YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 24.01.2019 tarihli ve 506-47 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:57:25

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

466 SAYILI KANUN DIŞI YAKALANAN VEYA TUTUKLANAN
KİMSELERE TAZMİNAT VERİLMESİ HAKKINDAKİ KANUN
KARARLAR
-1
ÖZET: Tutuklandığı tarihte herhangi bir işte çalışmayan ve üniversite son sınıf öğrencisi olan
davacının, haksız gözaltı ve tutuklama sonucu sınavlara girememesi nedeniyle eğitimi aksadığından
zamanında mezun olamaması ve dava aşamasında maddi kaybına ilişkin olarak yalnızca eğitimine
ara vermek zorunda kaldığına ilişkin bir belgeyi sunmuş olması göz önüne alındığında, hakkaniyet
ilkesi gereği davacının tazminat isteğine konu işlem tarihindeki yaş durumu da dikkate alınarak en
azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan net asgari ücretin tamamı
üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlık, 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat istemine ilişkin davada, tutuklandığı tarihte öğrenci olan
davacı lehine maddi tazminata hükmolunmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından,
Terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 17.12.2003 tarihinde gözaltına alınan davacının,
20.12.2003 tarihinde tutuklanıp 02.03.2004 tarihinde tahliye edildiği, A. 11. Ağır Ceza Mahkemesince
yapılan yargılama sonucunda 12.10.2004 tarih ve ... sayı ile atılı suçu işlediğine dair mahkûmiyetine
yeterli, kesin ve inandırıcı derecede her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden beraatine karar
verildiği, hükmün temyiz edilmeksizin 19.10.2004 tarihinde kesinleştiği,
Davacı vekilinin, 12.01.2005 havale tarihli dilekçesi ile, davacının tutuklandığı tarihte Hacettepe
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü son sınıf öğrencisi olduğunu, haksız olarak
tutuklanması nedeniyle sınavlara giremediğinden okulu uzatmak zorunda kaldığını, özel hayatının
sarsıldığını ve psikolojik olarak yıprandığını belirterek 5.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın dava
tarihinden itibaren kanuni faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ettiği,
H. Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı Yönetim Kurulunca 26.02.2004 tarih ve ... sayı ile, Fizik
Eğitimi Anabilim Dalında öğrenim gören davacının, 2003-2004 bahar döneminde izinli sayılma isteğinin
uygun olduğuna karar verildiği,
Mahkemece kolluk görevlilerine yaptırılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasına göre, davacının
Antalya’da ailesi ile birlikte oturduğu, ancak öğrenim nedeniyle Ankara’da yaşadığı, geçimini ailesinin
yardımıyla sağladığı, herhangi bir malvarlığının bulunmadığı,
...
Anlaşılmaktadır.
466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılacak tazminat davalarının hukukumuza girişi ve hukuki
niteliğine değinilmek suretiyle uyuşmazlık sağlıklı bir şekilde çözümlenebilecektir.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası,
ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası’nda düzenlenmiş, 30. maddesinde yakalama ve tutuklamanın hangi
hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında, 'Bu esaslar dışında işleme tâbi
tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir.' hükmü yer almıştır.
1961 Anayasası’nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat
Verilmesi Hakkındaki Kanun’un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı
olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun’un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm
olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat
isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile
kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası’nda da
sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son
fıkrasında, 'Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.'
hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı
Kanun’un 4. maddesi ile, 'Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat
hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.' şeklinde değiştirilmiştir.
Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinde de kişilerin
özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara
aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek,
bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 18. maddesi ile 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan
veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı
Kanun’un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144.
maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de 5320
sayılı Kanun’un 6. maddesindeki, '(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1
Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya
Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.'
hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler
yönünden uygulanmaya devam edecektir.
Davaya konu işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya
Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun’un 1. maddesi,
'1. Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hal ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut
tutukluluklarının devamına karar verilen,
2. Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen
bildirilmeyen,
3. Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hakim önüne çıkarılmayan,
4. Hakim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın
hürriyetlerinden yoksun kılınan,
5. Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmeyen,
6. Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya
son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına
karar verilen,
7. Mahkum olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra
sadece para cezasına mahkum edilen kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri
dairesinde Devletçe ödenir.' hükmünü içermektedir.
Kişilerin suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşmeden önce uygulanan yakalama ve tutuklama gibi
koruma tedbirleri, bazen bir kısım zararların meydana gelmesine de neden olabildiğinden, hürriyetten
yoksun kalanların haklarının teslim edilmesi amacıyla bu tedbirlerin uygulanması sonucu meydana gelen
zararların tazminine yönelik olarak söz konusu düzenleme öngörülmüştür.
Öğretide yer alan yaygın görüşe göre, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
nazaran, kural olarak Devletin yargılama faaliyetinden dolayı mali sorumluluğu kabul edilmemekte,
ancak kanun ile düzenleme yapılması hâlinde tazminat verilebileceği belirtilmektedir. Yakalama ve
tutuklamanın haksızlığını giderici bir müessese olan tazminat sisteminin hukuki niteliği de tartışmalıdır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kişilere karşı devletin tazminat sorumluluğunun dayanağı, farklı teorilere
dayandırılmış şahsi kusur, yardım, kusursuz sorumluluk, haksız fiil, risk teorisi veya organ teorisi gibi
kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır.
Hâkimlerin hukuki sorumluluklarını düzenleyen 6100 sayılı HMK’nın 46. maddesindeki genel kuralın
tazminatın dayanağı olduğu görüşü şahsi kusur teorisini açıklamış, haksız yakalanan veya tutuklanan
kişilere ödenen paranın tazminat değil devletin bu kişilere yardımı olduğunu ileri süren görüş de
yardım teorisini ortaya koymuştur. Risk teorisi ise, toplumda herkesin kanun dışı yakalanma veya
tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmakla beraber, uygulamada ancak bazı kişilerin haksız olarak
tutuklandığına, kamu düzeni faydası için bazı kimselerin zarar görebildiğine, bu zararın toplum tarafından
giderilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Devletin kendisine organik olarak bağlı olan organlarının yaptığı
işlemlerden doğan zarardan sorumluluğu da organ teorisi ile açıklanmıştır.
Haksız fiil teorisine göre ise, hukuk düzeninin uygun bulmadığı, hukuka, kanuna, örf ve adete
aykırı olan zarar verici filler haksız filler olup tazminat isteme hakkını doğuracaktır. Haksız fiile dayanan
sorumluluk hukukunda da, kişinin hukuka aykırı ve kusurlu eylemleri ile sebep olduğu zarardan
sorumluluğunu ifade eden kusur ilkesi ve kusuru aranmaksızın sadece kendisinin zarara sebep olması
hâlinde zarardan sorumluluğunu ifade eden sebebiyet ilkesi olarak iki ilke ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan, adalet hizmetinin yürütülmesi sırasında bir zarar doğmuşsa kusurlu olup olmadığına
bakılmaksızın devletin sorumlu tutulması gerektiği görüşü de kusursuz sorumluluk teorisi ile açıklanmıştır.
Bu konuda öğretide '466 sayılı Kanun’da öngörülen maddi ve manevi tazminatlar, hâkimlerin görevlerini
yaparken kasıtlı olmayan fakat hizmet kusuru olarak nitelendirilebilecek hatalı davranış ve kararları ya da
ihmali hareketleri ile haksız yakalama veya tutuklamaya sebep olduklarının anlaşılması üzerine devletin
objektif sorumluluğunun kabul edilmesi nedeniyle ortaya çıkan tazminatlardır' (Hasan Köroğlu, Haksız
Tutuklama Tazminatı, Adil Yayınevi, Ankara 1996, s.21.) şeklinde görüş de mevcuttur.
466 sayılı Kanun’un gerekçesinde de, '...yakalanmaları ve tutuklanmalarında kanuna uymayan bir cihet
bulunmamakla beraber bilahare haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer
olmadığına veyahut beraatlerine karar verilerek bu suretle tutuklanmaları veya yakalanmalarının haksızlığı
meydana çıkmış olanların da Devletten tazminat isteyebilecekleri ve bu tazminatın hukuki mesnedinin
de objektif mesuliyet esasına istinat ettiği netice ve kanaatine varılmaktadır' açıklamasına yer verilmiştir.
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 23.11.2004 tarihli ve 177-203 sayılı kararında ise, 466 sayılı Kanun’a
dayalı tazminatlarda, her türlü sorunun, öncelikle bu Kanun normlarıyla çözümlenmesi gerektiği, açıklık
bulunmayan ahvalde 'tazminat hukuku' kıyaslamasına başvurulacağı, fiilin en ziyade 'haksız fiil' benzeri
olduğu gözetilerek çözüme ulaşılacağı vurgulanmıştır.
466 sayılı Kanun’un 1. maddesinde 7 fıkra hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak
düzenlenmiş olup bunlardan uyuşmazlığı ilgilendiren altıncı fıkrasında, 'Kanun dairesinde yakalandıktan
veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına
yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen' kimselerin
uğrayacakları her türlü zararın, bu Kanun hükümlerine göre Devletçe ödeneceği belirtilmiştir. Bu fıkra
uyarınca tazminat hakkının doğması için, yapılan işlemin başlangıçta hukuka uygun olması, daha sonra
verilen kovuşturmaya yer olmadığına veya beraat kararı ile yapılan işlem veya verilen kararın tamamen
veya kısmen haksız hâle dönüşmesi gerekmektedir. Burada başlangıçta verilen kararlar veya işlemlerde
herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamakta, yakalama ve tutuklama tamamen hukukun öngördüğü
ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Kanun koyucu, hukuk devleti olmanın gereği olarak, fertlerin
başlangıçta hukuka uygun bir şekilde özgürlüklerinin kısıtlanmasının daha sonra verilen kararlarla özü
itibarıyla haksız bir hâle geldiğini kabul ederek, zararlarının tazminini kabul etmiştir.
Görüldüğü gibi, hukuka uygun bir şekilde yakalanan veya tutuklanan kişinin, 466 sayılı Kanun’un
1. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca tazminata hak kazanabilmesi için, hakkında son soruşturmanın
açılmasına veya kovuşturma yapılmasına yer olmadığına veyahut beraatine veya ceza verilmesine yer
olmadığına karar verilmesi yeterlidir. Kanun koyucu sonradan verilen ve kesinleşen bu kararlarla zararın
gerçekleştiğini başkaca hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek kalmaksızın kabul etmiş, hâkime zararın
doğup doğmadığını belirlemek yönünde herhangi bir takdir ve değerlendirme yetkisi tanımamıştır.
Fıkrada hâkime tanınan yetki, kanun koyucu tarafından doğduğu varsayılan zararın hak ve nasafet
kurallarına uygun olarak belirlenmesinden ibarettir.
Maddi tazminat ile davacının malvarlığında meydana gelen somut bir azalma ya da kazanç kaybı,
ödediği avukatlık ücreti gibi masrafların karşılanması amaçlanırken, manevi tazminat kişinin sosyal
çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden mahrum kalması nedeniyle duyduğu elem, keder, ıstırap
ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir.
Maddi tazminatın konusu, hukuka aykırı bir koruma tedbirine maruz kalan kişinin uğradığı maddi
zararlardır. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında karşılanması gereken maddi zarar,
malvarlığının aktif değerlerinde meydana gelen azalma veya pasifinde, başka bir anlatımla borçlarında
artma şeklinde oluşabilir.
Maddi tazminatın esasını oluşturan malvarlığında meydana gelen azalma veya gelir kaybının
tespitinde objektif ölçü ve belgelere dayanılmalı, kişinin gözaltına alınması ya da tutuklanmasından
önceki işine bakılmalıdır. Davacı işçi ya da memursa çalıştığı yerden, serbest meslek çalışanı ise ilgili
meslek kuruluşundan sorulup vergi kayıtları da incelenerek sağlık durumu, çalıştığı işin niteliği, hafta
sonu, dini ve milli bayramlarda çalışıp çalışmadığı araştırılıp sonucuna göre gerekirse bilirkişi marifetiyle
maddi kaybı hesaplanmalıdır.
Herhangi bir işte çalışmayan kişilere verilecek maddi tazminatın hesaplanmasında gözaltında ya da
tutuklu kaldıkları dönemdeki net asgari ücret göz önünde bulundurulmalı, serbest meslek sahibi olanların
ne kadar kazanç elde ettikleri vergi dairesi veya ilgili meslek kuruluşundan sorulmalı, belli bir işyerinde
çalışmayan, dolayısıyla aldıkları ücret ya da maaşı belirli olmayan kişilerin ise tarım veya sanayide çalışıp
çalışmadıkları araştırılıp bu alandaki asgari ücret üzerinden tazminat hesaplanmalıdır.
Tazminat hukukunun koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında da tatbiki gereken
genel prensipleri uyarınca, davacının dava dilekçesinde uğradığını ileri sürdüğü tüm zararlarının
niteliğini, miktarını ve buna ilişkin delillerini açıkça göstermesi gerekmektedir. Davacı, maddi kaybının
belirlenebilmesi bakımından herhangi bir işte çalışıyorsa buna ilişkin maaş bordrosu ve benzeri bilgi ya
da belgelerini ibraz etmeli, varsa tanıklarını göstermelidir.
Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebinde bulunulabilmesi için, zarar ile haksız işlem arasında
uygun illiyet bağı bulunması, zararın da hukuka uygun bir gelire ilişkin olması gerekmektedir. Örneğin
tefecilik yapan ya da kumar oynayan birisinin, tutuklu kaldığı günler için belirtilen yollarla elde edeceği
kazançtan yoksun kaldığını ileri sürerek açacağı tazminat davası kabul edilmeyecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Tutuklandığı tarihte herhangi bir işte çalışmayan ve H. Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği
bölümü son sınıf öğrencisi olan davacının, haksız gözaltı ve tutuklama sonucu sınavlara girememesi
nedeniyle eğitimi aksadığından zamanında mezun olamaması ve dava aşamasında maddi kaybına ilişkin
olarak yalnızca eğitimine ara vermek zorunda kaldığına ilişkin bir belgeyi sunmuş olması göz önüne
alındığında, hakkaniyet ilkesi gereği davacının tazminat isteğine konu işlem tarihindeki yaş durumu da
dikkate alınarak en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan net asgari
ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Öte yandan, gerekçeli karar başlığında 'Dava tarihi: 12.01.2005' yerine 'Suç tarihi: 11.02.2005',
'10.10.2012' olan karar tarihinin '12.10.2012' olarak hatalı şekilde yazılması ve davanın konusu tazminat
isteğine ilişkin olmasına rağmen 'Suç' ve 'Suç yeri' ibarelerine yer verilmesi de usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme kararına konu hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 24.01.2019 tarihli ve 506-47 sayılı
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)