Son İletiler

#1
Ticaret & Şirketler Hukuku / Yeni TTK Uyarınca Şirketin Ken...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 08 Aralık 2023, 13:44:27
1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ("Yeni TTK") 379 ve devamı maddeleri ile reform niteliğinde bir yenilik getirmektedir. Yeni TTK'nın yürürlüğe girmesi ile birlikte artık şirketler kendi paylarını iktisap edebilir ve payları üzerinde kendi lehlerine tesis edilecek rehni kabul edebilir. Bu makalemizde kısaca hâlihazırdaki iktisap yasağı ve sermaye piyasası mevzuatında yasağın kapsamının daraltılmasına yönelik gelişmeler irdelenecek, sonrasında da Yeni TTK ile getirilen şirketin kendi paylarını iktisap etmesi imkânının tabi olduğu koşullar ve kanuna aykırı iktisapların sonuçları incelenecektir.

TTK ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun İlke Kararı
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun ("TTK") 329. maddesi uyarınca anonim şirketlerin kendi paylarını ivaz karşılığı iktisap etmesi veya rehin olarak kabul etmesi yasaktır. Yasağa aykırı olarak yapılan işlemler kesin hükümsüzdür. Bu yasak ile şirketin sermayesinin, şirket alacaklılarının ve ortaklarının korunması amaçlanmış, keza, hakim pay sahibinin borsadaki zararını şirkete yüklemesi, sermayenin iadesi gibi sakıncalar engellenmek istemiştir. Bununla beraber, şirketin kendisini korumak için (örneğin manipülasyonları önlemek) hisselerini iktisap etme imkânı da bu yasak ile ortadan kalkmaktadır(i).

329. maddede bu yasağın istisnaları sınırlayıcı olarak sayılmıştır. Bu istisnalar, şirketin ancak sermaye azaltma kararına dayanarak, iştirak taahhüdü haricinde şirket alacaklarının ödenmesi amacıyla, malvarlığı veya işletmenin küllen devralınması yoluyla, yasak konusu işlemlerin şirketin iştigal konusu olması halinde, yönetim kurulu üyeleri, müdürler ve memurların yükümlülüklerine karşı paylarını rehin olarak yatırması ya da iktisabın ivazsız olması hallerinde kendi paylarını devralabilmesidir. Bu istisnalardan biri kapsamında iktisap edilen paylar genel kurulda temsil edilmez.

Sermaye Piyasası Kurulu ("SPK") 2011/31 sayılı SPK haftalık bülteninde 10 Ağustos 2011 tarihli ve 26/767 sayılı bir karar yayınlayarak payları İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda ("İMKB") işlem gören şirketlerin kendi paylarını iktisabına ilişkin ilkeleri düzenlemiştir. SPK'nın bu ilke kararında payları İMKB'de işlem gören bir şirket, ödenmiş/çıkarılmış sermayesinin %10'unu aşmamak ve payları azami üç yıl elinde tutmak kaydıyla İMKB'de işlem gören paylarının iktisabı için yönetim kurulunu yetkilendirebilir(ii). Pay bedelleri düşüldükten sonra kalan şirket aktifi, şirketin sermayesi ile dağıtılmasına izin verilmeyen yedek akçelerin toplamından az olamaz. Kararda iktisabın ne zaman yapılacağı, hangi hallerde özel durum açıklamalarının yapılacağı ve bu açıklamaların içeriği detaylı olarak düzenlenmiştir.

Her ne kadar SPK'nın bu kararı ile Yeni TTK'nın yürürlüğe girmesinden önce payları İMKB'de işlem gören şirketlerin kendi paylarının iktisabına imkân tanınmış olsa da bu kararın geçerliliği tartışmalıdır. Zira SPK, TTK ile yasaklanan, Sermaye Piyasası Kanunu'nda yapılmasına açıkça cevaz verilmemiş olan bir işleme düzenleyici bir işlem olan ilke kararı ile izin vermektedir. Hâlbuki düzenleyici işlemin kanuna uygun olması gerekir; aykırılık halinde ise üstün norm durumunda bulunan kanun uygulanır. Özellikle de TTK'da düzenlenen kendi paylarını iktisap yasağını ihlal eden işlemin kesin hükümsüz olduğu düşünüldüğünde SPK'nın bu ilke kararı ciddi sorunlar doğurmaya müsaittir. TTK madde 329'daki istisnalar haricinde SPK'nın ilke kararının TTK'ya aykırılığı ve buna dayanarak yapılan işlemlerin de geçersiz olması tehlikesi mevcuttur(iii).

Yeni TTK Rejimi
Yeni TTK, 379 ve devamı maddelerde şirketin kendi paylarını iktisap etme imkânını düzenlemektedir. Yeni TTK'nın gerekçesinde bu maddelerin kaynağının Avrupa Birliği'nin şirketlere ilişkin 77/91 sayılı genelgesi olduğu belirtilmiştir. Aşağıda Yeni TTK uyarınca şirketin kendi paylarını iktisap edebileceği veya rehin olarak kabul edebileceği haller irdelenmektedir.

379. madde uyarınca şirket, esas sermayesi veya çıkarılmış sermayesinin %10'unu aşmadığı müddetçe kendi hisselerini ivazlı olarak iktisap veya rehin olarak kabul edebilir. Üçüncü kişinin şirket hesabına yaptığı iktisap ile yavru şirket tarafından yapılan iktisaplar da bu yüzdenin hesaplanmasında dikkate alınır.

Şirket, pay adedi, toplam itibari değeri ile ödenebilecek pay bedelinin alt ve üst sınırlarını belirleyerek yönetim kurulunu bu işlemi yapmak üzere azami beş yıl süre ile yetkilendirebilir(iv). Böylelikle, genel kurula iktisaba ilişkin kontrol imkânı tanınmıştır(v). İktisap edilen pay bedelleri düşüldüğünde, şirketin aktifi en az esas sermaye veya çıkarılmış sermaye ile kanun ve esas sözleşme uyarınca dağıtılmasına izin verilmeyen yedek akçelerin toplamı kadar olmalıdır. Bu madde uyarınca iktisap edilen payların bedelinin tamamen ödenmiş olması aranır. Sermayenin korunmasına ilişkin kaygıların giderilmesi için 388. maddede açıkça şirketin kendi paylarını taahhüt edemeyeceği düzenlenmiştir.

381. maddede, 379. maddede aranan şartlardan biri olan genel kurulun yetki kararı olmaksızın pay iktisabı düzenlenmiştir. Bu maddeye göre yönetim kurulu, herhangi bir yetkilendirme kararı olmaksızın, ciddi ve yakın bir kayıptan kaçınmak için pay iktisabında bulunabilir. Ancak bu durumda yönetim kurulu, toplanacak ilk genel kurulda bu alımın amacı, toplam iktisap edilen pay adedi, itibari değerinin toplamı ve sermayeye oranı ile ödenen bedel ve ödeme şartları hakkında bilgi verir.

382. maddede ise, TTK madde 329'a paralel biçimde, yukarıda düzenlenen şart ve sınırlamalara tabi olmaksızın şirketin belli hallerde paylarını iktisap edebileceği düzenlenmiştir. Bu haller sermayenin azaltılması için, külli halefiyet gereği, şirket alacağının cebri icradan tahsili amacına yönelik olarak yapılan veya menkul kıymetler şirketlerinin yaptığı iktisaplardır.

Son olarak, madde 383, şirketin kendi paylarını veya yavru şirketin ana şirket paylarını yukarıda belirtilen sermayenin yüzde onunu aşmama sınırına tabi olmaksızın karşılık ödemeden (ivazsız) iktisap edebileceğini düzenlemektedir.

Şirketin kendi paylarını iktisap etmesi halinde pay sahipliği haklarının akıbeti konusunda Yeni TTK madde 389'da TTK'ya benzer bir düzenleme bulunmaktadır. Bu paylar genel kurul nisap hesabında dikkate alınmaz. 383. madde uyarınca ivazsız pay alma hakkı haricinde devralınan paylar şirkete pay sahipliği hakkı vermez.

Yeni TTK, şirketin kendi paylarını iktisap etmesi imkânını tanımakla beraber, ilgili maddelerinin dolanılmasını engellemek amacıyla 380. maddede finansal yardım yasağını düzenlemektedir. Ayrıca incelenmesi gereken bu madde uyarınca şirket, üçüncü bir kişiye, kendi paylarının iktisap edilmesi amacıyla konusu avans, ödünç veya teminat vermek olan işlemleri gerçekleştiremez; bu işlemler batıldır.

İktisap Edilen Payların Elden Çıkarılması
TTK'nın 329. maddesi uyarınca iktisap edilen payların sermaye azaltılması için iktisap edilmesi halinde derhal imha edilmesi, diğer hallerde de mümkün olan ilk fırsatta elden çıkarılması gerekir. Bu maddeye aykırı iktisaplarda elden çıkarma süresi öngörülmemiştir, zira söz konusu iktisabın geçersiz olacağı öngörülmüştür. SPK'nın ilke kararı, bu kararda belirtilen koşullara uygun olarak iktisap edilen payların üç yıl içerisinde, kararda belirtilen sermayenin yüzde onu eşiğini aşan payların ise altı ay içerisinde elden çıkarılması gerektiğini düzenlemektedir.

Yeni TTK ise, kanuna uygun olarak işlem yapılması halinde iktisap edilen payların tamamına ilişkin elden çıkarma yükümlülüğü getirmemektedir. Madde 384'te düzenlenen elden çıkarma yükümlülüğü şirketin iktisap ettiği paylarının sermayesinin yüzde onunu aşan paylar için uygulanır. Bu maddeye göre, 382. maddede (payların imha edildiği sermayenin azaltılması hali hariç olmak üzere) belirtilen istisnai hallerde devralınan ve madde 383 uyarınca ivazsız olarak iktisap edilen payların şirket için kayba yol açmayacak şekilde mümkün olan ilk fırsatta ve azami üç yıl içinde elden çıkarılması gerekmektedir.

385. maddede de ayrıca 379 ve 381. maddelere aykırı iktisap edilen payların akıbeti düzenlenmiştir. Kanuna aykırı iktisap edilen bu payların iktisap tarihinden itibaren en geç altı ay içinde elden çıkarılması veya üzerlerinde tesis edilen rehnin kaldırılması gerekir. Yeni TTK'da açıkça düzenlenmemiş olmakla beraber, bu madde hükmünden, kanuna aykırı işlemlerin geçerli olacağı sonucuna varılabilir. Zira TTK madde 329'un aksine Yeni TTK'da yukarıda incelenen maddelere aykırı iktisap işlemlerinin geçersiz olacağı düzenlenmemiştir(vi). Aksine bu şekilde iktisap edilen payların elden çıkarılması öngörülmüş, dolayısıyla da şirketin kendi paylarını bu düzenlemelere aykırı olarak dahi iktisap edebileceği kabul edilmiştir.

Sonuç
TTK, şirketin kendi paylarının iktisabını belli istisnalar haricinde yasaklamış ve geçersiz saymıştır. Halka açık şirketlerin İMKB'de işlem gören hisselerini SPK'nın yayınladığı 10 Ağustos 2011 tarihli ilke kararına göre geçerli olarak iktisap edip edemeyeceği, TTK'da düzenlenmiş yasağa aykırı olması nedeniyle tartışmalıdır.

Yeni TTK ise önemli bir yenilik getirerek genel kuruldan yönetim kuruluna verilecek bir izin ile şirket sermayesinin %10'unu aşmamak kaydıyla şirketlerin kendi paylarını iktisap edebileceğini düzenlemiştir. Ayrıca, şirketin karşılaştığı ciddi ve yakın kayıp tehlikesinin bulunması halinde yönetim kurulu izin almadan bile bu iktisaplar gerçekleştirebilecektir. Sermaye azaltımı ya da külli halefiyet gibi belli istisnaların bulunması ya da payların bedelsiz olarak iktisap edilmesi halinde de şirketlerin kendi paylarını devralabilme veya rehin olarak kabul edebilme imkânları muhafaza edilmiştir.

Bununla beraber, iktisap imkânını düzenleyen maddelerin dolanılmasını engellemek amacıyla kanunda finansal yardım yasağı düzenlenmiştir. Bu yasak uyarınca şirketin, üçüncü kişilerin kendi hisselerini alması için yapacağı finansman işlemleri geçersiz olacaktır.

(i) Şirketin kendi paylarını iktisap etmesinin fayda ve sakıncaları için bkz. Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Yeni Anonim ve Limited Ortaklıklar Hukuku ile Tek Kişi Ortaklığının Esasları, 2. Bası, İstanbul, 2011, par. 9-18 ila 9-21; Dr. Alihan Aydın, Anonim Ortaklığın Kendi Paylarını Edinmesi, İstanbul, 2008, sf. 66 vd.

(ii) SPK'nın bu ilke kararında yeni TTK tasarısının esas alındığı görülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Çağlar, Türk Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Anonim Şirketin Kendi Paylarını İktisap Etmesi, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi

(iii) SPK'nın ilke kararının TTK 329'daki düzenlemenin dışına çıktığı ölçüde kanuna aykırı olduğu, buna dayanarak yapılacak pay iktisabı işlemlerinin geçersiz olacağı ve üçüncü kişi iktisabında iyi niyetin korunmayacağı görüşünde bkz Prof. Dr. Veliye Yanlı, Doç. Dr. Gül Okutan, Şirketin Kendi Paylarının İktisabına İlişkin 10.08.2011 tarih ve 26-767 sayılı SPK İlke Kararının 6762 Sayılı TTK Çerçevesinde Değerlendirilmesi, 10 Şubat 2012, Arslanlı Bilim Arşivi

(iv) Maddenin gerekçesinde genel kurulun bu yetkinin kullanılmasını belirli bir amaca bağlayabileceği de belirtilmiştir.

(v) Prof. Dr. Ünal Tekinalp, a.g.e., par. 9-29.

(vi) 379 ve devamı emredici hükümlere aykırılığın yaptırımı hakkındaki tartışmalar için bkz. Dr. Alihan Aydın, a.g.e., sf. 313 vd.
#2
T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi                                                                           

ESAS NO   : 2022/13830
KARAR NO: 2023/5708   


İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ   : Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi
TARİHİ            : 15.11.2022
NUMARASI    : 2022/1820-2022/1736


Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

02.03.2005 tarih ve 5311 sayılı Kanunun 26. maddesi ile değişik 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 365/1. maddesinde; "İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir" hükmü yer almaktadır. Aynı maddenin 3. fıkrasında ise; "Bölge Adliye Mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar" düzenlemesine yer verilmiştir.

Somut olayda, temyizen incelenmesi istenen karar, muhafaza işlemine ilişkin şikayet olup, anılan kararın temyiz kabiliyeti bulunmamaktadır. 

Buna göre, Dairemizce incelenmesi istenen Bölge Adliye Mahkemesi kararı, İİK'nın 365/1-son maddesinde belirtildiği üzere KESİN nitelikte olduğundan, 5311 sayılı Kanunla değişik İİK'nın 364. maddesi ve 6100 sayılı HMK'nın 366. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken aynı Kanunun 352. maddesi uyarınca temyiz başvuru talebinin (REDDİNE), 05.10.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
#3
Danıştay 12. Dairesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hizmetli kadrosunda görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 94. maddesi uyarınca görevinden çekilmiş sayılmasına ilişkin işlemi "sözlü olarak mazeretini belirttiği" gerekçesi ile iptal eden mahkeme kararını onadı.


T.C.
DANIŞTAY
ONİKİNCİ DAİRE

Esas No: 2018/1821
Karar No: 2023/1239



İSTEMİN KONUSU:
. Bölge İdare Mahkemesi... İdari Dava Dairesinin . tarih ve E:., K:. sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem:
. Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hizmetli kadrosunda görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 94. maddesi uyarınca görevinden çekilmiş sayılmasına ilişkin . tarih ve . sayılı işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine kara verilmesi istenilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:
. İdare Mahkemesince verilen . tarih ve E:., K:. sayılı kararla; davacının işe gelmediği 11/03/2016 Cuma günü ile 22/03/2016 Salı günü arasında (12) günlük sürenin bulunduğu; fakat bu sürenin dört gününün resmi tatil olan ve davacının herhangi bir resmi görevinin olmadığı hafta sonu tatillerine denk geldiği, (8) günün ise çalışma gününe rastladığından davacının toplam (8) gün işe gelmediği dikkate alınarak, anılan fiille ilgili olan mevzuat hükmünün gerektirdiği yaptırım uygulanması gerekirken kesintisiz devamsızlık süresi 10 günü bulmayan davacının görevinden çekilmiş sayılmasına ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti:
. Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesince; 657 sayılı Kanunun 94.maddesinde yer alan, "görevin terk edilmesi ve bu terkin kesintisiz 10 gün devam etmesi halinde'' ifadesinden anlaşılacağı üzere, sürenin hesabında hafta sonu tatillerinin dikkate alınmaması halinde kesintisiz olarak 10 gün göreve gelmeme durumunun fiilen mümkün olmayacağı, bu nedenle sürenin hesabında hafta sonu tatillerinin de dikkate alınacağı açık olup, istinaf başvurusuna konu Mahkeme kararının gerekçesinde yasal isabet bulunmadığı; dava dosyasında mevcut olan soruşturma raporu eki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacının soruşturma sırasında verdiği ifadede, rahatsızlığı nedeniyle göreve gelemediği, bu durumu Hastane Müdür Yardımcısına sözlü olarak belirttiği, bu bildirimde ilgili yöneticiye doktora dahi gidemeyecek kadar rahatsız olduğunu ilettiği, izin almak amacıyla görüştüğü başka bir personele de rahatsızlığı nedeniyle izin almak amacıyla kuruma gelemediğini söylediği, bu anlatımların davacının iletişim kurduğu personel tarafından da doğrulandığı, dolayısıyla davacının göreve gelmemesinin sağlık durumundan kaynaklandığı ve bu durumun idarenin bilgisi dahilinde olduğu anlaşıldığından, davacının fiilinin, mezuniyetsiz veya kurumlarınca kabul edilen mazereti olmaksızın görevin terk edilmesi olarak nitelendirilemeyeceği sonucuna varıldığından dava konusu işlemde bu nedenle hukuka uygunluk, işlemin iptaline ilişkin Mahkeme kararında ise sonucu itibarıyla yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun gerekçeli olarak reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI:
Davacının sağlık mazeretini belgelendirmediği, görevden çekilmiş sayılması için kanuni tüm şartların gerçekleştiği belirtilerek Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI: Savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ:
Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan Bölge İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davalı idarenin temyiz isteminin reddine,
2. Dava konusu işlemin yukarıda özetlenen gerekçeyle iptaline ilişkin İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun gerekçeli olarak reddi yolundaki temyize konu . Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin . tarih ve E:., K:. sayılı kararının ONANMASINA,
3. Temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına,
4. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 50. maddesi uyarınca, bu onama kararının taraflara tebliğini ve bir örneğinin de . Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesine gönderilmesini teminen dosyanın . İdare Mahkemesine gönderilmesine, 15/03/2023 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
#4
Tazminat Hukuku / İhalenin Feshi Halinde Mahrum ...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 05 Aralık 2023, 13:06:49
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO   : 2019/1864
KARAR NO: 2021/5272
   


Taraflar arasındaki İlk Derece Mahkemesinde görülen İİK'nun 5. maddesine dayalı maddi tazminat davasında verilen davanın esastan reddine ilişkin hüküm hakkında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davacının başvurusu üzerine yapılan istinaf incelemesi sonucunda; esas yönünden istinaf isteminin reddine ilişkin kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine  dosya içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

-K A R A R-
Davacı vekili; . İcra Müdürlüğünün 2009/*** sayılı dosyasında dava dışı takip alacaklısı A. A.Ş. tarafından dava dışı takip borçlusu . Gıda İşletmeleri Ltd. Şti aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatıldığını, ... 2 nolu parselde kayıtlı taşınmazın 13/12/2013 tarihinde en yüksek pey süren müvekkiline 107.100,00 TL bedelle ihale edildiğini ancak dava dışı borçlu tarafından açılan ihalenin feshi davasının kabulü ile 13/12/2013 tarihli ihalenin feshine karar verildiğini, taşınmazın değer kazandığını ve alım ve satım bedeline ilişkin kardan mahrum kaldığını beyan ederek, mahrum kaldığı kar ve ihalenin feshi davasında yapmış olduğu masraflar yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 15.000,00 TL maddi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince, davacıya ihale bedelinin nemaları ile beraber ödenmiş olduğu, ihale kesinleşmeden davacının taşınmaz üzerinde tasarruf hakkı bulunmadığından zararının bulunmadığı gerekçesi ile davanın esastan reddine karar verilmiş; karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK'nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının ONANMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine ve aşağıda dökümü yazılı 14,90 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 22/09/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#5
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO   : 2019/3127
KARAR NO: 2021/7447



Davacı N.Y. vekili Av. M.K. tarafından, davalılar Adalet Bakanlığı ve Türkiye Ekonomi Bankası A.Ş aleyhine 18/11/2016 gününde verilen dilekçe ile İİK'nın 5. maddesi uyarınca icra memurunun kusurundan kaynaklanan tazminat istenmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonunda; davalının davalı Bakanlık yönünden kabulüne, davalı banka yönünden husumet yokluğundan reddine dair verilen 25/10/2018 günlü kararına karşı davalı Bakanlık vekilinin istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede; davalı Bakanlık vekilinin istinaf başvurusunun HMK 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddine dair Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince verilen 17/09/2019 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı Bakanlık vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
 
KARAR
1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK'nın 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına göre davalı Bakanlık vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2) Davalı Bakanlık vekilinin diğer temyiz itirazına gelince;    

Davacı vekili; davalılardan Türkiye Ekonomi Bankası A.Ş nin alacaklısı olduğu . İcra Müdürlüğünün 2012/**** sayılı icra takip dosyasında borçlulardan T. Tarım Şirketi adına kayıtlı olup borç nedeniyle haczedilen 6 nolu bağımsız bölümün ihale ile satışa çıkarıldığını, 31/03/2014 tarihinde yapılan ihalede taşınmazın 171.000,00 TL bedelle davacıya ihale edilerek 17/04/2014 tarihinde davacı adına tapuya tescil edildiğini, takip dosyası borçlularının satış ilanının kendilerine usulsüz şekilde tebliğ edildiğini ileri sürerek 27/06/2014 tarihinde . İcra Hukuk Mahkemesinin 2014/*** esas sayılı dosyasında açtıkları davada ihalenin feshine karar verildiğini ve işbu kararın 02/06/2016 tarihinde kesinleştiğini, ihale bedelinin icra dosyası alacaklısı olan davalı bankanın kasasında bir buçuk yıla yakın bir süre kaldığını, ihalenin feshi kararının kesinleşmesi üzerine ihale bedelinin davacıya 03/10/2016 tarihinde iade edildiğini, Almanya'da işçi olarak çalışan davacının davaya konu taşınmazı ihaleden almaktaki niyetinin baba yurdunda bir ev edinmek olduğu, bu evi almasaydı başka bir ev alma amacında olduğunu belirterek, öncelikle ihalesi feshedilen evi ya da emsalini dava tarihi itibariyle ne kadar paraya alacak ise davacının ödediği ihale bedeli olan 171.000,00 TL nin bu rayiç bedelden tenkis edilerek, aradaki fark bedelin (müspet zararın) dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini, aksi kanaat halinde ise ihalede ev için ödediği para ve yaptığı tapu masraflarının ihale tarihinden paranın iade edildiği tarihe kadarki en yüksek banka mevduat faizinin, keza ihalede alınan evin tahliyesi ve tadilatı için yapılan masrafların tespiti ile en son tarih olan temmuz 2014 tarihinden dava tarihine kadarki en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 11/07/2016 tarihli ıslah dilekçesiyle davaya konu taşınmazın dava tarihindeki değeri ile ihale bedeli arasındaki fark olan 126.000,00 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.

İlk derece mahkemesince; benimsenen bilirkişi raporunda ihalenin feshi kararının kesinleştiği 02/06/2016 tarih itibariyle taşınmazın değerinin 320.000,00 TL olarak belirlendiği, bu miktardan davacının ihale bedeli olarak ödediği 171.000,00 TL nin mahsubu ile davacının  zararının 149.000,00 TL olduğu, ancak davacının talebiyle bağlı olarak ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 126.000,00 TL nin 10.000,00 TL sinin dava tarihinden, 116.000,00 TL sinin 12/07/2017 ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Adalet Bakanlığından tahsiline; icra müdürlüğünce yürütülen ihale işlemleri ile arasında illiyet bağı bulunmayan davalı banka yönünden davanın pasif husumet yokluğundan reddine karar verilmiş; karara karşı davalı Bakanlık vekili istinaf yoluna başvurmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince; davacının ihale yolu ile taşınmaz mülkiyetini elde etmesine rağmen, sonradan icra memurunun kusurlu eylemi nedeniyle yapılan ihalenin feshine karar verildiği, bu kapsamda taşınmazın mülkiyetinin davacının elinden alınıp eski malikine iade edilmiş olmasında davalı Bakanlık personelinin kusurunun bulunduğu, yapılan keşfe binaen alınan bilirkişi raporunda taşınmazın değerinin, mülkiyetin kaybedildiği tarih itibari ile belirlendiği gerekçesiyle, davalı Bakanlık vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı Bakanlık vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, İİK'nın 5. maddesi uyarınca icra memurunun kusurundan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

İlk derece mahkemesince, ihalenin feshine ilişkin kararın kesinleştiği tarihte davacının mülkiyet hakkını kaybettiği kabul edilerek, bu tarihteki taşınmazın değeri ile davacının ödediği ihale bedeli arasındaki fark davacının zararı olarak belirlenip davanın kabulüne ve bölge adliye mahkemesince davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmişse de, zararın kapsamına dair varılan sonuç usul ve yasaya uygun düşmemektedir. 

İcra İflas Kanunu'nun 5. maddesinde icra ve iflas dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davalarının İdare aleyhine açılabileceği ve İdarenin kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı olduğu düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında icra görevlilerinin sorumluluğu için aranan koşullar; görevlilerin kusurlu hareket etmiş olmaları, hareketleri sonucu zarar vermiş olmaları ve zararla hareket arasında illiyet bağının bulunmasıdır.

İhalenin feshi kararının kesinleşmesi ile alıcının ihale ile iktisap ettiği mülkiyet hakkı geçmişe etkili olarak son bulur ve hissedarlara geri döner (Baki Kuru İcra İflas Hukuku El Kitabı S. 622). İhale konusu taşınmazın alacaklı adına tescilinin yapılması ve ihale bedelinin hissedarlara dağıtılması da kazanılmış hak oluşturmaz. (12. Hukuk Dairesinin 22/01/2008, 2007/ 23029 esas, 2008/872 karar sayılı ilamı da bu yöndedir)

İİK.nun 134.maddesinin 5.fıkrasının son cümlesi ise; "İhalenin feshine ilişkin şikayetin kabulüne veya reddine ilişkin kararın kesinleşmesi üzerine, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir" hükmünü içermektedir.

Anılan madde uyarınca, ihale bedeli nemaları ile birlikte hak sahiplerine ödenir. İhalenin feshi talebinin kabulü halinde nemalandırılmış bu satış bedeli ihale alıcısına, reddi halinde ise alacaklıya ödenir.   

İİK 134. maddesinin 5. fıkrasından kaynaklı nemalar, alacaklıya alacağının yanında ihalenin kesinleşmesine kadar tahsil edememesi nedeniyle ödenmesi gereken ve depo edilen ihale bedelinin getirisi niteliğinde paralardır. Böylece ihale alıcısının ihalenin feshi halinde,  kendi yatırdığı paranın tamamı üzerinde hakkı olup, nema ihale alıcısına ödenir.

Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında somut olaya gelince; satış ilanının icra dosyası borçlusu T. Tarım Şirketinin vekillik görevinden istifa eden avukatına tebliğ edilip vekaletname sunan vekillerine veya asile satış ilanının tebliğ edilmemiş olması, diğer borçlu N.M. Tarım Şirketine satış ilanının tebliğ edilmemiş olmasında icra memurunun kusurunun bulunduğu açıktır. Dolayısıyla hukuka aykırılık unsuru oluşmuştur.

Davacı, ihale sonrasında taşınmazın maliki olmuş ise de, işlemin temelini oluşturan ihalenin feshedilmesi ile bu sıfatı son bulmuştur. İhale tarihi ile ihalenin feshi kararının kesinleşme tarihi arasında geçen süre içinde taşınmazın değerinde bir artış olması tabiidir. İhale alıcısı davacı, ihalenin feshedilebileceğini öngörerek ihaleye katılmış ve ihale bedelini ödemiş, ihalenin feshi kararının kesinleşmesinden sonra ise ihale bedeli olarak yatırdığı tutar, takip alacaklısı olan davalı banka tarafından davacıya iade edilmiştir. Davacının talep ettiği taşınmaz bedel farkı, davacının mal varlığında meydana gelen bir zarar niteliğinde değildir. Dolayısıyla, ihaleye konu taşınmazın davacı adına tescil edilmesi, davacı yönünden kazanılmış hak oluşturmaz.

Uyuşmazlık İİK'nın 5. maddesinden kaynaklı olup, haksız fiile ilişkin hükümlerin uygulanacağı açıktır. Haksız fiillerde ise tazminat olarak, gerçek zararın karşılığına hükmedilir.  Davalı Bakanlığın sorumluluğu ise, icra memurunun kusurlu eylemi ile doğan zarar kadardır.

Şu halde; icra memurunun kusurlu eylemi nedeniyle davacının, İİK'nın 134. maddesinin 5. fıkrası uyarınca 171.000,00 TL ihale bedelini icra dosyasına ödediği tarih ile ihale bedelinin kendisine iade edildiği tarihler arası işleyecek faizden oluşan zararının belirlenerek bu miktarın hüküm altına alınması gerekirken, ihalenin feshi kararının kesinleştiği tarihteki taşınmazın değeri ile davacının ödediği ihale bedeli arasındaki farkın davacının zararı olarak belirlenip davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır. Bu nedenle, bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak, hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK 373/1. maddesi gereğince kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının HMK 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, davalı Bakanlık vekilinin diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte gösterilen nedenlerle reddine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 25/10/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#6
T.C.
ADALET BAKANLIĞI
Personel Genel Müdürlüğü
26/10/2017
Sayı : 32992892-E...............
Konu : Ticari Faaliyet

.................. CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA


İlgi :........ tarih ve ........ sayılı yazınız.

.............. Adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapan .................'ın limited şirkete ait 350 adet paydan 35 adet payı şirketin aktif ve pasifine ilişkin tüm hak ve borçlarıyla devralmasının, ticaret veya diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunma yasağı kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususundaki ................ Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığının ......... tarih ve .............sayılı görüş talep yazısı incelenmiştir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun, "Ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunma yasağı" başlıklı, 28 inci maddesinde;

"Memurlar Türk Ticaret Kanununa göre (Tacir) veya (Esnaf) sayılmalarını gerektirecek bir faaliyette bulunamaz, ticaret ve sanayi müesseselerinde görev alamaz, ticari mümessil veya ticari vekil veya kollektif şirketlerde ortak veya komandit şirkette komandite ortak olamazlar. (Görevli oldukları kurumların iştiraklerinde kurumlarını temsilen alacakları görevler hariç). İptal cümle: Anayasa Mahkemesi'nin 18/7/2012 tarihli ve Memurlar, mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamaz; gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamaz.

Memurların üyesi oldukları yapı, kalkınma ve tüketim kooperatifleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve kanunla kurulmuş yardım sandıklarının yönetim, denetim ve disiplin kurulları üyelikleri ile özel kanunlarda belirtilen görevler bu yasaklamanın dışındadır.

..." hükmü yer almaktadır.

Devlet Personel Başkanlığının 12/02/2014 tarih ve 506 sayılı görüş yazısında;
"...
anonim şirketin esas sözleşmesinde veya limited şirketin şirket sözleşmesinde şirketi idare ve temsil edecek kişiler arasında sayılmamak ve bu şirketlerin yönetimi ile denetiminde de görev almamak kaydıyla 657 sayılı Kanuna tabi Devlet memurunun anonim veya limited şirket ortağı olmasında yasal açıdan bir sakınca olmadığı değerlendirilmektedir." şeklinde açıklamaya yer verilmiştir.

Yukarıda yer verilen açıklamalar uyarınca; limited şirketin şirket sözleşmesinde şirketi idare ve temsil edecek kişiler arasında sayılmamak ve bu şirketin yönetimi ile denetiminde yer almamak kaydıyla memurların limited şirket ortağı olabileceği, ilgilinin durumunun bu kapsamda Komisyon Başkanlığınca değerlendirilmesi gerektiği mütalaa edilmektedir.

Bilgi edinilmesini rica ederim.


Hâkim
Bakan a.
Genel Müdür Yardımcısı
#7
Genel İcra Hukuku / 18 yaşından küçük borçluya teb...
Son İleti Gönderen WatchAndLearn - 30 Kasım 2023, 10:21:34
Değerli Müdürlerim borçlu 18 yaşından küçük  takip borçluya açılmış tebligat nasıl yapılmalı? Yeni bir takip talebi ile velisinin bildirilmesi  halinde veliye mi yapılmalı cevaplarınız için teşekkürler.
#9
T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ

Esas  No   : 2022/7855
Karar No   : 2023/921



Taraflar arasındaki şikayet davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın alacaklı tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı alacaklı tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi ..... tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı üçüncü kişiler vekili, şikayet dilekçesinde; borçlu hakkında başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla ilamsız icra takibinde, borçluya ait olduğundan bahisle haczedilen taşınmazın kendilerine ait olduğunu, hacizden önce taşınmazlar hakkında borçluya ait tapu kaydını iptali ile kendileri adına tescil kararı verildiğini, kararın hacizden önce kesinleştiğini, kararın kesinleşmesi ile mülkiyetin kendilerine geçtiğini, bu nedenle icra müdürlüğüne yaptıkları haczin kaldırılması taleplerinin reddinin usulsüz olduğunu ileri sürerek müdürlük kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı alacaklıya şikayet dilekçesi tebliğ edilmediği, bu nedenle cevap dilekçesi sunulmadığı görülmüştür.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; . Aile Mahkemesi'nin 2010/1465 E.-2010/1453 K. sayılı ilamı ile taşınmazın tapu kayıtlarının iptali ile %65 hissesinin şikayetçi İ.S. S.'a, %35 hissesinin şikayetçi S.S. adına kayıt ve tesciline, karar verildiği, anılan kararın 03.12.2010 tarihinde kesinleştiği, TMK'nın 705. maddesi uyarınca mülkiyetin tescilden önce kazanılmasına yol açan nedenlerden birisinin de mahkeme kararı olduğu, bu sebeple taşınmaz borçlu adına kayıtlı olsa bile üçüncü kişi adına verilen tescil kararının kesinleştiği tarihte mülkiyetin üçüncü kişiye geçtiği, bu tarihten sonra konulan haczin kaldırılması gerektiğinden müdürlük kararının isabetsiz olduğu gerekçesi ile şikayetin kabulü ile 28.06.2020 tarihli müdürlük kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri
Davalı alacaklı vekili istinaf dilekçesinde; şikayetçilerin haczin kaldırılması için genel mahkemelerde mülkiyet hakkına dayalı olarak dava açması gerektiğini, dar yetkili icra mahkemesinde takip hukukuna göre değerlendirme yapılması gerekirken şikayetin kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek mahkeme kararının kaldırılması ile şikayetin reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; TMK'nın 705. maddesi gereğince tapu iptali ve tescil kararının kesinleşmesi ile birlikte taşınmazın mülkiyeti lehine tescil kararı verilen kişiye geçeceği, hacizden önce kesinleşen mahkeme ilamı ile mülkiyet hakkının sona ermesi durumunda, tapu kaydının aleniyeti kadar hukuki değer arzeden kesinleşmiş mahkeme kararının (ilamın) göz ardı edilmesinin mümkün olmadığı, şikayetçi maliklerin taşınmazın kendilerine ait olduğunu ispat açısından ellerindeki kesin hüküm karşısında başvurabileceği başka bir hukuki yol bulunmadığı, bu durumda şikayetçi 3. kişiler lehine verilen tapu iptali ve tescil kararının kesinleşme tarihinden çok sonra taşınmaza konulan haczin sonuç doğurmayacağı gerekçesi ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davalı alacaklı vekili temyiz dilekçesinde; istinaf nedenlerini tekrarla Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasını talep etmiştir.


C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, icra memurunun işleminin iptali istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 16. maddesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 705. maddesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile sair yasal mevzuat.

3. Değerlendirme
Hukuk Genel Kurulu'nun 07.04.2004 tarih ve 2004/12-210 E. - 2004/208 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere, taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması zorunludur.
4721 sayılı TMK'nun 705. maddesinde; "Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır" hükmü yer almaktadır.
Şikayetçilerin dayanak yaptığı . Aile Mahkemesinin 2010/1465 E. - 2010/1453 K. karar sayılı ilamı ile borçlu adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın şikayetçiler adına tesciline karar verildiği, taşınmazın şikayetçiler adına tescilinin 17.06.2020 tarihinde yapıldığı, taşınmazın haciz tarihi olan 16.05.2019 tarihinde borçlu adına tapuda kayıtlı olduğu görülmektedir. İcra müdürü haciz işlemini yaparken bir başka anlatımla haciz tarihinde, taşınmazın borçlu adına kayıtlı olması zorunlu ve yeterli olup şikayetçilerin haczin kaldırılması istemi ancak genel mahkemede açılacak davada tartışılabilir.

O halde, mahkemece, taşınmazın haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması nedeniyle şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi ve Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddi isabetsiz olup, Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;

1. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

16.02.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi
#10
Genel İcra Hukuku / haciz konulan taşınmazın haciz...
Son İleti Gönderen WatchAndLearn - 28 Kasım 2023, 16:11:52
Değerli Müdürlerim bir dosyamızda borçlunun ... taşınmazına haciz koyuyoruz. Daha sonra borçlu taşınmazı hacizli olarak satıyor. Akabinde alacaklı vekili aynı taşınmaza haciz konmasını  istiyor. Ancak borçlu adına olmadığından  haciz konulamıyor. Şimdi borçlu İİK 106-110 maddeleri gereğine hacizlerin fekkin talep ediyor. Bu durumda haciz kaldırılabilir mi? Cevaplarınıziçin şimdiden teşekkür ederim.