YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 22.01.2019 tarihli ve 512-38 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:59:05

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

avatar_İçtihat

Kitabın diğer bölümlerindeki kararlarda 4733 ve 5607 sayılı Kanunlara ilişkin hukuki açıklamalar bulunduğundan,
tekrardan kaçınmak adına bu kararın yalnızca özetine yer verilmiştir.
5015 SAYILI PETROL PİYASASI KANUNU
KARARLAR
-1
ÖZET: Sanığa atılı 5015 sayılı Kanun’un Ek 5/1. maddesinde düzenlenen suç bakımından, aynı
Kanun’un suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 13/4. maddesindeki özel hüküm nedeniyle davaya
katılma hakkının Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna ait olduğu, yüklenen suçtan doğrudan zarar
görmeyen ve kamu davasına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hüküm bulunmayan Gümrük
Müdürlüğünün ise bu suçu takip etme görevinin ve dolayısıyla kamu davasına katılma hakkının
bulunmadığı kabul edilmelidir.
Gümrük İdaresinin direnme kararına konu hükmü temyiz ettiği, direnme kararına konu hükme
yönelik temyiz talebinin yerinde olup olmadığını değerlendirme yetkisinin, direnme kararının Özel
Dairece yerinde görülmeyip Ceza Genel Kuruluna gönderildiği de dikkate alındığında direnme kararını
inceleyecek olan Ceza Genel Kuruluna ait olduğu, bu nedenle Özel Dairenin, Gümrük İdaresinin temyiz
talebini reddine dair kararının hukuki değerden yoksun olduğu belirlenmiş olup Özel Daire ile Yerel
Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar,
1- Şikâyetçi V. Gümrük Müdürlüğü vekilinin, sanık A.İ. hakkındaki hükmü temyiz etme hak ve
yetkisinin bulunup bulunmadığının,
2- Sanık A.İ.’ye atılı 5015 sayılı Kanun’a muhalefet suçunun sabit olup olmadığının,
3- Sanık E.A.’nın temyiz dilekçesi içeriğine göre incelemenin Özel Dairece mi yoksa Ceza Genel
Kurulunca mı yapılması gerektiğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından,
Olay yeri tespit tutanağına göre, kolluk görevlilerince 07.09.2010 tarihinde, saat 18.00-20.00 saatleri
arasında I. Köyü, B. Mezrası, B. Köprüsü mevkisinde icra edilen önleyici hizmet devriyesi sırasında, saat
18.30 sıralarında B. Mezrası istikametinden V.-H. devlet karayolu istikametine doğru seyir hâlinde bulunan
65 . . plaka sayılı beyaz renkli İsuzu marka kamyonetin, B. Köprüsüne 200 metre kala durup 5 dakika kadar
bekledikten sonra yola devam etmesi üzerine şüphelenilerek köprü üzerinde durdurulduğu, yapılan kimlik
kontrolünde aracı sevk ve idare eden şahsın sanık E.A., yanında bulunan şahsın ise sanık A.İ. olduğunun
tespit edildiği, sanık E.A’ya araçta ne sevk ettiği sorulduğunda, çiftçilik yaptığı için traktöründe kullanmak
amacıyla B. ilçesinin Y. Ç. Köyünde ikamet eden ismini bilmediği bir şahıstan satın aldığı 40 adet bidonda
İran mazotu denilen kaçak akaryakıt taşıdığını söylediği, nöbetçi Cumhuriyet savcısından alınan talimatla
sanıkların, toplam 2.400 litre kaçak mazotun ve nakil aracının jandarma karakoluna götürüldüğü,
Muhafaza altına alma tutanağına göre, sanıkların kaçak akaryakıtı ve suçta kullanılan nakil aracını rıza
ile teslim ettikleri,
Ulusal marker tespit tutanağına göre, ele geçen akaryakıtın cihazla yapılan kontrolünde marker
seviyesinin geçersiz olduğu,
31.12.2010 tarihli ve nolu T. M. kırsal motorin muayene raporunda, ele geçen akaryakıtın marker
seviyesinin geçersiz olduğunun, numuneye hafif ürün karıştırıldığının ve teknik düzenlemede yer alan
özelliklere aykırı olduğunun bildirildiği,
03.12.2010 tarihli bilirkişi raporuna göre, yakalanan mazot miktarının 2.400 litre olduğu, 1 litresinin
CİF değerinin 0,60 TL olduğu,
Kaçak eşyaya mahsus tespit varakasında, kaçak motorinlerin CİF kıymetinin 1.440 TL, gümrük
vergilerinin 4.013,02 TL, gümrüklenmiş değerinin ise 5.453,02 TL olduğunun belirtildiği,
Keşifte dinlenen bilirkişi beyanına göre, suç eşyasının naklinde kullanılan 65 .. ... plaka sayılı, 1996
model İsuzu marka kamyonetin üzerinde kaçakçılık için hazırlanmış gizli ya da özel bölme bulunmadığı,
azami yüklü ağırlığı tahmini 7.000 kg olan aracın piyasa değerinin ise suç tarihi itibarıyla 1.000 TL olduğu,
Sanık A.İ.’nin, 08.11.2010 ve 18.07.2011 tarihli dilekçeleriyle aracın kendisine ait olduğunu belirterek
iadesini talep ettiği, son dilekçesi üzerine aracın, 1.000 TL teminat karşılığında bu sanığa teslim edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık E.A. kollukta, dayısı sanık A.İ.’ye ait olan kamyonetle B. ilçesinin Y. Ç. Köyünden tanımadığı bir
şahıstan yaklaşık olarak 39-40 jelikan kaçak mazot alarak aracın kasasına koyduğunu, B.’ye seyir halinde
iken B. Köprüsüne geldiğini, köprünün üzerinde bekleyen dayısı sanık A.İ.’yi araca aldığını ve B.’ye doğru
yola çıktıkları esnada karşıdan gelen jandarma ekipleri tarafından durdurulduğunu, çiftçilik yaptığını,
kaçak mazotu traktörde kullanmak için aldığını, ticari amacının bulunmadığını,
Duruşmada benzer anlatımlarından farklı olarak, suçta kullanılan nakil aracını sanık A.İ.’den olay
tarihinden önce 6.000 TL’ye haricen satın aldığını,
Sanık A.İ. kollukta, İstanbul’da ikamet ettiğini, B.’de oturan kardeşlerinin ve babasının yanına gezmeye
geldiğini, olay tarihinde B.’den bindiği minibüsten B. Köprüsünde inip yeğeni sanık E.A.’yı beklemeye
başladığını, 10-15 dakika sonra yeğeninin araçla yanına geldiğini, aracın ön tarafına bindikten sonra B.’ye
doğru gitmeye başladıkları esnada karşı istikametten gelen jandarma ekiplerinin aracı durdurduğunu,
görevlilerin aracın kasasında kaçak mazot bulunduğunu tespit ettiklerini, olayla alakasının bulunmadığını,
Duruşmada ise farklı olarak, suçta kullanılan nakil aracını sanık E.A.’ya haricen sattığını, olay tarihinde
de bu araca tesadüfen bindiğini,
Savunmuşlardır.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1-Şikâyetçi V. Gümrük Müdürlüğü vekilinin, sanık A.İ. hakkındaki hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin
bulunup bulunmadığı,
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanun’un uygulanmasında
kurumun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunu ifade ettiği belirtilmiştir.
5015 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 13. maddesinin dördüncü fıkrası,
'Kurum, piyasa faaliyetlerine ilişkin olarak açılmış veya açılacak kamu davalarına müdahil olabilir. Bu
konularla ilgili olarak suç duyurusunda bulunabileceği gibi mevzuatın uygulanması açısından, adlî ve mülkî
makamlardan yaptırım talebinde bulunabilir.' şeklinde düzenlenmiş iken 11.04.2013 tarihinde yürürlüğe
giren 6455 sayılı Kanun’un 40. maddesi ile,
'Kurum, piyasa faaliyetlerine ilişkin olarak lisans sahipleri veya yetkilileri hakkında açılan kamu davalarını
katılan sıfatıyla takip edebilir. Bu konularla ilgili olarak suç duyurusunda bulunabileceği gibi mevzuatın
uygulanması açısından, adlî ve mülkî makamlardan yaptırım talebinde bulunabilir.' hâline getirilmiştir.
5607 sayılı Kaçakçıkla Mücadele Kanun’un 'Davaya katılma' başlıklı 18. maddesi ise,
'Bu Kanunda tanımlanan suçlar dolayısıyla açılan davalarda mahkeme, iddianamenin bir örneğini ilgili
gümrük idaresine de gönderir. Başvurusu üzerine, ilgili gümrük idaresi açılan davaya katılan olarak kabul
edilir.' şeklinde düzenlenmiştir.
Bu aşamada 'mağdur','suçtan zarar gören' ve 'malen sorumlu' kavramları ile 'kamu davasına katılma'
kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 237/1. maddesinde, 'Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen
sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar
şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler' hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi
bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Bu düzenleme, 1412 sayılı CMUK’un 365. maddesindeki, 'Suçtan
zarar gören herkes, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilir' hükmü ile
benzerlik göstermekte ise de yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda
suçtan zarar göreni ifade eden mağdur da eklenmek suretiyle, madde, öğreti ve uygulamadaki görüşlere
uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların kanunun kendilerine
tanıdığı hak ve yetkileri haiz olarak davada yer almasına öğreti ve uygulamada 'davaya katılma' veya
'müdahale' denilmekte, davaya katılma talebinin kabul edilmesi hâlinde ise davaya katılma isteminde
bulunan kişi 'katılan' ya da 'müdahil' sıfatını almaktadır.
Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü
Kanunu’nda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke
olarak şartların varlığı halinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti
ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin 'suçtan zarar görmesi' şartı aranmış,
ancak kanunda 'suçtan zarar gören' ve 'mağdur' kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi
ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya
açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen,
'mağdur','suçtan zarar gören' ve 'malen sorumlu olan' kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki
uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir.
Malen sorumlu, yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî
ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, 'haksızlığa uğramış kişi' olarak tanımlanmaktadır.
Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan
mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de, bunlar
mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir.
Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun
mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belli bir kişi olmayıp, toplumu oluşturan herkes (geniş
anlamda mağdur) olabilecektir. (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen–M. Emin Alşahin–Kerim Çakır, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s.305, İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku
Genel Hükümler, 11. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.214-217, Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106-107, Osman Yaşar-Hasan
Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2010, s.7702-7703)
'Suçtan zarar görme' kavramı gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında,
'suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali' olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da
dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus,
Ceza Genel Kurulunun 08.11.2016 gün ve 830-412, 03.05.2011 gün ve 155–80, 04.07.2006 gün ve 127–
180, 22.10.2002 gün ve 234–366 ile 11.04.2000 gün ve 65–69 sayılı kararlarında, 'dolaylı veya muhtemel
zarar, davaya katılma hakkı vermez' şeklinde açıkça ifade edilmiştir.
Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak, bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK’nın davaya
katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka
bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı
suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir.
Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi
uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele
Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi
uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne
uygun başvuruda bulunmaları halinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel
kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların
suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun
22.10.2002 gün 234-366, 03.05.2011 gün ve 155-80 ile 21.02.2012 gün 279–55 ve 15.04.2014 gün 599-190
sayılı daha sonraki bir çok kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Sanığa atılı 5015 sayılı Kanun’un Ek 5/1. maddesinde düzenlenen suç bakımından Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumu’nun davaya katılma hakkı olduğuna ilişkin, anılan Kanun’un suç tarihi itibarıyla
yürürlükte bulunan 13. maddesinin dördüncü fıkrasında özel hüküm bulunmaktadır. Anılan suçtan
doğrudan zarar görmeyen ve kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün de
bulunmaması nedeniyle bu suçu takip etme görevi bulunmayan V. Gümrük Müdürlüğünün kamu
davasına katılma yetkisi olmadığı gibi Yerel Mahkemece verilen katılma kararı hukuki değerden yoksun
olup hükmü temyiz etme hakkı vermeyecektir.
Bu itibarla, V. Gümrük Müdürlüğü adına vekilinin yapmış olduğu temyiz isteğinin reddine karar
verilmelidir.
2-Sanık A.İ.’ye atılı 5015 sayılı Kanun’a muhalefet suçunun sabit olup olmadığı,
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun Ek 5/1. maddesinde bulunan, 'Kaçak petrolü satışa arz eden,
satan, bulunduran, bu özelliğini bilerek ticari amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla
kadar hapis cezası ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Kaçak petrolün ve kaçakçılıkta
kullanılan suç araç ve gereçlerinin müsaderesine de hükmolunur.' şeklindeki düzenleme 11.04.2013
tarihinde yürürlüğe giren 6455 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış ancak maddede
tanımlanan fiil suç olmaktan çıkarılmayarak aynı Kanun’un 54. maddesiyle 5607 sayılı Kaçakçılıkla
Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinin, 'Akredite laboratuvar analiz sonucuna göre Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumu tarafından belirlenen seviyede ulusal marker içermeyen, yasal yollarla Türkiye’de serbest dolaşıma
girdiği belgelendirilemeyen veya menşei belli olmayan akaryakıtı, üreten, satışa arz eden, satan, bulunduran,
bu özelliğini bilerek ticarî amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi
bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır' şeklindeki 11. fıkrasına aktarılmış, 28.06.2014 tarihinde
yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 89. maddesiyle de söz konusu fıkra, 'Ulusal marker uygulamasına
tabi olup da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun belirlediği seviyenin altında ulusal marker içeren veya hiç
içermeyen akaryakıtı,
a) Ticari amaçla üreten, bulunduran veya nakleden,
b) Satışa arz eden veya satan,
c) Bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan,
kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Ancak, marker
içermeyen veya seviyesi geçersiz olan akaryakıtın kaçak olarak yurda sokulduğunun anlaşılması hâlinde,
onuncu fıkra hükmüne istinaden cezaya hükmolunur' biçiminde değiştirilmiştir.
6455 sayılı Kanun’la 5015 sayılı Kanun’da yer alan kaçakçılık fiilleri 5607 sayılı Kanun’a aktarıldığından,
5015 sayılı Kanun’un 2/21. maddesinde yer alan,
'a) Kurumca belirlenen seviyede ulusal marker içermeyen akaryakıtı,
b) Yasal yollarla Türkiye’de serbest dolaşıma girdiği belgelendirilemeyen veya menşei belli olmayan
petrolü ve petrol ürünlerini,
c) Kurumdan izin alınmadan, akaryakıt haricinde kalan solvent, madenî ve baz yağ, asfalt, solvent nafta
ve benzeri petrol ürünlerinden elde edilen akaryakıtı ya da akaryakıta dönüştürmek maksadıyla kullanılan
veya bulundurulan akaryakıt haricinde kalan solvent, madenî ve baz yağ, asfalt, solvent nafta ve benzeri
petrol ürünlerini,
d) 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa göre kaçak olan petrolü ve petrol
ürünlerini,
e) Sıvı veya gaz halindeki hidrokarbonlarla, hidrokarbon türevi olan yakıtları nakleden boru hatlarından
(her türlü üretim, iletim ve dağıtım hatları dahil) veya bunların depolarından veya kuyulardan yasalara aykırı
şekilde alınan petrolü ve petrol ürünlerini,
...İfade eder' şeklindeki 'kaçak petrol' tanımı, 6455 sayılı Kanun’un 35. maddesiyle, 'Kaçak akaryakıt:
21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümleri uyarınca kaçak olarak kabul edilen
akaryakıtı...ifade eder' biçimine dönüştürülmüştür.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda hiç ya da yeterli
seviyede ulusal marker içermeyen akaryakıtın bu özelliği bilinerek satın alınmasının suç teşkil edebilmesi
için failin ticari amaçla satın almış olması şartı aranmış ancak 'ticari amaçla satın alma' kavramından ne
anlaşılması gerektiği hususunda bir tanımlamaya yer verilmemiştir.
Ticari amaç birçok kaçakçılık suçunda aranan bir manevi unsur olup öğretide bu konuda, 'Ticari amaç
maddi menfaat elde etmek amacıdır. Ticaret maddi kazanç için yapılan faaliyettir. Failin amacı kazanç dışında
amaç ise maddi unsuru eksik kalacaktır.' (Erdener Yurtcan, Yeni Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Şerhi, Beta
Yayınları, İstanbul, 2007, s.21), 'Bu suç düzenlemesinde kast, özel kasttır. Bu nedenle, bu suç düzenlemesi ancak
özel kastla işlenebilir. Bu özel kast, faildeki ticari amacı ifade eder. Fail, suç teşkil eden seçimlik hareketleri, ticari
amaçla (saikle) işlemesi gerekir. Eğer, failde ticari amaç bulunmuyorsa, bu suç oluşmayacaktır. Bu nedenle, bu
seçimlik hareketin kişisel kullanımlar için yapılması bu suçu oluşturmayacaktır.' (Mustafa Özen, 5607 sayılı
Kaçakçılık Kanununda Düzenlenen Suçlar, Adalet Yayınevi, 1.Bası, Ankara, 2015, s.98), 'Yurda kaçak olarak
sokulmamış ancak yeterli veya hiç marker içermeyen akaryakıtın, ticari amaçla üretilmesi, bulundurulması,
nakledilmesi satışa arz edilmesi, satılması ve markersiz olma özelliği bilinerek ticari amaçla satın alma
hareketlerinin fail tarafında bilerek ve istenerek yapılması halinde manevi unsur gerçekleşmiş olacaktır.
Ticari amaç gözetmeden kendi ihtiyacı için akaryakıt üreten, nakleden, bulunduran veya satın alan kişinin
bu fiillerinde kasten hareket ettiği kabul edilemez. Bir olayda manevi unsurun gerçekleşip gerçekleşmediği,
somut olayın tüm özellikleri, ele geçen eşyanın miktar ve değeri ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun, ceza
sorumluluğunun şahsiliğini, kastı, taksiri, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenleri düzenleyen
20–34. madde hükümleri birlikte değerlendirilerek belirlenmelidir.' (Seyfettin Çilesiz, İçtihatlı Kaçakçılıkla
Mücadele Kanunu Açıklaması, 5. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2018, s. 376-377), 'Ticari amaç olması için,
belli bir uğraşın sonunda maddi bir menfaat gereklidir. Kazanç dışında başka bir amaç varsa belirtilen suç
oluşmayacaktır. Örneğin, fail acıyarak yardım etmek veya korumak amacıyla belirtilen fiilleri işlerse bu takdirde
koşulları çerçevesinde iştirak iradesi araştırılacaktır. Kişisel kullanım veya tüketim çerçevesinde yapılanlar suç
kapsamında değerlendirilmemektedir.' (Dilara Şahin, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunundaki İthalat
Kaçakçılığı Suçları ve Kabahatler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul, 2011, s.68), 'Kendisinin kişisel kullanım ve tüketimi için kaçak eşyanın satın alınması,
saklanması, taşınması hareketleri kasten işlense dahi bu suç oluşmayacaktır' (Selçuk Bütün, 5607 Sayılı
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Kapsamında Gümrük Kaçakçılığı Suçları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2008, s.70) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Gerek 5015 gerekse 5607 sayılı Kanun’larla korunmak istenen amaçlardan biri de ticari hayatta
haksız kazanca bağlı rekabet dengesini bozabilecek unsurların ortadan kaldırılmasıdır. Nitekim, 5015
sayılı Kanun’un 'Amaç ve kapsam' başlıklı 1. maddesinde bu husus 'Bu Kanunun amacı, yurt içi ve yurt dışı
kaynaklardan temin olunan petrolün doğrudan veya işlenerek güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı
içerisinde kullanıcılara sunumuna ilişkin piyasa faaliyetlerinin şeffaf, eşitlikçi ve istikrarlı biçimde sürdürülmesi
için yönlendirme, gözetim ve denetim faaliyetlerinin düzenlenmesini sağlamaktır.' şeklinde ifade edilmiştir.
Bu nedenle kanun koyucu bazı kaçakçılık fiillerinde belirtilen hukuki değer bakımından doğrudan zarar
doğurucu nitelikte bulunmayan ticari amaç dışı hareketleri suç kapsamı dışında tutmayı tercih etmiştir.
Ticari kelimesinin sözcük anlamı 'ticaretle ilgili, ticarete ilişkin'dir. Ticaret ise 'ürün, mal vb. alım satımı,
kazanç amacıyla yürütülen alım satım etkinliği, bu etkinlikle ilgili bilim, alışveriş sonucu elde edilen,
yararlanılan fiyat farkı, kâr' anlamlarına gelmektedir. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 11. Bası,
Ankara, 2011, s.2354-2355). Bu bakımdan 'ticari amaç'ın kazanç elde etmek amacı olarak tanımlanması
mümkündür. Ticari amaç çoğunlukla bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten 'tacir'ler
tarafından güdülen bir amaçtır. Ancak ticari amacın, 'tacir' sıfatıyla mutlak bir bağlantısı bulunmamaktadır.
Zira tacir sıfatını taşıyan gerçek kişilerin tüm eylem ve işlemleri ticari değildir. Aynı şekilde tacir olmayan
kişilerin de ticari maksatla hareket etmesi mümkündür. Ticari amaç, kazanç elde etmek için satmak
amacıyla almakla da sınırlı değildir. Kişinin kendi şahsi ihtiyaçları dışında belirli bir meslek veya ticari
faaliyetin icrası kapsamında maliyet unsuru olarak yahut alacak-borç ilişkilerinde kullanmak üzere yaptığı
alımların da ticari amaçla yapıldığı kabul edilmelidir.
Tüm bu nedenlerle failin ticari amaçla hareket edip etmediği, ekonomik ve sosyal durumu, suça konu
eşyanın cinsi, nevi, kullanım yeri, zamanı, miktarı, değeri, bulundurma ve ele geçiriliş biçimi gibi hususlar
gözetilerek her olayın özelliğine göre değerlendirilip belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Olay yeri ile ulusal marker tespit tutanakları, T. M. muayene raporu, bilirkişi raporu, keşifte dinlenilen
bilirkişi beyanı ve tüm dosya içeriğinden, 07.09.2010 tarihinde kolluk görevlilerince I. Köyü, B. Mezrası,
B. Köprüsü mevkisinde icra edilen önleyici hizmet devriyesi esnasında saat 18.30 sıralarında, sanık E.A.
tarafından sevk ve idare edilen 65 .. ... plaka sayılı kamyonetin, köprüye 200 metre kala durup 5 dakika
kadar bekledikten sonra yola devam etmesi üzerine şüphelenilerek köprü üzerinde durdurulduğu,
sanık A.İ.’nin de içinde bulunduğu ve sahibi olduğu araçta 40 adet bidon içinde toplam 2.400 litre kaçak
akaryakıtın ele geçirildiği anlaşılan olayda,
Sanık E.A’ın kaçak akaryakıtı dayısı sanık A.İ’ye ait araca yükledikten sonra B. Köprüsüne geldiğini,
köprü üzerinde bekleyen sanık A.İ’yi araca aldığını, sanık A.İ’nin ise minibüsten köprüde inip yeğeni sanık
E.A.’yı beklemeye başladığını, 10-15 dakika sonra gelen sanık E.A’nın sevk ve idaresindeki araca bindiğini
kollukta beyan etmeleri,
Sanık A.İ.nin, 06.04.2011 tarihli duruşmada suçta kullanılan nakil aracını sanık E.A’ya haricen sattığı
yönündeki ifadesinden önce 08.11.2010 ve sonra 18.07.2011 tarihli dilekçelerinde aracın kendisine ait
olduğunu belirterek iadesini talep etmesi, aracın teminat karşılığında bu sanık tarafından teslim alınması,
sanık E.A’nın duruşmada suç tarihinden önce 6.000 TL’ye sanık A.İ.’den satın aldığını belirttiği nakil
aracının bilirkişi beyanına göre suç tarihi itibarıyla piyasa değerinin 1.000 TL olması nazara alındığında,
kolluk görevlilerince köprüye 200 metre kala 5 dakika durakladıktan sonra yola devam ettiği izlenen
ve köprü üzerinde durdurulan araca binen birinin olduğuna dair bir tespitin bulunmaması, ele geçen
kaçak akaryakıtın miktarı, sanıkların birlikte yakalanmaları, nakil aracının sanık A.İ.ye ait olması karşısında,
sanık A.İ’nin suçta kullanılan nakil aracını sanık E.A’ya sattığı ve bu araca tesadüfen bindiği yönündeki
savunmasına, sanık E.A’nın ise kaçak akaryakıtı ve kovuşturma aşamasında nakil aracını sahiplenerek
sanık A.İ’yi suçtan kurtarmaya yönelik anlatımlarına itibar edilemeyeceği cihetle, sanık A.İ’ye atılı suçun
sübut bulduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme hükmündeki direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve dosyanın,
uygulamanın denetlenmesi amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
3-Sanık E.A’nın temyiz dilekçesi içeriğine göre incelemenin Özel Dairece mi yoksa Ceza Genel
Kurulunca mı yapılması gerektiğinin değerlendirilmesine gelince,
Sanıklar A.İ. ve E.A hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, B. (Kapatılan)
2. Asliye Ceza Mahkemesince, sanıkların hazır bulunduğu duruşmada, 5015 sayılı Kanun’a muhalefet
suçundan mahkûmiyetlerine dair hüküm tesis ve tefhim edilmiştir. Hükmün sanık A.İ. tarafından temyiz
edilmesi üzerine bu sanık bakımından dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince, sanık A.İ’nin
beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden hükmün bozulmasına oy çokluğuyla
karar verilmiştir. Her ne kadar direnmeye konu hükmün karar başlığında sanık E.A’ın ismi yazılmış ise
de bu sanık hakkında hüküm kurmayan Yerel Mahkeme sanık A.İ. hakkındaki ilk hükmünde direnmiştir.
Direnmeye konu hükmün sanık E.A’na da tebliğ edilmesinden sonra 14.08.2014 havale tarihli dilekçesi
ile sanık tarafından temyiz isteğinde bulunulmuştur. Özel Dairece, mahkemenin ilk hükmünün sanık E.A.
tarafından temyiz edilmeksizin kesinleştiği, Dairenin 07.10.2013 tarihli bozma kararının ise diğer sanık
A.İ.’ye yönelik olduğu, sanık E.A. hakkında temyize konu bir karar olmadığı belirtilerek, bu sanığın temyiz
isteği hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Sanık E.A.’ın 14.08.2014 havale tarihli temyiz dilekçesi incelendiğinde, dilekçenin 'Dosya No' ve 'Konu'
kısımlarında Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün tarihi ile esas ve karar sayılarının
yazılarak bu hükmün, 'Temyiz Nedenleri' kısmında ise usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek tarafına
verilen cezanın bozulmasının talep edildiği anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Sanık E.A. 14.08.2014 havale tarihli temyiz dilekçesinde, Yerel Mahkemenin '29.05.2014 tarihli ve 2./2.
Es-2./2. Kr' sayılı kararının temyizen bozulması talebinde bulunmuş ise de anılan kararda sanık hakkında
hüküm kurulmamış olması ve dilekçede açıkça tarafına verilen cezanın bozulmasını istemesi karşısında,
sanığın Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünü değil kendi hakkında kurulan 06.04.2011
tarihli hükmünü temyiz ettiği kabul edilmelidir.
Bu nedenle, bu dilekçenin içeriğine göre Ceza Genel Kurulunca inceleme yapılması mümkün
olmayıp sanık E.A.’nın mahkûmiyetine ilişkin 06.04.2011 tarihli ve 376-119 sayılı hükme yönelik inceleme
yapılması için dosyanın önce tebliğname düzenlenmek, bilahare ilgili Daireye gönderilmek üzere Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 22.01.2019 tarihli ve 512-38 sayılı

Benzer Konular (10)