KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN ÖDENMEMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT

Başlatan Deniz034, 30 Mart 2016, 22:38:29

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

avatar_Deniz034

T.C
DANIŞTAY
6.DAİRESİ
Esas: 2012/2240
Karar: 2014/213
Karar Tarihi: 21.01.2014

İstemin Özeti: Balıkesir İdare Mahkemesince verilen 28/10/2011 tarihli, E:2010/1070, K:2011/1356 sayılı kararın, usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi: ____

Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava, davacının maliki olduğu, Balıkesir İli, Marmara İlçesi, Avşa Beldesi, 3 pafta, 208 parsel sayılı, 9.511,90 m² yüz ölçümlü taşınmazın, 25 yılı aşkın bir süredir bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırma yapılmaksızın, mülkiyet hakkının kullanılmasının engellenmesi nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zarara karşılık 200.000 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle yapılan 07.05.2010 tarihli başvurunun reddine ilişkin 17.05.2010 tarih ve 547 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; İdari işlemler, idari makamların idare işlevleriyle ilgili ve kamu gücüne dayanarak kamu hukuku alanında tesis ettikleri tek yanlı, doğrudan uygulanabilir nitelikte ve ilgililerin hukuki durumlarını etkileyen hukuki tasarruflar olduğu, İdari eylemden doğan tazminat davalarının ön koşulu olan idari başvuru sonucunda tesis edilen ön kararın, anılan nitelikte bir idari işlem olmadığından, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli işlem olmaması nedeniyle işin esasının incelenebilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 10. maddesi "İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler." 13. maddesinde de İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.

Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz." hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının maliki olduğu Balıkesir İli, Marmara İlçesi, Avşa Beldesi, 3 pafta, 208 parsel sayılı 9511 m²'lik taşınmazın 8171 m²'lik kısmının 05.11.1993 günlü, 7 sayılı Türkeli (Avşa) Belediye Meclisi kararı ile kabul edilen imar planında yol ve yeşil alan olarak kamu kullanımına ayrıldığı, taşınmazın kamu alanında kalan kısmının kamulaştırılması istemiyle davacı tarafından 20.06.2000 tarihinde Avşa (Türkeli) Belediye Başkanlığına yapılan başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddedildiği, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada, Bursa 1. İdare Mahkemesinin 01.11.2001 günlü, E:2000/1557, K:2001/1159 sayılı karar ile "bir taşınmazın kıyıda kalan bölümü Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğundan kamulaştırılmasının söz konusu olamayacağı, sahil şeridinin ikinci elli metrelik kısmı imar planında ayrılan amaca göre kullanılabileceğinden ve dava konusu olayda da bu kısım imar planında günübirlik tesis alanı olduğundan ve bu amaçla bizzat davacı tarafından kullanılabileceğinden kamulaştırmaya konu edilemeyeceği, sahil şeridinin ilk elli metrelik kısmının planda yeşil alana ayrıldığı anlaşılmakla birlikte idarelerin yargı kararı ile kamulaştırmaya zorlanamayacağı" gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, bu kararın Danıştay Altıncı Dairesinin 14.01.2004 tarihli, E:2002/3693, K:2004/125 sayılı kararı ile "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 2. fıkrasında idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, idari mahkemenin yerindelik denetimi yapamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremeyeceği, bu durumda yargı kararı ile idareler kamulaştırma yapmaya zorlanamayacağından davanın reddine ilişkin mahkeme kararında sonucu itibariyle isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle onandığı, onama kararın Danıştay Altıncı Dairesinin 08.03.2005 tarihli, E:2004/8232, K:2005/1353sayılı kararı ile düzeltilmesi isteminin reddedildiği anlaşılmıştır.

Bunun üzerine davacı tarafından, arazinin imar planında kamu kullanımına ayrılması yasal sürede kamulaştırılmayarak araziden yararlanma ve gelir elde etme hakkının kullanılamamasından doğan zarar karşılığı 200.000.-TL tazminat ödenmesi istemiyle 07.05.2010 tarihli, 8245 sayılı dilekçe ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunduğu, Avrupa

İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesinin 02.03.2010 tarihli (Başvuru No:38045/05) kararı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan hukuk yollarının kullanamamalarından dolayı yani başvuru sahibinin iç hukuk yollarını tüketme kuralına uymamış olduğundan, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.


Davacı vekilince 7.5.2010 tarihinde davalı belediye başkanlığına başvuruda bulunarak, 3 pafta, 208 sayılı parselin imar planında kıyıdan itibaren ilk 50 metrelik kısmında kalan kısmının yeşil alan, yaya yolu, açık otopark gibi kamu alanı, ikinci 50 metrelik kısımda kalan kısmında yeşil alan, yaya yolu ile kamuya açık günübirlik turistik tesis yapılmak üzere kamu alanı olarak ayrıldığı, böylece imar planının yürürlüğe girdiği 25 yılı aşkın süredir mülkiyet haklarının kullanılamadığı, bu durumun araziye örtülü olarak ve etkili biçimde el atıldığı, davacının bu süre içinde taşınmazını kullanamaması nedeniyle büyük zararlara uğradığı gibi, bundan böyle de bu zararın artarak süreceğinin anlaşıldığı, bedeli ödemeden uygulanan bu hukuki el atmada durumundan dolayı uğranılan zarar karşılığı 200.000 lira maddi tazminat ödemesi isteminde bulunmuştur.

Davalı idarece verilen 17.05.2010 tarihli, M.10.8 AVS.011/547 sayıl cevapta, 3 pafta, 208 sayılı parselin bir kısmının imar planının yapıldığı tarihte 3621 sayılı Yasanın ilgili maddeleri uyarınca park, yeşil alan, imar yolu ve günübirlik tesis alanına tahsis edilmiş olduğu, ancak 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca uygulama yapıldığında ve düzenleme yapılan alanda % 40 olan düzenleme ortaklık payını aşan kısım olduğu takdirde aşan kısmın değeri kadar kamulaştırma bedeli ödeneceği, anılan uygulama yapılıncaya kadar inşaat faaliyeti yapılması dışında taşınmazın mevcut durumu ile kullanılmasına engel bulunmadığı, bu nedenle de tazminat talebinin mevzuata uygun olmadığının belirtildiği, davacı tarafından bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık, 25 yılı aşan bir süre boyunca imar planında kamu alanında kalan taşınmazın idarece kamulaştırılmaması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarara karşılık 200.000 lira tazminat ödenmesi istemine ilişkin bulunmaktadır.

Uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik idarece yapılan bir eylem (fiil el atma) bulunmadığından, davacının yaptığı başvuru üzerine tesis edilen işlemin, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi kapsamında "ön karar" olarak nitelendirilmesine olanak bulunmamaktadır. Uyuşmazlık idari bir eylemden kaynaklanmayıp, taşınmaza imar planında getirilen kısıtlanmadan doğmuştur.

Dava konusu olayda, davacı 25 yılı aşan süre boyunca imar planında taşınmazın kamusal alan olarak planlanması sonucunda taşınmaza kısıtlama getirilmesi nedeniyle, mülkünden tam olarak yararlanamadığını öne sürerek taşınmazı için bir tazminat tutarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.

Mahkemece, görünen durumun ötesine bakılarak ihtilafın tazminat davası olarak ele alınması gerekmektedir

Davacı tarafından tazminat başvurusunun reddine dair işlemin iptali istemiyle dava açılmış ise de;

Yukarıda özetlendiği gibi davanın önceki aşamaları, özellikle kamulaştırma davası ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru dikkate alındığında; bu davanın konusunun mülkiyet haklarının kısıtlanması; dolayısıyla taşınmazın kullanılamamasından kaynaklı olarak taşınmaz bedelinin tazminine ilişkin olması karşısında, davanın tazminat davası olarak ele alınıp sonuçlandırılması gerekirken, görünen durumun ötesi ve davanın açılma nedenleri incelenmeden, davanın iptal davası olarak nitelendirilmesi suretiyle, dava konusu işlemin kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem olmadığı gerekçesiyle davanın (usul yönünden) reddine ilişkin idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Balıkesir İdare Mahkemesince verilen 28/10/2011 tarihli, E:2010/1070, K:2011/1356 sayılı kararın BOZULMASINA, dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 21.01.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi

DAVACI   : ......
VEKİLİ   : Av...

DAVALI   : Marmara Belediye Başkanlığı Marmara/BALIKESİR

DAVANIN ÖZETİ   : Davacının maliki olduğu, ...İli, ...İlçesi, ...Beldesi, 3 pafta, 208 parsel sayılı, 9.511,90 m² yüz ölçümlü taşınmazın, 25 yılı aşkın bir süredir bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırma yapılmaksızın, mülkiyet hakkının kullanılmasının engellenmesi nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zarara karşılık 200.000 TL maddi tazminat ödenmesi istemiyle yapılan 07/05/2010 tarihli başvurunun 17/05/2010 tarih ve 547 sayılı işlemle reddi üzerine, mülkiyet hakkının kısıtlandığı ileri sürülerek, anılan meblağın tazminine karar verilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ   : Savunma dilekçesi verilmemiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Balıkesir İdare Mahkemesince, "ortada idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli işlem olmaması nedeniyle 2577 sayılı Yasa'nın 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddi" yönünde verilen 28/10/2011 tarih ve E:2010/1070 K:2011/1356 sayılı kararımızın Danıştay 6. Dairesinin 21/01/2014 tarih ve E:2012/2240 K:2014213 sayılı kararıyla "Davacı tarafından tazminat başvurusunun reddine dair işlemin iptali istemiyle dava açılmış ise de; yukarıda özetlendiği gibi davanın önceki aşamaları, özellikle kamulaştırma davası ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru dikkate alındığında; bu davanın konusunun mülkiyet haklarının kısıtlanması; dolayısıyla taşınmazın kullanılamamasından kaynaklı olarak taşınmaz bedelinin tazminine ilişkin olması karşısında, görünen durumun ötesine bakılarak, davanın tazminat davası olarak ele alınıp sonuçlandırılması gerekirken, görünen durumun ötesi ve davanın açılma nedenleri incelenmeden, davanın iptal davası olarak nitelendirilmesi suretiyle, dava konusu işlemin kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem olmadığı gerekçesiyle davanın (usul yönünden) reddine ilişkin kararda hukuki isabet bulunmadığı" gerekçesiyle bozulması üzerine, anılan bozma kararına uyularak, dava, tazminat davası olarak ele alınıp, tekemmül ettirildikten ve uyuşmazlık konusu taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınıp, bunu müteakiben de ara kararlar yapılıp cevapları alındıktan sonra dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
Uyuşmazlık, davacıya ait taşınmazın bir kısmının, imar planı ile kamu kullanımına ayrılmak suretiyle, mülkiyet hakkına kısıtlama getirilmiş olması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen maddi zararın tazmini isteminden kaynaklanmaktadır.
Anayasa'nın 35. maddesinde: "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca uygun bulunan ve iç hukukun bir parçası halini alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 nolu Ek Protokolünün "Mülkiyetin korunması" başlıklı 1. maddesinde ise: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir." hükmü yer almıştır.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), benzer bir mülkiyet hakkı ihlali iddiasıyla açılmış olan, Hakan Arı/Türkiye Davasında (Başvuru No:13331/07) 11/01/2011 tarihinde verdiği kararda, ".... başvuran mülkiyet hakkına karşı orantısız bir müdahalenin yapıldığını öne sürmektedir.
Hükümet, mülkiyetten yoksun bırakma gibi bir durumun söz konusu olmadığını ve başvuranın arazisini kullanmaya ve fidanlık olarak ekip biçmeye devam edebileceğini savunmaktadır.
AİHM'ye göre başvuranın mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale söz konusudur. Taşınmazın şehir imar planında okul yapımı için öngörülmesi yalnızca imar yasağından etkilenmesine yol açmamış, aynı zamanda araziden istifade edilmesini de olanaksız hale getirmiştir. Geriye Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edilip edilmediğini tespit etmek kalmaktadır.
AİHM, başvuranın taşınmazına el atılmaması nedeniyle re'sen gerçekleşmiş bir müdahalenin olmadığını gözlemlemektedir. AİHM, bunun yanı sıra mülkiyetin transferinin gerçekleşmemiş olduğu ihtilaf konusu davayı görünenlerin ötesine geçerek gerçek yüzüyle inceleyeceğini belirtmektedir. AİHM, bu bağlamda, başvuran tarafından öne sürülen durumun etkilerinin mülkiyet hakkına yönelik kısıtlamalardan ileri geldiğini, gayrimenkulün değeri ile ilintili olduğunu ve sonucu itibarıyla bütün olarak taşınmazın kullanılabilirliğini azalttığını anımsatır. AİHM, buna karşın, özüne yönelik kayba uğrasa da mezkur hakkın kaybolmadığını not etmektedir. Dile getirilen bütün bu tedbirlerden başvuranın mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığı gibi bir çıkarımda bulunulamamaktadır. Başvuran ne taşınmazına erişim hakkını ne de onun maliki olmayı kaybetmiş, esasen taşınmazın satışı konusunda sıkıntı yaşamıştır. .....
AİHM, yine de başvuran tarafından dile getirilen durumun Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ilk cümlesi kapsamına girdiğini ifade etmektedir.
AİHM, kamu yararının gerekleri ile başvuranın temel haklarının korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil dengenin gözetilip gözetilmediğini incelemeye alacaktır (.....)
Başvuranın imar iznini elde etme konusunda meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Zira okul inşaatının öngörüldüğü şehir imar planını müteakip kamulaştırma amacıyla sonradan araziye imar yasağı getirilmiştir. Bu yasak halen sürmektedir.
AİHM, başvuranın ilgili bütün bu dönem boyunca mülkiyetinin akıbeti konusunda bir belirsizliğe itildiğini gözlemlemektedir. İlk etapta idari bütçe kaynaklarının yetersizliği nedeniyle mezkur arazi kamulaştırılamamış, ikinci süreçte belediyenin 22 Eylül 2005 tarihinde kabul ettiği yeni şehir imar planına göre başvuranın taşınmazı bir kez daha okul yapımı kararından etkilenmiştir.
AİHM, bu bağlamda, Hükümet tarafından iç hukukta başvuranın taşınmazının belirsizliğini telafi edecek herhangi bir hukuki kararın alındığı dile getirilmemiştir.
AİHM, söz konusu bu durumun, başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanmasının önünde engel teşkil ettiğine ve arazinin satış şansı da dâhil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığına itibar etmektedir.
Ayrıca başvuranın uğradığı kayıp hiçbir tazminat miktarı ile giderilmemiştir.
Bütün bu sözü edilenler AİHM'yi başvuranın, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı yönünde düşünmeye sevk etmektedir.
AİHM, bu nedenle Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır." gerekçesiyle Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum etmiştir.
Bu arada, benzer uyuşmazlıkların adli yargıda dava konusu edilmeleri üzerine adli yargı yerlerinin ve Yargıtay'ın, konuyu çözümsüz bırakmamak amacıyla uyuşmazlıklara medeni hukuk kuralları çerçevesinde çözümler getirmeye çalıştığı görülmektedir. Konunun en belirgin şekilde tartışıldığı ve karara bağlandığı örnek ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2010 tarih ve E:2010/5-662 K:2010/651 sayılı kararıdır. Bu kararda; "... uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarenin, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla malikin taşınmazdan mülkiyet hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı, taşınmaz malikinin mülkiyet hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece engellendiği kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklandığı üzere, malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.

Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, her türlü izahtan varestedir." gerekçesiyle söz konusu uyuşmazlıkları "kamulaştırmasız el koyma" kapsamında değerlendirmiş ve idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibinin, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini isteyebileceği sonucuna varmıştır.
Bununla birlikte, benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak yine adli yargıda açılan davalarda, görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkmış, uyuşmazlığı inceleyen Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından da, 09/04/2012 tarih ve E:2012/41, K:2012/77 sayılı ve 09/04/2012 tarih ve E:2011/238, K:2012/63 sayılı kararlarda olduğu gibi, yukarıda belirtilen konularda idari yargı görevli bulunmuştur.
3194 sayılı İmar Kanunuyla yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla anılan Kanunun 7. ve 8. maddeleriyle, belirli nüfus kriterini aşan belediye ve valiliklere imar planları hazırlama ve yürürlüğe koyma yükümlülüğü getirilmiştir.
Aynı Kanunun 10. maddesinde: "Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisince kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek kamu kuruluşlarının bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." hükmüne yer verilmek suretiyle, belediyelere, imar planlarını uygulamak üzere belirtilen süre içerisinde imar programını hazırlama; programı uygulamaya koyma, ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarına ise imar programlarında kendi görev alanlarındaki kamu hizmeti için ayrılan özel mülkiyete ait arsaları program süresi içinde kamulaştırma zorunluluğu yüklenmiştir.
Öte yandan; 3621 sayılı Kıyı Kanununun 4. maddesinde "Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgi" olarak, "Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı" olarak, "Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alan" olarak, "Sahil şeridi: Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alan" olarak tanımlanmış, aynı Kanunun 5. maddesinde "..... Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,...............Sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir.
Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar, ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere düzenlenebilir..........." hükmü ile "Yapı Yasağı ve Kıyıda Yapılacak Yapılar" başlıklı 6. maddesinde " Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz...........Kıyıda, uygulama imar planı kararı ile;
a) İskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları gibi, kıyının kamu yararına kullanımı ve kıyıyı korumak amacına yönelik alt yapı ve tesisler,
b) Faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri ve su ürünlerini üretim ve yetiştirme tesisleri gibi, özelliği olan yapı ve tesisler,
c) Organize turlar ile seyahat eden kişilerin taşındığı yolcu gemilerinin (kruvaziyer gemilerin) bağlandığı, günün teknolojisine uygun yolcu gemisine hizmet vermek amacıyla liman hizmetlerinin (elektrik, jeneratör, su, telefon, internet ve benzeri teknik bağlantı noktaları ve hatlarının) sağlandığı, yolcularla ilgili gümrüklü alan hizmetlerinin görüldüğü, ülke tanıtımı ve imajını üst seviyeye çıkaracak turizm amaçlı (yeme-içme tesisleri, alışveriş merkezleri, haberleşme ve ulaştırmaya yönelik üniteler, danışma, enformasyon ve banka hizmetleri, konaklama üniteleri, ofis binalar) fonksiyonlara sahip olup, kruvaziyer gemilerin yanaşmasına ve yolcuları indirmeye müsait deniz yapıları ve yan tesislerinin yer aldığı kruvaziyer ve yat limanları,
d) Uluslararası spor otoritelerinin, Türkiye'de spor faaliyetlerinin düzenleneceğine dair kararı gereğince Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu spordan sorumlu Bakanlığın izni doğrultusunda, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun (I) sayılı Cetvelinde düzenlenen genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, aynı Kanunun (II) sayılı Cetvelinde düzenlenen özel bütçeli idareler, belediyeler ile il özel idareleri tarafından her türlü spor aktiviteleri ve organizasyonların yapılmasına/yaptırılmasına yönelik spor tesisleri ve zorunluluk arz eden durumlarda bunların tamamlayıcı konaklama tesisleri yapılabilir....." hükmüne, "Sahil Şeridinde Yapılabilecek Yapılar" başlıklı 8. maddesinde "Uygulama imar planı bulunmayan alanlardaki sahil şeritlerinde, 4 üncü maddede belirtilen mesafeler içinde hiç bir yapı ve tesis yapılamaz.
Uygulama imar planı bulunan yerlerde duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Moloz, toprak, cüruf, çöp gibi kirletici ve çevreyi bozucu etkisi olan atık ve artıklar dökülemez, kazı yapılamaz.
Ancak bu alanlarda; uygulama imar planı kararıyla altı ve yedinci maddede belirtilen yapı ve tesislerle birlikte toplum yararına açık olmak şartıyla konaklama hariç günü birlik turizm yapı ve tesisleri yapılabilir." hükmüne ve de 16. maddesinde "Bu Kanunun uygulanması ile ilgili yönetmelik, Kanunun yayımından itibaren 3 ay içinde Maliye ve Gümrük, Turizm Bakanlıklarının yazılı görüşü alınarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca hazırlanır." hükmüne yer verilmiş, söz konusu hükme dayanılarak çıkarılan Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 4. maddesinde "İki bölümden oluşan sahil şeridi kullanım amacı, topoğrafya ve doğal eşiklere göre uygulama imar planı kararı ile belirlenir. Sahil şeridinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir. Yapı yaklaşma mesafesi içerisinde kalan alanlar uygulama imar planı ile gezinti alanları, dinlenme ve bu Yönetmelikte tanımlanan rekreaktif alanlar ve yaya yolları olarak düzenlenebilir." hükmüne yer verilmiş, aynı maddede "Günübirlik Turizm Tesisleri: Kamping ve konaklama ünilerini içermeyen duş, gölgelik, soyunma kabini WC, kafe-bar, pastane, lokanta, çayhane, açık spor alanları, spor tesisleri, golf alanları, açık gösteri ve eğlence alanları, lunapark, fuar, su oyunları parkı ve 20 m yi geçmeyen sergi ve satış ünitelerini içeren yapı ve tesisler" olarak, "Rekreaktif Alanlar: Halkın eğlence ve dinlenme gereksinimlerini karşılamaya dönük, açık olarak düzenlenen oturma ve yemek yerleri, yemek pişirme yerleri, çeşmeler, açık havuzlar, oyun ve açık spor alanları, açık gösteri alanları, yeşil bitki örtüsü ve kıyı yapısının elverdiği yerlerde denize iniş rampaları bulunan kamu ya da özel alanlar" olarak tanımlanmış, aynı Yönetmeliğin 5/1. maddesinde "Kıyılar ve doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan araziler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır." hükmü ile "Kıyıda Yapı" başlıklı 13. maddesinde "Kıyıda onaylı uygulama imar planlarına göre ve çevre kirliliğinin önlenmesine ilişkin tüm önlemler alınmak koşulu ile aşağıdaki yapı ve tesisler yapılabilir.
a) Kıyının kamu yararına kullanımına ve kıyıyı korumak amacına yönelik altyapı ve tesisler: İskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları.
b) Faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün olmayan yapı ve tesisler: Tersane, gemi söküm yeri, tekne imal yeri, su ürünlerini üretim ve yetiştirme tesisleri, denize iniş rampaları, yat limanı, kruvaziyer liman, balıkçı barınağı ve çekek yeri.
c) Kıyılarda ayrıcı uygulama imar planı yapılmadan sabit olmayan duş, gölgelik, soyunma kabini aralarında en az 150 metre mesafe olmak kaydı ile 6 m.'yi geçmeyen büfe ve kirletici etkisi olmayan fosseptik yapımını gerektirmeyen seyyar tuvalet ve ahşap iskeleler yapılabilir.
(a) ve (b) bentlerinde sayılan yapı ve tesis alanlarında, bu kullanımların tamamlayıcısı niteliğinde ve yapılması zorunlu alt ve üst yapı tesisleri yapılabilir. Günübirlik turizm yapı ve tesisleri yapılamaz. Hangar, atölye, kontrol kulesi ve deniz feneri gibi bakım-onarım ve teknik altyapı yapılarının yükseklikleri ve yapılaşma şartları, teknik gerekçeler ve uluslararası standartlar gözetilerek imar planı kararları ile belirlenir. Ancak taban alanı 6 metrekareyi geçmeyen kontrol kulesi ve deniz fenerleri için yapının fenni ve teknik sorumluluğu ilgili idaresinde olmak kaydıyla imar planı aranmaz.
Sahil şeridinin ikinci bölümünde ve sahil şeridi gerisinde kalan özel kullanımlara ait arıtma tesisleri kıyıda yapılamaz. Bu alanlarda sadece kamu yararlı arıtma tesisleri yer alabilir.
Kıyılarda yapılan yapı ve tesisler, yapım amaçları dışında kullanılamazlar...." hükmüne, "Sahil Şeridinde Planlama" başlıklı 17. maddesinde "....Sahil şeritlerinin birinci bölümünü içeren uygulama imar planları, tümüyle açık alan olarak toplumun kullanımına tahsis edilecek şekilde düzenlenir. Bu alanlarda sadece, yaya yolları, gezinti ve dinlenme alanları, seyir teras ve alanları ile bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde tanımlanan rekreaktif amaçlı kullanımlar ile bu Yönetmeliğin 13 üncü maddesinde belirlenen yapı ve tesisler yer alabilir. Bu alan içinde toplumun yararlanmasına açık yapılar da dahil olmak üzere başka hiçbir yapı ve tesis yapılamaz.
Sahil şeridinin ikinci bölümünde yapılacak planlar, bu Yönetmeliğin 13 ve 14 üncü maddesinde sayılan yapı ve tesisler ile toplumun yararlanmasına açık olmak şartı ile konaklama hariç bu Yönetmelikte tanımlanan günübirlik turizm yapı ve tesislerini kapsayacak şekilde düzenlenir.
Sahil şeridinin ikinci bölümünde yapılacak günübirlik turizm yapı ve tesisleri için emsal 0.20'yi, bir (1) kat, H=4.50 metreye, asma katlı yapılması halinde H=5.50 metreyi geçmemek üzere plan kararları getirilebilir...." hükmüne ve "Sahil Şeridinde Yapılanma" başlıklı 18. maddesinde de "....Bu Yönetmeliğin 17 nci maddesinde sayılan nedenlerle, sahil şeridinde, 13 üncü maddede sayılan ve üst yapı gerektiren yapı ve tesisler yapılabilir.......Sahil şeridinin ikinci bölümünde sadece onaylı uygulama imar planında belirlenmiş toplumun yararlanmasına açık günübirlik turizm tesisleri, bu Yönetmeliğin 13 ve 14 üncü maddelerinde belirtilen yapı ve tesisler ile kıyı ve deniz güvenliğini sağlamak amacıyla lojman, konaklama ve benzeri tesisler içermemek üzere inşa edilecek karakol ve bu gibi güvenlik yapıları yer alabilir....." hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda aktarılan kıyı mevzuatı uyarınca, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılarda sınırlı sayıda ve belli amaçlara yönelik yapılar, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönündeki ilk 50 metrelik kısmında (sahil şeridinin birinci bölümünde) sadece, yaya yolları, gezinti ve dinlenme alanları, seyir teras ve alanları ile bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde tanımlanan rekreaktif amaçlı kullanımlar ile bu Yönetmeliğin 13 üncü maddesinde belirlenen (kıyıda yapılabilecek) yapı ve tesisler yer alabilecek, ikinci 50 metrelik kısımda, yani sahil şeridinin ikinci bölümünde ise Yönetmeliğin 13 ve 14 üncü maddesinde sayılan (Kıyıda, Doldurma ve Kurutma Yoluyla Kazanılan Arazilerde) yapı ve tesisler ile toplumun yararlanmasına açık olmak şartı ile konaklama hariç bu Yönetmelikte tanımlanan günübirlik turizm yapı ve tesisleri yapılabilecektir. Bu nedenle, imar planları yapmaya yetkili belediyeler, esas itibarıyla kıyı mevzuatı ile getirilmiş olan kısıtlamalarla sınırlı olmakla birlikte, sahil şeridinin birinci bölümünden başlamak üzere rekreatif amaçlı kullanım kararları, ikinci bölümünde günübirlik turizm ve tesis alanı şeklinde kullanım kararları almak suretiyle, kısıtlı da olsa, ilgililerin mülkiyet haklarını kullanabilmelerine olanak sağlayabileceklerdir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının maliki olduğu Balıkesir İli, Marmara İlçesi, Avşa Beldesi, 3 pafta, 208 parsel sayılı, tapuda 9511 m² olarak kayıtlı bulunan taşınmazın 8171 m²'lik kısmının 05/11/1993 tarih ve 7 sayılı Türkeli (Avşa) Belediye Meclisi kararı ile kabul edilen imar planında yol ve yeşil alan olarak kamu kullanımına ayrıldığı, taşınmazın kamu alanında kalan kısmının kamulaştırılması istemiyle davacı tarafından 20/06/2000 tarihinde Avşa (Türkeli) Belediye Başkanlığına yapılan başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddedildiği, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada, Bursa 1. İdare Mahkemesinin 01/11/2001 tarih ve E:2000/1557, K:2001/1159 sayılı karar ile "bir taşınmazın kıyıda kalan bölümü Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğundan kamulaştırılmasının söz konusu olamayacağı, sahil şeridinin ikinci elli metrelik kısmı imar planında ayrılan amaca göre kullanılabileceğinden ve dava konusu olayda da bu kısım imar planında günübirlik tesis alanı olduğundan ve bu amaçla bizzat davacı tarafından kullanılabileceğinden kamulaştırmaya konu edilemeyeceği, sahil şeridinin ilk elli metrelik kısmının planda yeşil alana ayrıldığı anlaşılmakla birlikte idarelerin yargı kararı ile kamulaştırmaya zorlanamayacağı" gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, bu kararın Danıştay Altıncı Dairesinin 14/01/2004 tarih ve E:2002/3693, K:2004/125 sayılı kararı ile "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 2. fıkrasında idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, idari mahkemenin yerindelik denetimi yapamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremeyeceği, bu durumda yargı kararı ile idareler kamulaştırma yapmaya zorlanamayacağından davanın reddine ilişkin mahkeme kararında sonucu itibariyle isabetsizlik bulunmadığı" gerekçesiyle onandığı, onama kararın Danıştay Altıncı Dairesinin 08/03/2005 tarih ve E:2004/8232, K:2005/1353 sayılı kararı ile düzeltilmesi isteminin reddedildiği anlaşılmıştır.
Bunun üzerine davacı tarafından, arazinin imar planında kamu kullanımına ayrılması yasal sürede kamulaştırılmayarak araziden yararlanma ve gelir elde etme hakkının kullanılamamasından doğan zarar karşılığı 200.000.-TL tazminat ödenmesi istemiyle 05/10/2005 tarihli dilekçe ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesinin 02/03/2010 tarihli (Başvuru No:38045/05) kararı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan hukuk yollarının kullanmamalarından dolayı, yani başvuru sahibinin iç hukuk yollarını tüketme kuralına uymamış olduğundan, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiş; davacı vekilince bu kez 07/05/2010 tarihinde davalı belediye başkanlığına başvuruda bulunularak, 3 pafta, 208 sayılı parselin imar planında kıyıdan itibaren ilk 50 metrelik kısmında kalan kısmının yeşil alan, yaya yolu, açık otopark gibi kamu alanı, ikinci 50 metrelik kısımda kalan kısmında yeşil alan, yaya yolu ile kamuya açık günübirlik turistik tesis yapılmak üzere kamu alanı olarak ayrıldığı, böylece imar planının yürürlüğe girdiği 25 yılı aşkın süredir mülkiyet haklarının kullanılamadığı, bu durumun araziye örtülü olarak ve etkili biçimde el atıldığı, davacının bu süre içinde taşınmazını kullanamaması nedeniyle büyük zararlara uğradığı gibi, bundan böyle de bu zararın artarak süreceğinin anlaşıldığı, bedeli ödemeden uygulanan bu hukuki el atmada durumundan dolayı uğranılan zarar karşılığı 200.000 Türk Lirası maddi tazminat ödenmesi talep edilmiştir.
Davalı idarece verilen 17/05/2010 tarihli, M.10.8 AVS.011/547 sayıl cevapta, 3 pafta, 208 sayılı parselin bir kısmının imar planının yapıldığı tarihte 3621 sayılı Kanunun ilgili maddeleri uyarınca park, yeşil alan, imar yolu ve günübirlik tesis alanına tahsis edilmiş olduğu, ancak 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca uygulama yapıldığında ve düzenleme yapılan alanda % 40 olan düzenleme ortaklık payını aşan kısım olduğu taktirde aşan kısmın değeri kadar kamulaştırma bedeli ödeneceği, anılan uygulama yapılıncaya kadar inşaat faaliyeti yapılması dışında taşınmazın mevcut durumu ile kullanılmasına engel bulunmadığı, bu nedenle de tazminat talebinin mevzuata uygun olmadığının belirtilmesi üzerine, davacı tarafından bu işlemle ödenmesi talebi reddedilmiş olan 200.000.-TL bedelin tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda; 22/01/2015 tarihli ara kararımıza cevaben gönderilen bilgi ve belgeler incelendiğinde, davacıya ait parselin kuzey sınırının, kıyı kenar çizgisi ile kesiştiği, dolayısıyla da taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan kıyıda kalan kısmının bulunmadığı görülmektedir.
Bu nedenle, tapuda 9511 m² olarak kayıtlı bulunan dava konusu taşınmazın 8171 m²'lik kısmının 05/11/1993 tarih ve 7 sayılı Türkeli (Avşa) Belediye Meclisi kararı ile kabul edilen imar planında yol ve yeşil alan olarak kamu kullanımına ayrılmış olması nedeniyle parselin bu kısmında artık yapılaşmaya gidilemeyeceğinden, davacının tasarruf haklarının kısıtlandığı açıktır. Buna rağmen taşınmazın bu kısmının yol ve yeşil alan olarak belirlenmesinin üzerinden beş yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına karşın davalı idarece 5 yıllık imar programının hazırlanmadığı ve kamulaştırma yapılmadığı gibi taşınmazın kamulaştırılmasına yönelik davacı isteminin de reddedildiği ve ne zaman kamulaştırma yapılabileceği konusunda davacıya herhangi bir bilgi de verilmediğinden davacıya ait parselin mülkiyet hakkından kısmen yararlanma olanaklarının kalmadığı görülmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yukarıda da yer verilen Hakan Arı/Türkiye Davasında (Başvuru No:13331/07) verdiği kararda, sözkonusu durumun başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanmasının önünde engel teşkil ettiği ve arazinin satış şansı da dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığı değerlendirmesinde bulunarak, malikin, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı sonucuna varmış, ilgilinin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu bağlamda, dava konusu taşımaz, kıyı mevzuatı nedeniyle geçerli olan kısıtlamalara tabi olmakla beraber, yukarıda belirtildiği üzere, imar planları yapmaya yetkili belediyelerce, sahil şeridinin birinci bölümünden başlamak üzere rekreatif amaçlı kullanım kararları, ikinci bölümünde de günübirlik turizm ve tesis alanı şeklinde kullanım kararları almak suretiyle, kısıtlı da olsa, ilgililerin mülkiyet haklarını kullanabilmelerine olanak sağlanması hukuken mümkün olduğundan, dava konusu taşınmazın bir kısmı hakkında, kısıtlı da olsa mülkiyet hakkının kullanılabilmesine imkan tanıyacak bu nevi kullanım kararları alınmayarak, imar planında kısmen kamusal kullanıma ayrılmış olması nedeniyle davacının taşınmazının kısmen yapılaşmaya kapatıldığı, imar haklarını kullanma olanağının kalmadığı, dolayısıyla davacının mülkiyet hakkı kullanımının kısmen engellendiği görülmektedir. Bunun yanında, idarece belirsizliği telafi edecek herhangi bir hukuki karar alınmayarak arsa üzerindeki kısıtlama da devam ettirilmiştir.
Bu durumda, davacıya ait taşınmazın bir kısmının imar planında "yol ve yeşil alan" olarak belirlenmesi nedeniyle 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi uyarınca imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 3 ay içinde bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programının belediyece hazırlanmaması ve bunun sonucunda taşınmazının kamulaştırılmaması nedeniyle davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı ve bu kısıtlamanın idarece bir karar alınarak kaldırılmadığının sabit olması karşısında, taşınmaz malın değerinin hesaplanarak ilgilisine ödenmesi dışında başka bir yol kalmamıştır.
Belirtilen sebeplerle; Danıştay 6. Dairesince benzer bir uyuşmazlık hakkında verilmiş olan 17/04/2013 tarih ve E:2011/8152, K2013/2702 sayılı kararda da belirtildiği üzere, davalı idarece dava konusu taşınmazın kamu kullanımına ayrılmış olan kısmı kamulaştırılmış olsaydı taşınmaz bedeli olarak ne kadar ödenebileceğinin Kamulaştırma Kanunu hükümleri çerçevesinde tespit edilebilmesi, bu çerçevede, taşınmazın cins ve nevi, yüzölçümü, kıymetini etkileyecek bütün nitelik ve unsurları, her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı, varsa resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, taşınmazın mevkii, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri, özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, bedele etki eden tüm kanuni veriler, imar verileri, taşınmazın özgün nitelik ve kullanım şekli, değeri etkileyen hak ve yükümlülükleri, gayrimenkul üzerinde aynı ve şahsi ittifak hakları ve gayrimenkul mükellefiyetleri vb. bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin belirlenmesi suretiyle taşınmaz bedelinin saptanabilmesi amacıyla, aralarında emlak değerleme uzmanının da bulunduğu bilirkişi kurulu marifetiyle dava konusu taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına Mahkememizce 28/08/2014 tarihli ara kararıyla karar verilmiş olup, 14/11/2014 tarihinde Mahkememize sunulan bilirkişi raporunda özetle "uyuşmazlık konusu taşınmazın Balıkesir ili, Marmara ilçesi, Avşa – Yiğitler Mahallesi hudutları dahilinde kalmakta olup kadastro parseli olduğu, tapuda Marmara Yiğitler köyünde 9.511.90 m² miktarlı ve tarla vasfında kayıtlı olduğu, ancak taşınmazın yüz ölçümünün gerek şekil, gerek sayısal ortamda yapılan hesaplamada 9.511.90 m² olmayıp, 12.076.40 m² olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle taşınmazın kapsadığı alanın, raporda 12.076.40 m² olarak esas alındığı, taşınmazın Avşa yerleşim yerinin 3500 m. doğusunda bulunmakta olduğu ve 1000 m kuzey batısında yoğun olmamakla birlikte yapılaşmış binalar mevcut olduğu, taşınmazın hemen kuzeyinde deniz ve diğer cihetlerinde kuru tarım arazilerinin bulunduğu, taşınmaz kuru/kıraç tarım arazisi olup üzerinde takriben 35 – 40 yıldan beri tarım yapılmamış olduğu ve görünümünün ham toprak vasfında olduğu, taşınmaz olduğu gibi kullanıldığında gelir getirecek özellik arz etmediği gibi kiraya verilebilen bir taşınmaz da olmadığı, çünkü kuru ve kıraç arazi niteliğinde olduğu, taşınmazın kamu kullanımına ayrılmış ve kamulaştırılması gereken kısmının 8.781.99 m² olduğu, taşınmazın serbest piyasa koşullarında satılabilirliği göz önüne alındığında bedeli etkileyecek olumlu etkenlerin, taşınmazın imar planı dahilinde kalması ve denize sıfır konumda bulunması olduğu, olumsuz etkenlerin ise, taşınmazın kadastro parseli oluşu, yerleşim alanına uzak oluşu, tarım arazisi olarak düşünüldüğünde üzerinde tarımsal faaliyetin sürdürlememesi ve kiraya dahi verilememesi, ulaşımının zor oluşu, bulunduğu bölgenin kuzey rüzgarlarına açık olması (Bu gibi taşınmazların emlak piyasasında daha az talep gördüğü), bulunduğu bölgede yapılan araştırmaya göre son üç yılda satışı yapılan özel amacı olmayan benzer nitelikteki taşınmaza rastlanılmayışı (Bölgedeki taşınmazların, satışı zor ve talep görmeyen taşınmazlar olduğu), bölgede alt yapı hizmetlerinin olmayışı, eğiminin fazla oluşu, bulunduğu bölgede kısa dönemde taşınmazların değer arttırıcı herhangi bir faaliyetin öngörülmediği gibi etkenler olduğu, tüm bu olumlu ve olumsuz etkenlerde göz önüne alınarak yine bölgede imar planının onayından günümüze kadar davalı idarece de imar uygulamasının yapılmayışının da bölgede talep olmadığının göstergesi olduğu, tüm bu değerlendirmeler sonucu serbest piyasa koşullarında gayrimenkul alım – satımlarının arz – talep ile oluştuğu ve uyuşmazlık konusu taşınmazın imar planında kamu kullanımına ayrılmış olan kısmın dava tarihi itibariyle 1 dekarının değerinin 15.000,00 TL olarak takdir ve tespit edildiği, bu durumda, taşınmazın kamu kullanımına ayrılmış olan kısmının değerinin 8.781,99 dak x 15.000,00 TL = 131.730,00 TL olduğu" şeklinde tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
Anılan rapor taraflara tebliğ edilmiş, rapora karşı davalı idarece itiraz bulunulmamış, davacı tarafça ileri sürülen itirazlar ise, raporu kusurlandırabilecek durumda görülmemiş, söz konusu rapor Mahkememizce hükme esas alınabilecek nitelikte bulunarak, raporda belirtilen "Uyuşmazlık konusu taşınmazın tapuda Marmara Yiğitler köyünde 9.511,90 m² miktarlı ve tarla vasfında A..... adına kayıtlı olup, Harita Mühendisi Teknik Bilirkişi marifeti ile yapılan taşınmaz yüz ölçümü hesabında 208 nolu parsel yüzölçümünün gerek şekil, gerek sayısal ortamda yapılan hesaplamada 9.511,90 m² olmayıp, 12.076,40 m² olduğunun anlaşıldığı, bu yüz ölçüm yanlışlığının Yiğitler köyü, kadastro evraklarının bulunduğu Balıkesir Kadastro İl Müdürlüğü Erdek İlçesi Kadastro birimine de bildirilerek 12.076,40 m² olduğunun teyit edildiği, yapılan bu yüz ölçümü hatasının, yüz ölçümü hesaplamasından doğan ve Yiğitler mahallesinde yapılan ilk tesis kadastro çalışmaları esnasında yapıldığının anlaşıldığı" şeklindeki tespitten hareketle, taşınmazın yüz ölçümüne yönelik ihtilaflı durumun açıklığa kavuşturulabilmesi amacıyla yapılan 24/12/2014 tarihli ara kararımıza cevaben gönderilen bilgi ve belgeler incelendiğinde, söz konusu parselin ilk tesis kadastro tesbitinin tapu kayıtlarına göre yapılmış olduğunun ve edinme sebebinde de "kuzey ciheti sahil kumluğu olup, çıkacak miktar fazlalığının sahil kumuluğuna terk edileceği" yönünde 10/06/1973 tarihli bir şerh bulunduğu görülmüştür.
Bu durumda; dava konusu taşınmazın, keşif mahallinde ve sayısal ortamda yapılan inceleme sonucu bulunan yüz ölçümü olan 12.076,40 m²'den, tapudaki yüz ölçümü olan 9.511,90 m²'nin mahsubu sonucu kalan 2.564.50 m²'lik kısmın, taşınmaza ait tapu kütüğünde yer alan söz konusu şerh uyarınca, sahil kumluğuna terk edilmiş olduğu varsayıldığında, taşınmazın kamu kullanımına ayrılmış ve kamulaştırılmaması nedeniyle davalı idarece bedeli tazmin edilmesi gereken kısmının 6.217,49 m² (8.781,99 - 2.564,50 = 6.217,49 m²) olduğu, buna göre de, davalı idarece tazmini gereken miktarın, 6.217,49 x 15.000 = 93.262.35 TL olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen hukuki durum karşısında, dava konusu taşınmaza yönelik 200.000 TL tutarındaki maddi tazminat talebinin 93.262,35 TL'lik kısmının kabulü, bu miktarı aşan 106.737,65 TL'lik kısmının ise reddi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle; dava konusu maddi tazminat talebinin kısmen kabulüne ve 93.262,35 TL maddi tazminatın davalı idarece davacıya ödenmesine; tazminat isteminin 106.737,65 TL'lik kısmı yönünden ise davanın reddine; hükmedilen tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 6.370,75 TL nispi karar harcından, dava açılırken peşin olarak yatırılmış olan 2.970,00 TL nispi karar harcının mahsubu sonucu kalan 3.400,75 TL nispi karar harcının davacıya tamamlattırılmasına, dava kısmen kabul, kısmen ret ile sonuçlandığından, aşağıda dökümü yapılan 9.338,38 TL yargılama giderinin, haklılık oranına göre belirlenen 4.354,60 TL'lik kısmı ile hükmedilen tazminat miktarı üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirlenen 9.860,99 TL nispi vekalet ücretinin davalı idare tarafından davacıya ödenmesine, söz konusu yargılama giderinin kalan kısmının davacı üzerinde bırakılmasına, artan keşif ve posta avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen 30 gün içinde Danıştay nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere, 18/02/2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.



''Adalet suçu suçluyu değil, sonuna kadar masumiyeti aramaktır''