YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 27.02.2018 tarihli ve 256-78 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:59:40

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat
37
-3
ÖZET: Sanığın kullandığı araçla seyir hâlindeyken trafik polislerince, emniyet kemeri takmaması
ve aracının camlarının filmli olması nedenleriyle durdurulduğu, trafik polislerinin ehliyet ve kimliğini
ibraz etmesini istemeleri üzerine sanığın kendisini M.E. ismi ile tanıttığı, bu beyana itibar etmeyen
Kararın, mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kısmının özeti 5729 sayılı Kanun’a ilişkin bölümde bulunduğundan, söz
konusu suç ile ilgili deliller ve hukuki açıklamalar ile özetine yer verilmeyen zamanaşımına dair uyuşmazlık konusu bu
karardan çıkarılmıştır.
trafik polislerinin herhangi bir belge düzenlemeden sanığın gerçek adının M.E. değil H.I. olduğunu
tespit ettikleri ve tutanakların sanığın gerçek kimlik bilgilerine göre tanzim edildiği olayda, sanığın
işlediği bir suç bulunmaması ve başkasına ait kimlik bilgilerini, hakkında soruşturma ve kovuşturma
yapılmasını engellemek amacıyla kullanmaması göz önüne alındığında, iftiranın özel bir şekli olan
başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun, kollukça yapılan araştırmada,
sanığın gerçek kimliğinin tespit edilerek tutanağın bu kimlik bilgileri ile düzenlenmiş olması ve
sanığın gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isme göre düzenlenmiş herhangi bir belgenin bulunmaması
gözetildiğinde resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun, yine kimlik bilgilerini gerçeğe
aykırı olarak beyan ettiği esnada polis memurlarınca resmi bir belgenin düzenlenmesine başlanmamış
olması karşısında, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçuna teşebbüsün oluşmayacağı,
sanığın, görevleriyle bağlantılı olarak kimliğine ilişkin soru soran trafik polislerine, kimlik bilgileri ile
ilgili gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktan ibaret eyleminin, Kabahatler Kanunu’nun 40. maddesinde
düzenlenen 'kimliği bildirmeme' kabahatini oluşturduğu kabul edilmelidir.
Sanık hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan verilen beraat hükmü temyiz
edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamında göre inceleme, resmi belgenin düzenlenmesinde
yalan beyan suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.
22.04.2008 günü saat 12.40 sıralarında sanık H.I.’nın kullandığı araçla arkadaşı tanık İ.Ş. ile birlikte
seyir hâlindeyken trafik ekibince aracın camlarının filmli olduğu ve sanığın emniyet kemeri takmadığının
görülmesi üzerine aracın durdurulduğu, trafik ekibince işlem yapılmak için sanıktan ruhsat ve ehliyetinin
istendiği, aracın tescil belgelerini veren sanığın sürücü belgesi ve kimliğinin yanında olmadığını, isminin
M.E. olduğunu ve aracı tanık İ.Ş.’ye teslim edebileceğini söylediği, bu sırada tanık İ.Ş.’nin, trafik ekibine
sanığın isminin H.I. olduğunu ifade ettiği, bunun üzerine sanığın araca binerek olay yerinden kaçtığı,
Kolluk tarafından yapılan araştırmada, sanığın gerçek adının H.I. olduğunun belirlendiği, dosya
içerisinde sanığın gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isimle düzenlenmiş herhangi bir belgenin
bulunmadığı, tüm belgelerin sanığın gerçek adıyla düzenlendiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık İ.Ş., olay günü sanık H.I.’nın, kullandığı araç ile gelerek kendisini evinden aldığını, araçla
seyrettikleri esnada trafik ekibince durdurulduklarını, trafik polislerince sanık H.I.’nın daha önceden
alkollü araç kullanmaktan dolayı ehliyetine el konduğunun ve bu sebeple işlem yapılacağının söylenmesi
üzerine sanığın araç ile olay yerinden kaçtığını,
Tutanak tanığı C.K., sanığın kullandığı aracın camlarının filmli olduğunu görmeleri üzerine aracı
durdurarak sanıktan gerekli evrak istediklerini, aracın ruhsatını uzatan sanığın, ehliyetinin yanında
olmadığını söylediğini, bunun üzerine sanığa kimliğini sorduklarını, sanığın verdiği kimlik bilgilerini ekip
otosu içinde telsizle polis merkezine bildirdikleri sırada sanığın aniden aracıyla olay yerinden ayrıldığını,
Tutanak tanığı A.A., sanığın kullandığı aracı durdurup evrak istediklerinde aracın ruhsatını veren
sanığın, adının M. E. olduğunu, kimliğinin ve sürücü belgesinin yakındaki evinde olduğunu ve sürücü
belgesini getireceğini söylediğini, kimlik ibraz edemediğinden sanığın adını arkadaşına sorduğunu,
arkadaşının sanığın adının H.I. olduğunu söylediğini, bunun üzerine sanığa 'bak ismin H.I.’ymış, niye
kendi ismini söylemiyorsun, isminin M.E. olduğunu söylüyorsun' dediğinde, sanığın ruhsatı ve arkadaşını
bırakıp aracı ile hızla oradan kaçtığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık savcılıkta, olay günü yanında tanık İ.Ş. olduğu halde ehliyetsiz bir şekilde araç kullanırken
trafik polislerince durdurulduğunu, araç camlarının filmli olduğunu gören polis memurlarının ehliyet ve
ruhsat istemeleri üzerine ehliyetinin olmadığını söyleyerek kendisini köylüsü olan M.E. olarak tanıttığını,
polis memurlarının, kimliği hakkında doğruyu söyleyip söylemediğini ve M.E.’nin kimlik bilgilerini ısrarla
sormaları üzerine aracıyla oradan kaçtığını,
Mahkemede, polisler aracı durdurduğunda evinin çok yakın olduğunu, izin verirlerse hemen gidip
ehliyetini ve kimlik belgesini getirebileceğini söylediğini, adını M.E. değil H.I. olarak söylediğini, polisin
eve gidip ehliyetini getirmesine izin vermediğini, o sırada yoldan geçmekte olan arkadaşı M.E.’yi
gördüğünü, cezai işlemin kendisi hakkında yapılmasını, ancak arabayı ehliyeti olan arkadaşı M.E.’ye teslim
etmelerini istediği polislerin bunu kabul etmediklerini, bunun üzerine arabaya binerek oradan ayrıldığını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için 5237 sayılı TCK’nun 268. maddesinde
düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu ve aynı Kanunun 206.
maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ve bu suça teşebbüs ile
5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40. maddesinde düzenlenen kimliği bildirmeme kabahati üzerinde
durulması gerekmektedir.
I- Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Suçu:
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
'Adliyeye karşı suçlar' bölümündeki 268. maddede, 'İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma
ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan
kimse, iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılır' şeklinde düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde
bu suçun iftira suçunun özel bir işleniş biçimini oluşturduğu belirtilmiştir.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun iftira suçunun özel bir şekli olduğu
madde sıralamasından da anlaşılmaktadır. TCK’nun 267. maddesinde iftira suçu düzenlendikten sonra
268. madde kaleme alınmış, daha sonra iftira suçundaki etkin pişmanlık hükmünü içeren 269. madde
düzenlenmiştir.
Ayrıca TCK’nun 268. maddesinin iptali istemiyle yapılan itirazın Anayasa Mahkemesince 22.05.2012
gün ve 3-95 sayı ile reddine karar verilmesinin yanında, 268. maddede iftira suçuna yapılan atfın sadece
cezayla sınırlı olmadığı, 267. maddedeki iftira suçunun nitelikli hallerini düzenleyen fıkralar ile 269.
maddedeki etkin pişmanlık hükümlerinin de 268. madde için geçerli olacağı belirtilmiştir.
Bu bağlamda failin işlediği bir suç nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını
engellemek amacıyla kendi kimliğini saklayarak, başkasına ait kimlik bilgilerini kullanması ve o kişi
hakkında iftira atmışcasına soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olması durumunda, bu madde
hükmü uygulanacaktır. Suçun oluşması için, failin daha önce bir suç işlemiş olması veya bir suçtan
aranması, kendi kimliğini vermesi halinde hakkında bu suçtan işlem yapılacak olması gerekmektedir.
Başka bir anlatımla bu suçun oluşması için, sanığın resmi belge düzenlemede yetkili memura
başkasının kimliğini veya kimlik bilgilerini vermesi yeterli olmayıp, işlediği bir suç nedeniyle kendisi
hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini
kullanması gerekmektedir.
Örneğin, bir işyerinden hırsızlık yaparken yakalanan sanığın kolluk kuvvetlerine kendi kimliği yerine
gerçek bir kişi olan kardeşinin kimlik bilgilerini vermesi durumunda kardeşi hakkında soruşturma yapılacak
ve sanık da kendisi hakkında yapılacak olan soruşturmadan kurtulacaktır. Örnekten de açıkça anlaşılacağı
üzere fail işlediği bir suçtan kurtulmak için kardeşinin adını vererek kardeşine iftira atmışcasına hakkında
soruşturma yapılmasına neden olmaktadır.
Öte yandan, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçunda, failin kullandığı kimlik
veya kimlik bilgilerinin gerçekte var olan bir kimseye ait olması gerekmektedir. Bu sebeple, fail tarafından
kullanılan kimlik veya kimlik bilgileri hukuki anlamda sonuç doğuracak nitelikte olmalıdır. Örneğin, bir
kamu kurumuna ait binaya zarar verirken yakalanan sanığın, kolluk görevlilerine kendi kimliği yerine
başka bir kişinin yalnızca adını vermesi halinde, adı kullanılan kişi hakkında soruşturma yapılması mümkün
değildir. Böyle bir durumda, hukuki anlamda sonuç doğurmayacak ve bu nedenle de kimlik bilgileri
kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan bir bilgi verildiğinden, anılan suç oluşmayacaktır.
II- Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçu:
Uyuşmazlık konusu ile ilgili bir diğer suç olan resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu da
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 'Kamu güvenine karşı suçlar' bölümündeki 206. maddede, 'Bir resmî
belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar
hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır' biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesinde, 'Madde, doktrinde ‘fikrî sahtecilik’ olarak adlandırılan bir suç tipini
düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip
değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce
sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu
ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve
kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur:
Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır, buna karşılık beyanı
alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek
durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme
sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette
‘doğruyu söylemek’le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve
İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.
Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda
bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz, zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla
yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.
Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.
Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından
takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak
saptanmıştır' açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmi belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine
yapılmış olması gerekmektedir. Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin
gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmi belgenin, bu beyanın
doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi
tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp, bu beyanın
doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin
gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını
içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.
Bununla birlikte suçun oluşması için kişinin beyanda bulunması yeterli olmayıp bu beyan üzerine
kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.
Yargısal kararlarda ve öğretide, kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmi belgenin, bu beyanın
doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olduğu, bir başka anlatımla beyanın doğruluğunun kamu görevlisi
tarafından araştırılmasının zorunlu olmayıp, TCK’nun 206. maddesindeki suçun oluştuğu durumlara,
1- Kişinin, İl Çevre Müdürlüğünce verilen idari para cezasının tahsilini engellemek için düzenlenen
idari para ceza tutanağında adresini gerçeğe aykırı şekilde beyan etmesi,
2- Borçlu kişinin, haciz tutanağında kendisine ait malları üçüncü kişiye ait gibi beyan etmesi,
3- Hakkında trafik ceza tutanağı düzenlenecek kişinin, kendisine benzeyen başka bir kimsenin
fotoğrafı bulunan sürücü belgesini trafik polisine göstermesi, belgedeki fotoğrafın kişiye benzemesi
nedeniyle bu beyanın doğruluğunu araştırma zorunluluğu bulunmayan trafik görevlisince sürücü belgesi
sahibi adına trafik ceza tutanağı tanzim edilmesi,
Gibi durumlar örnek olarak sayılmıştır.
Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus, kamu
görevlisi tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın,
doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuracak ve ispat aracı oluşturacak nitelikte resmi belgenin
düzenlenmesine dayanak alınan beyanlardır. Yalan beyanın doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil
aracı oluşturmadığı hallerde ya da kamu görevlisinin görevi gereği bu beyanın gerçeğe uygunluğunu
araştırıp, doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde resmi belgeyi düzenlemesi, aksi durumda beyanı
reddetmesi gerekiyorsa anılan suç oluşmayacaktır.
TCK’nun 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma
suçunu aynı Kanunun 268. maddesinde düzenlenen başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin
kullanılması suçundan ayıran en önemli özellik, 268. maddede sanık işlediği bir suçtan kurtulmak amacıyla
gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini vererek gerçek kişi hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiyle
soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmaktayken, 206. maddede ise sanık kamu görevlisine
kimliği hakkında yalan beyanda bulunmasıyla bir başkası hakkında soruşturma ya da kovuşturma
yapılmasına neden olmamaktadır. Örneğin, hakkında hırsızlık suçundan kamu davası devam eden ve
yakalama kararı çıkarılan sanık A’nın rutin bir kontrolde gerçek kişi B’nin kimlik bilgilerini kullanması
durumunda, kendisi hakkında yapılan kovuşturmayı engellemediğinden ve A’nın eylemi nedeniyle de
B hakkında bir soruşturma ya da kovuşturma yapılmadığından, A’nın eylemi TCK’nun 268. maddesinde
düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçunu da oluşturmayacaktır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, resmi belgenin
düzenlenmesinde yalan beyan suçuna teşebbüs ile ilgili de değerlendirme yapılması gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 'Suça teşebbüs' başlıklı 35. maddesinde, 'Kişi, işlemeyi kastettiği bir
suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz
ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur' hükmü yer almaktadır.
Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kast olunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından
sonra, elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra
hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel
nedenlerden ileri gelmelidir.
Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunda, beyanın, belgenin tanzimi sırasında
yapılması gerekir. (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yetkin Yayınları, 10. Baskı, Ankara,
2014, s.520) Nitekim, kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu, resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında
bulunmaktadır. Buna göre, failin sözlü beyanı üzerine henüz resmi bir belge düzenlenmesine
başlanmadan önce, bu beyanın yalan olduğunun kamu görevlisi tarafından anlaşılması halinde anılan
suçun teşebbüs aşamasında kaldığından söz edilemeyecektir. Zira, madde başlığı da göz önüne
alındığında, resmi bir belgenin düzenlenmesine kadar gerçeği söyleme zorunluluğu bulunmayan fail, o
aşamaya kadar yalan beyanda bulunmakla birlikte, resmi belgenin düzenlenmesine geçilmesinden sonra
gerçeği söyleyebileceğinden, anılan suçun icra haraketlerine başlamamıştır.
III- Kimliği Bildirmeme Kabahati:
Kimliği bildirmeme kabahati ise 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40/1. maddesinde, 'Görevle
bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan veya
gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, bu görevli tarafından elli Türk Lirası idarî para cezası verilir' şeklinde
düzenlenmiştir.
5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40/1. madde gerekçesinde ise, 'Kamu görevinin gereği gibi ifa
edilebilmesi için, herhangi bir kamu göreviyle ilişkili olarak, kişiler gerektiğinde kimlik ve adresleriyle ilgili
bilgileri kamu görevlilerine vermekle yükümlüdür. Bu bilgileri vermekten kaçınan ya da bu konularda gerçeğe
aykırı bilgi verenler hakkında, bilgiyi soran kamu görevlisi tarafından idari para cezasına karar verilecektir'
açıklamalarına yer verilmiştir.
Kimliği bildirmeme kabahati seçimlik hareketli bir kabahat olup kabahati oluşturan seçimlik hareketler,
kimliğiyle ve/veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınma, kimliği ve/veya adresiyle ilgili gerçeğe aykırı
beyanda bulunmaktır. Bilgi vermekten kaçınma veya gerçeğe aykırı beyanın kamu göreviyle bağlantılı
olarak sorulması sırasında olması yeterli olup 'resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan' suçundan
farklı olarak resmi bir belgenin düzenlenmesi esnasında olması şart değildir.
Kişinin kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınması veya gerçeğe aykırı bilgi vermesinin
kabahat oluşturabilmesi için bilgiyi soranın kamu görevlisi olması ve onun da kanunen bunu sormaya
yetkili olup göreviyle bağlantılı olarak bu bilgiyi sormuş olması gerekir. Bu nedenle kamu görevlisi
olmayan kişilerin kanunen kimlik sorma yetkileri olsa bile bu kişilere bilgi verilmemesi veya gerçeğe
aykırı bilgi verilmesi kabahat oluşturmayacaktır. Aynı şekilde kamu görevlisi olsa bile kanunen kimlik
sorma yetkisi yoksa veya böyle bir yetkisi olsa dahi bilgiyi göreviyle bağlantılı olarak sormamışsa bilgi
verilmemesi veya gerçeğe aykırı bilgi verilmesi kabahat oluşturmaz.
Mevzuatımızda kamu görevlilerin kimlik sorma yetkisine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Örneğin,
2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanununun 4/A ve Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri
Yönetmeliğinin 46. maddeleri uyarınca polis ve jandarmanın suç işlenmesini önlemek ve işlenmiş suçların
faillerini ele geçirmek için veya diğer kanuni yetkilerini kullanırken kendisinin polis veya jandarma
olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabileceği belirtilmiştir.
Kimliği bildirmeme kabahati bilgi vermekten kaçınma veya gerçeğe aykırı beyanda bulunma ile
işlenmiş sayılır. Diğer bir anlatımla kimliği bildirmeme kabahatinin oluşabilmesi için fiilin yapılması yeterli
olup kişinin kimliğinin belirlenememesi, kamu görevinin aksaması gibi bir neticenin gerçekleşmesi
gerekli veya zorunlu değildir.
Kişinin kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten çekinmesi ve özellikle de gerçeğe aykırı beyanda
bulunması resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, başkasına ait kimlik
veya kimlik bilgilerinin kullanılması, gerçek kimliğini saklamak suretiyle bir başkasıyla evlenme işlemi
yaptırma gibi 5237 sayılı TCK’da yer verilen suçları oluşturabilir. Benzer şekilde söz konusu fiillerin 5490
sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa (m.67/1) muhalefet, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununa (m.25)
muhalefet ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununa (m.16) muhalefet gibi özel kanunlarda ihdas edilmiş
suçları da oluşturması mümkündür. Ayrıca şahsın kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten çekinmesi
veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40/1. maddesinde düzenlenen
kimliği bildirmeme kabahatini de oluşturabilir. Bir fiil, hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise
Kabahatler Kanununun 15/3. maddesi uyarınca sadece suçtan dolayı yaptırım tatbik edilecek, ancak
suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde kabahat dolayısıyla müeyyide uygulanabilecektir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Sanık H.I.’nın kullandığı araçla seyir hâlindeyken trafik polislerince, emniyet kemeri takmaması ve
aracının camlarının filmli olması nedenleriyle durdurulduğu, trafik polislerinin ehliyet ve kimliğini ibraz
etmesini istemeleri üzerine sanığın kendisini Musa Eren ismi ile tanıttığı, bu beyana itibar etmeyen trafik
polislerinin herhangi bir belge düzenlemeden sanığın gerçek adının M.E. değil H.I. olduğunu tespit
ettikleri ve tutanakların sanığın gerçek kimlik bilgilerine göre tanzim edildiği olayda, sanığın işlediği bir
suç bulunmaması ve başkasına ait kimlik bilgilerini, hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını
engellemek amacıyla kullanmaması göz önüne alındığında, iftiranın özel bir şekli olan başkasına ait kimlik
veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun, kollukça yapılan araştırmada, sanığın gerçek kimliğinin
tespit edilerek tutanağın bu kimlik bilgileri ile düzenlenmiş olması ve sanığın gerçeğe aykırı olarak
beyan ettiği isme göre düzenlenmiş herhangi bir belgenin bulunmaması gözetildiğinde resmi belgenin
düzenlenmesinde yalan beyan suçunun, yine kimlik bilgilerini gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği esnada
polis memurlarınca resmi bir belgenin düzenlenmesine başlanmamış olması karşısında, resmi belgenin
düzenlenmesinde yalan beyan suçuna teşebbüsün oluşmayacağı, sanığın, görevleriyle bağlantılı olarak
kimliğine ilişkin soru soran trafik polislerine, kimlik bilgileri ile ilgili gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktan
ibaret eyleminin, Kabahatler Kanununun 40. maddesinde düzenlenen 'kimliği bildirmeme' kabahatini
oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu nedenle, sanığın eyleminin resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunu
kabul eden Yerel Mahkeme hükmü ile eylemin bu suça teşebbüsü oluşturduğunu kabul eden Özel Daire
kararında isabet bulunmamaktadır.
Ulaşılan bu sonuç karşısında zamanaşımı yönünden de değerlendirme yapılması gerekmektedir.
5326 sayılı Kabahatler Kanununun 'Soruşturma zamanaşımı' başlıklı 20. maddesi,
'(1) Soruşturma zamanaşımının dolması halinde kabahatten dolayı kişi hakkında idarî para cezasına
karar verilemez.
(2) (Değişik: 6/12/2006-5560/33 md.) Soruşturma zamanaşımı süresi,
a) Yüzbin Türk Lirası veya daha fazla idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde beş,
b) Ellibin Türk Lirası veya daha fazla idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde dört,
c) Ellibin Türk Lirasından az idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde üç,
yıldır.
...
(4) Zamanaşımı süresi, kabahate ilişkin tanımdaki fiilin işlenmesiyle veya neticenin gerçekleşmesiyle
işlemeye başlar...' biçiminde düzenlenmiştir.
Bu hükme göre, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40. maddesinde düzenlenen 'kimliği bildirmeme'
kabahati için öngörülen idari para cezasının miktarı itibarıyla soruşturma zamanaşımı süresinin,
aynı Kanunun 20. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi uyarınca üç yıl olduğu ve kabahatin işlendiği
22.04.2008 tarihinden itibaren işlemeye başlayan zamanaşımının, Özel Dairenin inceleme tarihinden
önce 22.04.2011 tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının
kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın eyleminin 'kimliği bildirmeme' kabahatini
oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına, ancak sanığın kabahat niteliğindeki
eylemine ilişkin olarak Kabahatler Kanununun 20. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendinde düzenlenen
zamanaşımının, Özel Daire inceleme tarihinden önce gerçekleştiği anlaşıldığından ve yeniden yargılama
gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 322 ve Kabahatler Kanununun 24. maddelerinin verdiği
yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün bulunduğundan, Kabahatler Kanununun 20/1. maddesi
uyarınca sanık hakkında idari para cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 27.02.2018 tarihli ve 256-78 sayılı

Benzer Konular (10)