapılan yargılama safahatında talep artırımı yapılmasının mümkün olduğu, açıklanan sebeple davacı vekilinin bozma ilâmı sonrası sunmuş olduğu ilave tediye alacağına ilişkin artırım dilekçesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

14. Bursa 8. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

15. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 21.02.2018 tarihli ve 2017/2915 Esas, 2018/3683 Karar sayılı kararı ile davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, "2- Bozmadan sonra davacı vekili tarafından ıslah yoluna gidilerek ilave tediye ve ücret farkı alacakları ıslah edilmiş, Mahkemece bozmadan sonra yapılan ıslaha itibar edilerek hüküm kurulmuştur.

Dairemizin önceki uygulamalarında usulü bozmalar ile hesap raporu alınmadan reddedilen alacaklara ilişkin olarak bozmadan sonra ıslah yapılabileceği kabul edilmekteydi.

Bozmadan sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu' nun 06/05/2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararı ile "Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04/02/1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK.nın değiştirilmesine gerek olmadığına" karar verilmiştir.

Yargıtay Kanunu' nun 45/5. maddesi "İçtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerine ve Adliye Mahkemelerini bağlayacağı" hükmünü içermektedir.

Yargıtay Kanunu'nun 45/5. maddesi karşısında Dairemizce "Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin 06/05/2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararına uygun karar verilmesi gerekmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece bozma kararından sonra yapılan ıslaha değer verilerek karar verilmesi HMK.nun 177/1. maddesinin "Islah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir" hükmü ile "Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04/02/1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK. nın değiştirilmesine gerek olmadığına ilişkin 06.05.2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı YİBK" karşısında isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

16. Bursa 8. İş Mahkemesinin 14.10.2021 tarihli ve 2018/91 Esas, 2021/656 Karar sayılı kararı ile; davanın belirsiz alacak davası olması nedeni ile dava konusu alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı tarafça iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın dava dilekçesinde belirtilen miktarı artırabileceği, davacının bozma kararı sonrasında harcını yatırıp artırım dilekçesi vererek talebini artırdığı, bunu engelleyen yasal bir düzenleme bulunmadığından talep artırım dilekçesine değer verilerek hüküm kurulduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

17. Bursa 8. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.06.2022 tarihli ve 2022/9-177 Esas, 2022/888 Karar sayılı kararı ile; "...24. Bu genel açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemenin 28.05.2015 tarihli ve 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı birinci kararında, davacının brüt 8.971TL ücret farkı ile brüt 9.755TL ilave tediye ücreti alacaklarının olduğu yönünde tespit yapılmış olmakla birlikte talep ile bağlı kalınarak davanın kabulü ile her bir alacak yönünden brüt 2.000 TL üzerinden hüküm kurularak fazlaya ilişkin kısım saklı tutulmuş olup bu karar davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece hesaplama yöntemi bakımından bozulmuştur.

25. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda verilen 26.05.2016 tarihli ve 2015/784 E., 2016/355 K. sayılı ikinci kararda, davanın kısmen kabulü ile brüt 594TL ücret farkı ile brüt 8.520 TL ilave tediye alacağının kabulü ile fazlaya ilişkin kısmın reddine karar verilmiş, bu kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece bozmadan sonra yapılan ıslaha değer verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

26. Özel Dairenin bozma kararı sonrasında mahkemece, davanın belirsiz alacak davası olması nedeni ile dava konusu alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğu anda davacı tarafça iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın dava dilekçesinde belirttiği miktarı artırabileceğinden davacının talep artırım dilekçesine değer verilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı kararında direnilmiştir.

27. Mahkemece usulen direnmeye konu edilmesi gereken hüküm, Özel Dairenin "bozma kararından sonra yapılan ıslaha değer verilerek karar verilmesinin hatalı olduğu" gerekçesi ile bozduğu 26.05.2016 tarihli ve 2015/784 E., 2016/355 K. sayılı ikinci karar olması gerekir iken, Özel Dairenin birinci bozma kararı ile ortadan kalkan 28.05.2015 tarihli ve 2014/374 E., 2015/353 K. sayılı birinci karar esas alınarak bu hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

28. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca usulüne uygun direnme kararından bahsetme imkânı olmadığı ve ön sorunun bulunduğu kabul edilmiştir.

29. O hâlde usule uygun olmayan direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir..." gerekçesiyle sair temyiz itirazları incelenmeksizin direnme kararının usulden bozulmasına karar verilmiştir.

18. Bursa 8. İş Mahkemesinin 26.10.2022 tarihli ve 2022/355 Esas, 2022/309 Karar sayılı kararı ile; usuli hatalar düzeltilerek önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

19. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

20. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 05.05.2016 tarihli dilekçenin ıslah mahiyetinde mi yoksa talep artırım mahiyetinde mi değerlendirileceği; buradan varılacak sonuca göre mahkemece birinci bozma kararından sonra sunulan 05.05.2016 tarihli dilekçeye hukuki değer atfedilerek hüküm kurulup kurulamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

22. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Belirsiz alacak ve tespit davası" başlıklı 107 nci maddesinin 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." düzenlenmesi bulunmakta iken 7251 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile madde başlığı "Belirsiz alacak davası"; ikinci fıkrası "(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır." şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.

23. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

24. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

25. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek "etkin hukukî koruma"nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir." şeklindeki açıklamayla alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.

26. Bu kıstaslar; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

i. Davacının kendisinden beklenememesi,

ii. Bunun olanaksız olması,

iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

27. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

28. Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Pekcanıtez, Hakan: Belirsiz Alacak Davası, 2011, s. 26-31).

29. Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil, kesin talep sonucu esas alınmalıdır (Pekcanıtez, s. 56).

30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesinin ikinci fıkrası ile tahkikatın sona ermesine kadar davanın başında belirtilen talebin artırılabileceği kabul edilmişken, 7251 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle talep sonucunun belirlenmesi mümkün olduğunda hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacının talebini artırabileceğine dair düzenleme yapılmıştır.

31. Somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde, davasının belirsiz alacak davası olduğunu ve 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesine dayandığını belirterek fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı olmak üzere şimdilik her biri 2.000,00 TL üzerinden toplam 4.000,00 TL ücret farkı ve ilave tediye alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Mahkemece Özel Dairenin 25.11.2015 tarihli birinci bozma kararına uyulduktan sonra yapılan yargılama sırasında sunulan 05.05.2016 tarihli talep artırım dilekçesi ile de dava konusu alacağın belirlenebilir hâle geldiğini belirterek tamamlama harcı yatırmak suretiyle ilave tediye alacağı miktarını artırmış olup, Mahkemece bu tutarın hüküm altına alınmasını istemiştir.

32. Bu noktada belirtmek gerekir ki belirsiz alacak davasında dava konusu alacağın tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı taraf iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın dava dilekçesinde belirttiği miktarı artırabileceğinden bozma kararı sonrasında da artırım dilekçesi vererek tamamlama harcı yatırılmak suretiyle talebini artırılabilmesi mümkündür. Zira bunu engelleyen yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.

33. O hâlde, Mahkemece birinci bozma kararına uyularak yapılan yargılamada davacı vekili tarafından sunulan 05.05.2016 tarihli talep artırım dilekçesine değer verilerek hüküm kurulması yerindedir.

34. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

35. Ne var ki, bozma nedenine göre alacağın miktarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

36. Diğer taraftan, dava tarihi 19.06.2014 olduğu hâlde direnme kararının başlık kısmında 02.11.2015 olarak hatalı yazılmış ise de bu yanlışlık mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

IV. SONUÇ

Açıklanan sebeplerle,

Direnme uygun bulunduğundan alacağın miktarına ilişkin davalı vekilinin temyiz itirazının incelemesi yapılmak üzere dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,

22.03.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
#7
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

Esas No       : 2023/1816
Karar No      : 2023/2171



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                       : Ankara 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                                 : 15.03.2022
SAYISI                                 : 2021/1070 - 2022/343

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 29.12.2022 tarihli ve 2022/12179 Esas - 2022/14287 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkikinin davalı/alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi .... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı üçüncü kişi, mülkiyeti kendisine ait 06 .U 1443 plakalı aracın haczedildiğini belirterek, istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı alacaklı, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece yapılan ilk yargılama sonucunda, davanın kabulüne ilişkin verilen karar, davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 21.03.2018 tarihli ve 2016/2410 Esas, 2018/9745 Karar sayılı ilamı ile;  .V 1443 plakalı aracın trafiğe ilk kayıt edildiği tarihten itibaren tüm devir ve intikallerini gösterir biçimde trafik tescil kayıtlarının getirilmesi, ondan sonra dosyadaki diğer deliller dikkate alınarak karar verilmesi gerektiğinden bahisle karar bozulmuştur. Mahkemece, haczin borçlu şirketin adresinde yapılmadığı, her iki şirketin ortağı aynı olmakla birlikte, faaliyet alanlarının ve ticaret sicil adreslerinin farklı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.06.2021 tarih, 2021/1805 Esas, 2021/5105 Karar sayılı kararı ile, bozma ilamında davaya konu aracın plakası maddi hata yapılarak 06 .U 1443 yerine 06 .V 1443 olarak belirtildiği, mahkemece de maddi hata yapıldığı fark edilmeksizin yanlış araca ilişkin tescil kayıtları getirtilerek karar verildiği, davaya konu  .U 1443 plakalı aracın trafiğe ilk kayıt edildiği tarihten itibaren tüm devir ve intikallerini gösterir biçimde trafik tescil kayıtlarının, ithal edilip edilmediğinin tespiti ile ithal edilmiş ise buna ilişkin gümrük kayıtlarının, ithal edilmemişse satımına ilişkin ana bayi-alt bayi belgelerinin (fatura vs), üretim tarihinden davacı üçüncü kişi eline geçtiği tarihe kadar ki tüm belgelerin getirilmesi, bu doğrultuda elde edilen bilgilerin dosyada bulunan diğer delillerle birlikte değerlendirilerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle karar bozulmuştur.

Mahkemece bozma ilamına uyularak,  .U 1443 plakalı aracın trafiğe ilk kayıt edildiği tarihten itibaren tüm devir ve intikallerini gösterir biçimde trafik tescil kayıtlarının celp edildiği, aracın 24.09.2012 tarihinde üçüncü kişi adına tescil işleminin yapıldığı, şirket adına kaydının devam ettiği, her ne kadar şirketlerin yetkilileri ortak olsa da; adresleri ve faaliyet alanları farklı olduğundan borçlu şirketin borcu için diğer şirketin malları haczedilemeyeceği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizin 29.12.2022 tarih, 2022/12179 Esas, 2022/14287 Karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş, karara karşı davalı alacaklı vekili karar düzeltme isteğinde bulunmuştur.

Dava, üçüncü kişinin İİK'nın 96 vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.

Türk Medeni Kanunu'nun 47/1. maddesinde tüzel kişiler, kendilerini oluşturan kişi veya mal topluluklarından bağımsız ve ayrı kişilikler olarak tanımlanmıştır. Tüzel kişiler süreklilik arz eden ortak bir amacı gerçekleştirebilmek için ortaklarından ayrı ve bağımsız bir kişiliğe sahip olduğundan, malvarlıkları da ortaklarının malvarlığından ayrıdır. Bu nedenle, ortaklığın alacaklılarına karşı sadece ortaklığın sorumlu olacağına dair sınırlı sorumluluk ilkesi kabul edilmiştir Ancak uygulamada, sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü yükümlülükler ile borçlardan ve sorumluluklardan kurtulmak için tüzel kişiliğin bir araç olarak kötüye kullanıldığı ve kişilerin tüzel kişilik perdesinin arkasına sığındığı istisna da olsa bazen görülebilmektedir.

Tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisinin amacı ise, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin kötüye kullanılarak hukuki sorumluluktan kaçınmayı önlemek, hakkaniyeti sağlamaktır. Temelini Medeni Kanun m. 2'de düzenlenmiş olan dürüstlük kuralından alan bu teori ile uygulamada şirketlerin tüzel kişiliğin perdesine sığınarak alacaklılarına borçlarını ödemelerinden kaçınmalarına engel olmaktadır. Perdeyi aralamak teorisiyle, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin kötüye kullanıldığı durumlarda farklı tüzel kişilik savunması kabul edilmeyerek perdenin arkasındaki kişi sorumlu tutulabilmektedir. Başka bir anlatımla perdeyi aralama teorisiyle birlikte tüzel kişinin borcundan üyelerin, üyelerin borcundan tüzel kişinin ya da ana ortaklıkla yavru ortaklıkların özdeş kılınarak sorumlu tutulmasına olanak sağlanmaktadır. (Coşkun Koçak, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması 1. Uluslararası Ticaret Sempozyumu 02 Şubat 2008 Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını s.h.58)

Dava konusu 29.5.2015 tarihli haciz, dayanak ilamda yazılı borçlu adresinde, borçlu şirket yetkilisi huzurunda yapılmıştır. Haciz tarihinde bu yer üçüncü kişinin ticaret sicil adresindeki adresi olsada borçlunun haciz adresinden borcun doğumundan sonra 17.12.2014 tarihinde ayrılmış olup borçlu bu tarihe kadar aynı adreste üçüncü kişi ile birlikte faaliyet gösterdiği anlaşılmıştır. Öte yandan, farklı bir icra dosyasında borçlunun taşındığı adreste yapılan hacizde anılan adresin uzun süredir boş olduğu tespit edilmiştir. Haciz adresinde 29.1.2016 tarihinde yapılan başka bir haciz sırasında ise, borçlu şirkete ait evrak bulunmuş olup anılan evrakların borçlu şirketin haciz adresinden ayrılmasından sonraki bir tarihe ilişkin olduğu görülmüştür. Bunun yanında, ticaret sicil kayıtlarına göre, borçlu ile üçüncü kişi şirket ortak ve yetkilileri aynı kişiler olup faaliyet alanları birbirini tamamlayacak şekilde araç alım-satım ile sigortacılık işlemlerine ilişkindir. Ayrıca, işçi alacaklarından kaynaklı takiplerde borcun doğum tarihi dava tarihi olmayıp akdin fesih tarihidir. Dava konusu araç, üçüncü kişi adına kayıtlı ise de, tescilin borcun doğumundan sonra yapıldığı görülmüştür. Bu durumda, borçlu ile üçüncü kişi arasında danışıklı işlemler yapıldığı, tüzel kişiliğin perdesine sığınarak alacaklılarına karşı borçlarını ödemekten kaçınıldığı anlaşılmış olduğundan davanın reddine karar vermek gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.

Belirtilen nedenlerle hükmün bozulması gerekirken, onandığı anlaşıldığından karar düzeltme isteminin kabulüne karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davalı alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 29.12.2022 tarih, 2022/12179 Esas, 2022/14287 karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nın 366 ve HUMK'nın 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.03.2023 gününde oy birliğiyle karar verildi.
#8
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

Esas No       : 2022/11042
Karar No      : 2023/4362



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                       : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi
TARİHİ                                 : 16.06.2022
SAYISI                                 : 2022/1440 E., 2022/1359 K.

Taraflar arasındaki icra memur işlemini şikayet nedeni ile yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince şikayetin kabulü ile icra müdürünün 04.06.2018 tarihli işleminin iptaline karar verilmiştir.

Kararın davalı alacaklı /ihale alıcısı vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı alacaklı /ihale alıcısı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi Semiha Uyar tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ŞİKAYET       

Şikayetçi üçüncü kişi vekili şikayet dilekçesinde, . İcra müdürlüğünün 2018/**** esas sayılı dosyasından yazılan talimat ile 2018/165 Tal sayılı dosyası ile satış ilanı yapılmaksızın ....... adresinde yer alan fabrika binasındaki makina ve teçhizatlar ile menkullerin alacağa mahsuben satışının yapıldığını, haczin yapıldığı fabrika binası üzerinde şikayetçi bankanın ipoteğinin bulunduğu, satılan menkullerin ise fabrikanın mütemmim cüzü ve teferruatı olduğunu, şikayetçi bankanın ipoteğinin dava konusu dosya haczinden öncelikli olduğundan menkullerin alacağa mahsuben ihale edilemeyeceğini satış bedelinin ihale alacaklısı tarafından ödenmesi gerektiğini, icra müdürlüğünden resen ihalenin kaldırılması taleplerinin reddedildiğini belirterek icra müdürlüğünün 04.06.2018 tarihli işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı alacaklı/ihale alıcısı vekili cevap dilekçesinde, iddiaların yersiz olduğundan bahisle davanın reddini talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, davacı tarafça ileri sürülen hususların şikayet mahiyetinde olduğu, ihalenin feshi davasında ihalesi yapılan menkullerin taşınmazın mütemmim cüzü veya teferruatı olduğunun ileri sürüldüğü, ihaleye konu taşınmazın ipotekli olduğu, ipoteğin alacağın haczinden önce geldiği, ipotek öncelikli olduğundan, ipotek alacaklısı olmayan alacaklı tarafça alacağa mahsuben ihaleye girilemeyeceği, ihaleye girilmesi için İİK'nın 114/4-5 ile 124/3. maddeleri gereğince teminat yatırılmasının zorunlu olduğu, ihalenin alınması halinde satış bedelinin ödenmesi gerektiği, İİK'nın 140. maddesi gereğince satış tutarı bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemeye yetmezse icra dairesince sıra cetveli yapılması gerektiği ve bu haliyle şikayete konu 04.06.2018 tarihli icra memur işleminin belirtilen yönlerden yerinde olmadığı gerekçesiyle, davacı tarafın teminat ve sıra cetveline ilişkin şikayetin kabulü ile . İcra Müdürlüğünün 2018/165 talimat sayılı dosyasında 04.06.2018 tarihli işleminin bu yönlerden iptaline yönelik karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı alacaklı/ihale alıcısı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Davalı alacaklı/ihale alıcısı vekili istinaf dilekçesinde, davacının dava açma hakkının bulunmadığını, davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiği ve ayrıca davanın ihalenin feshi davası olduğunu ve davanın ihale tarihinden itibaren 7 günlük yasal sürede açılmadığını bu nedenle davanın öncelikle usulden reddinin gerektiğini, arsa vasıflı taşınmaza, makinelerin mütemmim cüz veya teferruat olmasının söz konusu olmayacağını, satışa konu olan makinelerin tapuya şerh edilmediğini ve ipotek kurulurken ipotek akit tablosuna yazılmadığını, ipoteğe konu edilmeyen taşınırlar hakkında alacağa mahsuben ihaleye girilemeyeceği yönündeki itirazları ve mahkemenin bu itirazlara ilişkin kurduğu hükmün yerinde olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, öncelikle davanın ihalenin feshi davası değil icra memur işleminin iptaline yönelik şikayet mahiyetinde olduğu, davalı ihale alıcısının takip alacaklısı olduğu, davacı bankanın ise ipotek alacaklısı olduğu ve bankanın ipotek alacağının takip dosyasındaki hacizden daha önce geldiği, davacı banka taşınmazın alacağa mahsuben ihale edilemeyeceğini, davalı ihale alıcısı tarafından teminat yatırılması ve ihale edilmesi halinde satış bedelinin yatırılması yönündeki iddiaların yerinde olduğu, zira ihaleye girilmesi için teminat yatırılmasının gerektiği, eğer ihalenin alınması halinde satış bedelinin yatırılmasının gerektiği, ihale bedelinin tüm alacaklıların alacağını karşılamaya yetmezse, icra müdürlüğünce sıra cetveli yapılmasının gerektiği, bu halde icra müdürlüğünün 04.06.2018 tarihli işlem ve kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, davacı bankanın teminat ve sıra cetveline ilişkin şikayetin kabulünün gerektiği gerekçesi ile davalının istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı alacaklı /ihale alıcısı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı alacaklı/ihale alıcısı vekilince, istinaf dilekçesi içeriğindeki iddialarını tekrarla Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması talep edilmiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık şikayete konu icra müdürlüğün 04.06.2018 tarihli işleminin iptaline yönelik şikayet başvurusuna ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

2004 sayılı İİK' nın 133,140 ,114/4-5,124/3 ve devamı maddeleri

3. Değerlendirme

TMK'nın 862. maddesinde gayrimenkul (taşınmaz) rehninin taşınmazın bütünleyici parçaları ve eklentileri ile yükümlü kılacağı düzenlenmiştir. Bu kabul fabrika -otel gibi vasıflarla tapuda kayıtlı taşınmazların ipotek edilmesi hali içindir. İpotek arsa/tarla gibi vasıflarla kayıtlı taşınmazlar üzerinde kurulmuş ise ancak bu taşınmazların bütünlüğü bozulmadan ayrılamayan bütünleyici parça ve eşyalar rehin kapsamında sayılır. Bunlardan başka taşınmazın bütünlüğü bozulmadan ayrılabilen eşya ve parçalar taşınmaz kapsamında olmayıp taşınmazdan ayrı haczedilip satılabilir.

Somut olayda, şikayetçi üçüncü kişi tarafından kendi adına ipotekli olduğu iddia edilen ... 9 parselde kayıtlı taşınmaz tapuda arsa vasfı ile kayıtlı olup rehin sadece üzerinde fiilen kurulu olduğu iddia edilen fabrika binasını kapsar. Haczedilen menkullere ilişkin ipotek senedi ve tapu sicilinde bir kayıt mevcut değildir. Fabrika binası içinde haczedildiği iddia edilen menkuller arsa rehni kapsamında değildir. Şayet rehin fabrika binası üzerinde kurulmuş olsa idi bu fabrikanın mütemmim cüzi ve teferrurat olduğu iddia edilen menkullerin haczedilemeyeceği düşünülebilirdi. Bir başka anlatımla fabrika binası ipotekli arsanın mütemmim cüzi olsa da onun teferruatı niteliğinde olduğu iddia edilen haczedilen menkuller arsanın teferruatı /eklentisi sayılamaz. Haczedilip satılmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır.

Bu durumda, haczedilen menkullere ilişkin ipotek senedi ve tapu sicilinde bir kaydın mevcut olmadığı da gözetildiğinde menkul satışı yapılan dosyada üçüncü kişi şikayetçi bankanın İcra Müdürlüğünce re'sen ihalenin kaldırılması talebi ile şikayette bulunmakta sıfatı yoktur.

O halde, şikayetin sıfat yokluğundan reddi gerekirken esastan kabulü ile icra müdürü işleminin iptaline karar verilmesi ve Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddi kararı isabetsiz olup İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

20.06.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
#9
Genel İcra Hukuku / UYAP Sisteminde Borca İtiraz S...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 12 Mart 2024, 21:44:34
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

Esas No       : 2022/9750
Karar No      : 2023/2305



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                       : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 32. Hukuk Dairesi
TARİHİ                                 : 08.06.2022
SAYISI                                 : 2021/1163 E., 2022/1265 K.

Taraflar arasındaki icra memur muamelesini şikayetten dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince şikayetin reddine karar verilmiştir.

Kararın şikayetçi-borçlu tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlu tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi Funda Hasanbaşoğlu tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Şikayetçi borçlu vekili dava dilekçesinde; müvekkili aleyhine ilamsız icra takibi başlatıldığını, ödeme emrinin müvekkiline 15.12.2020 tarihinde tebliğ edildiğini, itiraz süresi içerisinde 16.12.2020 tarihinde 7905952183 iş emir numarası ile icra takibine itiraz ettiklerini, ancak icra dosyasına söz konusu itiraz dilekçesi gönderilirken sehven dilekçe içerisindeki isim benzerliği nedeniyle farklı bir dilekçe gönderdiklerini, söz konusu husus fark edildiği anda durumun ayrıntılı olarak icra müdürlüğüne izah edilerek takibin müvekkili şirket yönünden durdurulmasına karar verilmesini talep ettiklerini, icra müdürlüğü tarafından taleplerinin 11.03.2021 tarihli karar ile usul ve yasaya aykırı olarak reddedildiğini ,icra müdürlüğüne süresi içerisinde vekaletname ile birlikte borca itiraz talebi altında dilekçe gönderildiğini ancak itiraz dilekçesi yerine hata yapılarak sehven başka bir dilekçe gönderilmesinin maddi hata olduğunu iddia ederek icra müdürlüğünce verilen 11.03.2021 tarihli kararın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Alacaklı vekili cevap dilekçesinde; ödeme emirinin tebliğinden itibaren 7 gün içinde yapılmış olan itiraz icra takibini durduracak olsa da itiraz dilekçesinin içeriğinden de anlaşılacağı üzere takip konusu borca itiraz için 16.12.2020 tarihinde gönderilen dilekçede asıl borçla herhangi bir ilgisi olmayan ve asıl borcun tamamına yada bir kısmına itiraz edildiği iradesinin anlaşılamadığı bir dilekçeyle yapılan itirazın takibi durdurmasının mümkün olmadığını iddia ederek şikayetin reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile uyuşmazlığın, Uyap sisteminde ilgili icra dosyasına dilekçe gönderirken borca itiraz başlığının seçilmesinin davacının borca itiraz iradesini açıklamış olduğunun kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplandığı, somut olayda takip dosyasına gönderilen borca itiraz dilekçesi başlığı altında başka bir takip dosyası ile ilgili olan beyan dilekçesinin gönderildiği, davacının borca itiraz iradesini içeren dilekçeyi sehven başka bir dosyaya sunması gibi bir durumun söz konusu olmadığı, Uyap sisteminde borca itiraz sekmesinin seçilmesinin kanunun bahsettiği anlamda itiraz iradesinin ortaya konulması amacına hizmet etmediği, beyan dilekçesinin içeriğinin önemli olduğu, süresi içerisinde gönderilmeyen dilekçeye dayanılarak sadece UYAP sisteminde borca itiraz başlığının seçildiğinden bahisle takibin durdurulmasının kanunun amacına aykırı olacağı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Borçlu vekili istinaf dilekçesinde: Borca itiraz süresi içerisinde müvekkili şirkete ait vekaletname ile birlikte, borca itiraz dilekçesi başlığı seçilerek itiraz edildiği ancak borca itiraz dilekçesi yerine maddi hata yapılarak farklı bir dilekçe gönderildiği, şikayete konu icra dosyasına yanlış dilekçenin sunulduğunun ancak müvekkili şirket aleyhine haciz işlemi yapılması ile anlaşıldığını, İİK'nın 62. maddesinden kanun koyucunun borca tamamen itiraz halinde aradığı tek unsurun, borçlunun borca itiraz etme yönündeki iradesini ortaya koyması olduğunun anlaşıldığını, maddi hata yaparak borca itiraz dilekçesi yerine gönderilen dilekçenin uyap sisteminden müvekkili şirkete ait vekaletname ile birlikte, borca itiraz süresi içerisinde, borca itiraz talebi adı altında gönderildiğini, dosyaya yanlış bir dilekçenin sunulduğunu, bu durumun maddi hatadan kaynaklandığını ve doğru dilekçenin esas alınması gerektiğini iddia etmiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile İİK'nın 62/1. maddesinde "İtiraz etmek istiyen borçlu, itirazını, ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde dilekçe ile veya sözlü olarak icra dairesine bildirmeye mecburdur." düzenlemesinin yer aldığı, somut olayda borçlu vekili tarafından UYAP Avukat Portal üzerinden takip dosyasına "borca itiraz dilekçesi" başlığı altında başka bir takip dosyası ile ilgili beyan dilekçesi gönderildiği, dilekçe içeriğinin şikayete konu takip dosyası ile ilgili olmadığından bunun itiraz dilekçesi olarak kabulünün mümkün olmadığı, ilgisiz bir dilekçenin Uyap sisteminde borca itiraz sekmesi seçilerek takip dosyasına gönderilmesinin takibe itiraz iradesinin ortaya konulması şeklinde yorumlanamayacağı gerekçesi ile borçlunun istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Borçlu vekili temyiz dilekçesinde; önceki beyanlarını tekrarlayarak İİK'nın 62. maddesinden kanun koyucunun borca tamamen itiraz halinde aradığı tek unsurun, borçlunun borca itiraz etme yönündeki iradesini ortaya koyması olduğunun anlaşıldığını, maddi hata yaparak borca itiraz dilekçesi yerine gönderilen dilekçenin uyap sisteminden müvekkili şirkete ait vekaletname ile birlikte, borca itiraz süresi içerisinde, borca itiraz talebi adı altında gönderildiğini, dosyaya yanlış bir dilekçenin sunulduğunu, bu durumun maddi hatadan kaynaklandığını ve doğru dilekçenin esas alınması gerektiğini iddia etmiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, icra memur muamelesinin şikayetine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri, ...

3. Değerlendirme

1.Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

2. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup borçlu temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR

Yukarıda açıklanan sebeplerle;

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nın 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun'un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Alınması gereken 179,90 TL temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline,

Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

04.04.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
#10
Tazminat Hukuku / İcra Müdür Yardımcısını Yarala...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 08 Mart 2024, 21:00:59
T.C.
SAKARYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO    : 2023/39
KARAR NO: 2024/465


.......

DAVANIN KONUSU    : Tazminat (Manevi Tazminat)
BAŞVURU TARİHİ    : 01.12.2022-05.12.2022
İSTİNAFA GELİŞ TARİHİ: 04.01.2023
KARAR TARİHİ    : 29.02.2024
YAZIM TARİHİ    : 29.02.2024

İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyadaki tüm belgeler ve dairemiz üyesi tarafından hazırlanan raporlar incelendi. Davanın dairemizin görev alanına girdiği, ilk derece mahkemesi kararının kesin olmadığı, istinaf başvurusunun süresi içinde yapıldığı, başvuru şartlarının yerine getirildiği anlaşılmakla;

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde; . İcra Müdürlüğü'nün haciz bürosunda görev yaptığı dönemde 03.12.2018 tarihinde 2018/**** Esas sayılı dosyasının alacaklı vekili olan davalı D.K.'nın saat 11:15 sıralarında haciz bürosuna gelerek bulunduğu masanın misafir koltuğuna oturduğunu, icra dosyasında neden muhafaza işlemi yaptırmadığını sorduğunu, İcra Dairesi Müdürü N.S.'nın bulundukları yere gelerek D.K.'yı sakinleştirmeye çalıştığını, D.K.'nın yerinden kalkarak elinin içiyle sert bir şekilde çenesine vurarak eliyle ittirdiğini, bu olay nedeniyle davalının . Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2021/*** Esas sayılı dosyasında yargılandığını, davalı hakkında kasten yaralama suçundan mahkumiyet kararı verildiğini, İcra Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığı dairede görevinin başındayken herkesin içinde meydana gelen olay nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğünü belirterek 30.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 03.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak tarafına verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davalının ceza almasının davacının manevi zarara uğradığını kanıtlamadığını, davacının vücut bütünlüğünde bir zarar, acı, elem ve keder getirecek bir ekimoz oluşmadığını, belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk derece mahkemesi tarafından Davanın Kısmen Kabulü ile; 15.000,00 TL manevi tazminat 03.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, karar verilmiştir.

Yerel mahkemenin bu kararına karşı davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

Davacı ÖKC istinaf dilekçesinde; 6098 sayılı TBK'nun 74. maddesi gereğince ceza mahkemesince verilen kararlar hukuk hakimi bakımından bağlayıcı olmadığını, emsal ilamlardan anlaşılacağı üzere tarafların işgal ettiği makam ve gelirler ile olayın meydana geliş şekli, meydana geldiği yer gibi hususlar dikkate alındığında kısmi kabul ile hükmedilen 15.000,00 TL tazminatın çok düşük kaldığını, davalının avukat oluşu kendisinin ise  icra müdür yardımcısı oluşu ve görevi başındayken herkesin içinde böyle bir olayın yaşanması nedeniyle kişilik değerlerinin çok büyük bir zarar gördüğünü, olay sonrasında büyük manevi üzüntü yaşadığını belirterek usul ve yasaya aykırı ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın tam kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili istinaf dilekçesinde; ceza yargılamasında davalı hakkında verilmiş bir ceza bulunmadığını, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının teknik olarak ceza verilmesine dair bir hüküm olmadığını, ayrıca davalının hakaret ve tehdit iddiasına yönelik ceza davasından beraat ettiğini, bu yönden manevi tazminat isteminin reddi gerektiğini, kasten yaralama eylemi hakkında ise ceza yargılamasının bakış açısının aynı olmadığını, ceza yargılamasında bir zarar şartı aranmaksızın eylemin gerçekleşmesi yeterli iken, hukuk yargılamasında manevi tazminat talebinin kabulü için kişinin elem, acı ve ızdırap duyması şartı arandığını, ancak davacının eylem tarihinde kasten yaralama nedeniyle vücut bütünlüğünde ekimoz oluştuğuna dair dosya kapsamında bir sağlık raporu mevcut olmadığını, ceza yargılamasında davalının davacıyı ittirdiğini kabul ettiğini, ancak sadece bir ittirme eylemi nedeniyle davalının 15.000,00 TL tazminata mahkum edilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, davacının sebepsiz zenginleşmesine neden olduğunu belirterek usul ve yasaya aykırı ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Dava, kasten yaralama eyleminden kaynaklanan kişilik haklarına saldırı sebebiyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

6098 sayılı TBK'nun 56. maddesi uyarınca bedensel bütünlüğü zedelenen kimse manevi tazminat adı altında bir miktar para ödetilmesini isteyebilir. Hakimin, özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bu tutar adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan, özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir.

Kişilik hakları saldırıya uğrayan kimse 6098 sayılı TBK'nun 58. maddesi uyarınca manevi tazminat adı altında bir miktar paranın ödetilmesini isteyebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken aynı Kanunun 51. maddesi uyarınca durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önünde tutmalıdır. Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği Türk Medeni Kanunu'nun 4.maddesi hükmüdür.

Bu kapsamda manevi tazminatın miktarı belirlenirken tarafların kusur oranı, sıfatı, statüsü, sosyal ve ekonomik durumları ile eylemin işleniş biçimi ve yöntemi dikkate alınmalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenler karar gerekçesinde objektif olarak gösterilmelidir. Manevi tazminat adı altında hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek nitelikte olmalı fakat bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmediği unutulmamalıdır. O halde bu tazminatın miktarı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesindeki davaya etkisini düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 74.maddesi "Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." şeklinde düzenlenmiştir.

Dosya kapsamından  . Ağır Ceza Mahkemesinin, 24.06.2022 tarih,  2021/***  E - 2022/*** K  sayılı ilamı ile davalının davacıya kasten yaralama eylemleri sabit görülerek HAGB karar verildiği ve kararın kesinleştiği anlaşılmıştır.

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesindeki davaya etkisini düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 74. maddesi "Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." şeklinde düzenlenmiştir.

Bu noktada, ceza mahkemesi kararlarının, hukuk mahkemesince yapılan yargılamaya etkisi değerlendirilmelidir (TBK m.74). Yüksek yargı kararlarınca da kabul edildiği üzere, CMK 231/5 maddesi uyarınca, "hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmaması ifade eder." Ceza mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan kararı, kesinleşmiş bir mahkûmiyet niteliğinde olmadığı gibi, TBK'nın 74. maddesi anlamında hukuk hâkimi yönünden bağlayıcı değildir. Bununla birlikte, her ne kadar ceza mahkemesince verilmiş bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönündeki karar, açılmış bulunan tazminat davasının kabulü bakımından hukuk hâkimini bağlamayacak ise de; bu davadaki maddi olgu ve toplanan deliller, hukuk mahkemesinde görülmekte olan davada muteber ve hükme esas alınabilecek deliller olarak kullanılabilecektir.

Anılan karar niteliği itibariyle hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte değildir. Ancak; ceza dosyasındaki ikrar, tanık anlatımları ve diğer delillerden, davalının,  kamu görevlisi olan davacıya karşı kamu görevi esnasında ve kamusal alanda işlemiş olduğu yaralama eylemi ettiği sabit olduğundan mahkemece davacının kişilik haklarının ihlal edildiği kanaatine ulaşılmasında herhangi bir hukuka aykırılık görülmemiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde belirtildiği üzere, kişilik haklarının ihlali halinde manevi tazminata hükmedilirken uygulanacak ilkeler doğrultusunda belirlenen tazminat tutarı da somut olayın özelliklerine uygun bulunduğundan taraf vekillerinin anılan yönlere değinen istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.

Dairemizce ilk derece mahkemesinin kararı hem maddi olay, hem de hukuka uygunluk yönünden incelenmiş olup, kararda esası etkileyen bir usul hatası bulunmadığı, vakıa tespitlerinin tam ve doğru olarak yapıldığı, maddi hukuk normlarının doğru olarak uygulandığı, delillerin değerlendirilmesinde de usule aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, taraf vekillerinin istinaf başvurularının HMK'nun 353/1-b-1 maddesi gereğince ayrı ayrı reddine karar vermek gerekmiştir.

H Ü K Ü M            : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Gebze 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 25.11.2022 tarih ve 2022/215 Esas, 2022/297 Karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan, HMK'nun 353/1-b-1 maddesi gereğince taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE,
........
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK.362/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi.  29.02.2024



NOT: Adı geçen avukata aynı zamanda kayıtlı olduğu baro tarafından KINAMA disiplin cezası verilmiştir.