Son İletiler

#1
Üçüncü kişinin istihkak iddiasında bulunması ve alacaklının istihkak iddiasına itiraz etmesi nedeniyle icra müdürlüğü tarafından İİK'nın 96. ve 97. maddeleri uyarınca takibin taliki veya devamı hakkında karar verilmesi için dosyanın İcra Mahkemesine gönderildiği, uyuşmazlığın İİK 97-99. maddelerinin uygulanmasına ilişkin şikayete ilişkin olmadığı anlaşıldığından İİK 97. maddesi uyarınca takibin devamına veya talikine karar verilmesi ile yetinilmesi hususunda Bölge Adliye Mahkemesi kararı isabetlidir.

Ne var ki İİK 97/6 maddesi gereği takibin devamı veya durdurulmasına ilişkin her iki halde de dava açma yükümlülüğü 3. kişidedir. Takibin taliki kararı dava açma yükümlülüğünün yer değiştirmesine neden olmamaktadır. Bu nedenle dava açması için 3. kişiye yedi gün süre verilmesine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, takibin talikine karar verilmesiyle yetinilmesi gerekirken, İİK 97/6. maddesine aykırı olarak 3. kişi yerine alacaklı tarafa dava açmak üzere süre verilmesi doğru görülmemiştir Yargıtay 12. HD. T:22.11.2023, E:2023/3080, K:2023/7644
#2
Dosya lehime sonuçlandı, tahliyenin devamı yönünde karar çıktı. 
İlgilenenlerin bilgisine.
#3
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

Esas No       : 2023/2343
Karar No      : 2023/8718



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                       : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi
TARİHİ                                 : 28/12/2022
SAYISI                                 : 2022/737 - 2022/3073

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi İpek Akdeniz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı vekilinin icra dosyasına gelen paranın paylaştırılması için düzenlenen sıra cetvelinin kesinleşmesi üzerine müvekkilinin payına düşecek paranın neması ile birlikte ödenmesi talebinin, 10.01.2022 tarihli müdürlük işlemi ile kısmen kabul kısmen reddedildiğini ileri sürerek sıra cetveline konu paradan elde edilen nemanın Hazine'ye ödenmesine dair müdürlük işleminin iptalini talep ettiği, İlk Derece Mahkemesince, müdürlükçe elde edilen faiz gelirinin alacaklıya ödenmesinin yasal bir dayanağı bulunmadığından bahisle şikayetin reddine hükmedildiği, kararın şikayetçi alacaklı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, Harçlar Kanunu'nun 36/1. maddesi gereğince İlk Derece Mahkemesi kararının yerinde olduğu belirtilerek, başvurunun esastan reddine karar verilmiş, karar alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 36. maddesinin birinci fıkrası, "mahkemeler hakimler; C.Savcıları ve icra iflas daireleri tarafından adlî ve idari işlemlerle takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış olan paraların bankaya yatırılması halinde bu paralara ait faiz, ikramiye ve sair menfaatleri Devlete aittir.", ikinci fıkrası ise, "Şüyuun giderilmesi neticesinde hasıl olan para ve tereke paraları ile kısıtlı veya gaip adına bankaya yatırılan paralar yukarıdaki fıkra hükmünden müstesnadır." hükmünü amir iken, söz konusu iki düzenleme de, Anayasa Mahkemesinin 04.5.2023 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 05.4.2023 tarih ve 2023/48 E. - 2023/72 K. sayılı kararı ile, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.

Daire içtihatları, İİK'nın 140 vd. maddelerinde sıra cetveline itiraz edilmesi halinde icra müdürlüğünce alacaklılara ödenmeyen paranın nemalandırılacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığı ancak yine de sıra cetveline itiraz edilmesi nedeniyle alacaklıya ödenmeyen paranın icra müdürünce banka hesabına yatırılması sonucu elde edilen faiz geliri varsa, alacaklıya ödenmesinin yasal dayanağı olmayıp, nemalandırma sonucu elde edilen paranın Hazineye ait olduğu yönünde iken, kararın dayanağı olan Harçlar Kanunu'nun 36. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının Anayasaya aykırı olduğundan bahisle iptali nedeniyle, oluşan bir nema geliri varsa bunun hak sahiplerine ödeneceği yönünde görüş değişikliğine gidilmiştir.       

Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.02.2023 tarih ve 2022/303 E. - 2023/86 K. sayılı kararında da işaret edildiği üzere; Anayasa'nın 153. maddesinin beşinci fıkrasına göre iptal kararları geriye yürümez. İptal kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin hükmün temel amacı iptal edilen Kanuna veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükmüne dayanılarak daha önce yapılan işlemlerin geçerliliklerinin korunmasını sağlamaktır. Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11 E. - 1989/48 K. sayılı kararında da iptal kararlarının geriye yürümezliği "Türk Anayasal sisteminde, "Devlete güven" ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır." şeklinde açıklanmıştır.

Bununla birlikte, Anayasanın "Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü" başlıklı 11. maddesinde "Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz." düzenlemesi; "Mahkemelerin bağımsızlığı" başlıklı 138. maddesinin birinci fıkrasında "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler." ve 153. maddesinin altıncı fıkrasında "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete'de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar." hükümleri ile 6100 sayılı HMK'nın 33. maddesinde ise "Hâkim, Türk hukukunu resen uygular." şeklinde ifadesini bulan yasal ilke yer alır.

Yapılan bu açıklamalara göre; somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almış yargı ve idare kararları saklı kalmak şartıyla geriye yürüdüğünü kabul etmek gerekir. İptal kararlarının geriye yürümemesi "hukuk güvenliğini sağlamak" amacı ile konmuş olduğuna göre, bu ilke yalnızca kesin hüküm hâllerinde ifade eder (Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), 23. Bası, İstanbul 2019, s. 264, 265;).

Buna göre, her ne kadar İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemelerinin karar tarihlerinde söz konusu kanun hükmü iptal edilmemiş olup yürürlükte olduğundan, kararlar Dairenin eski içtihatları gereğince yerinde ise de; şikayete konu müdürlük kararının dayanağı olan kanuni düzenlemenin, temyiz incelemesi aşamasında, 04.5.2023 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 05.4.2023 tarih ve 2023/48 E. - 2023/72 K. sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmesi nedeniyle, verilen iptal kararının henüz kesinleşmemiş eldeki şikayette uygulanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Hal böyle olunca; İlk Derece Mahkemesince şikayetin kabulü ile şikayete konu müdürlük kararındaki nema tutarının Hazineye irat kaydına dair kısmının iptaline karar verilmesi gerektiğinden, Bölge Adliye Mahkemesi kararı ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur.           

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz isteminin, yukarıda açıklanan nedenlerle kabulü ile 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nın 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nın 373/1. maddesi uyarınca, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 28.12.2022 tarih ve 2022/737 E. - 2022/3073 K. sayılı kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İzmir 9. İcra Hukuk Mahkemesinin 19.01.2022 tarih ve 2022/31 E. - 2022/48 K. sayılı kararının BOZULMASINA, peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 13.12.2023 gününde oy birliğiyle karar verildi.
#4
Tazminat Hukuku / MAVİ MARMARA OLAYINDAKİ İSRAİL...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 25 Nisan 2024, 00:36:39
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2021/4-415
KARAR NO   : 2022/1262



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               : Kırıkhan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 07/10/2020
NUMARASI                 : 2020/248 - 2020/380
DAVACI                       : F.G. vekili Av. T.Ö.
DAVALI                       : Maliye Bakanlığı vekili Av. K.S.

1. Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kırıkhan 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın yargı yolu nedeniyle usulden reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin yardım gönüllülerini taşıyan Defne-Y isimli gemide gemi adamı olarak bulunan Kadir G.'in eşi olduğunu, Kadir G.'in anılan gemi ile Gazze'ye insani yardım götürmek amacıyla uluslararası sularda seyrederken İsrail Devleti silahlı güçleri tarafından gemiden indirildiğini, şahsi eşyalarını almasına izin verilmediğini, üç gün süreyle tutuklu kaldığını, sonrasında Türkiye'ye gönderildiğini ancak iş bulamadığını, maddi sıkıntılar çektiğini ve olayın verdiği üzüntüden dolayı öldüğünü ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 110.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; Mavi Marmara olayının 2010 yılında Akdeniz'in uluslararası sularında meydana gelmesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti arasında 28.06.2016 tarihinde akdedilen "Tazminata İlişkin Usul Anlaşması"'nın 6743 sayılı Kanun ile uygun bulunması, 20.08.2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmesi, takiben anlaşmanın onaylanmasına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının 09.09.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanması ve aynı tarihte yürürlüğe girmesi sonucunda davalarda ayrı bir usulün benimsendiğini, anlaşmanın 4 ve 5. maddeleri gereğince söz konusu olay hakkında Türkiye'de açılmış olan tüm hukuk davalarında husumetin İsrail Devleti yerine Devletimize yöneltileceğini ve Maliye Bakanlığının yasal husumetinin söz konusu olduğunu, davanın bu özel düzenlemeden kaynaklanmakla birlikte tazminat hukukunun genel ilkelerine tabi olduğunu belirtilerek davanın öncelikle dava şartları yönünden incelenerek esasa girilmeden usulden reddini, aksi kanaat ile davaya devam olunduğu takdirde davanın esastan reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Kırıkhan 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.03.2019 tarihli ve 2018/244 E., 2019/141 K. sayılı kararı ile; Mavi Marmara olayı ile ilgili tazminatın dağıtım yetkisinin münhasıran Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ait olduğu, tazminatın ödeneceği kişileri, tazminat miktarını ve ödeme biçimini belirleme yetkisinin davalı idareye ait olduğu konusunda duraksama bulunmadığı, idarenin bu yöndeki işlemlerine karşı menfaati ihlâl edilenler tarafından açılacak iptal davaları ile kişilik hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 2. maddesi gereğince idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle davanın yargı yolu caiz olmadığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114/1-(b) ve 115/2 maddeleri uyarınca reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

8. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 25.06.2019 tarihli ve 2019/1058 E., 2019/1016 K. sayılı kararı ile; 28.06.2016 tarihinde imzalanan ve 01.09.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 6743 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan "Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması" uyarınca Mavi Marmara olayı ile ilgili tazminatın ödeneceği kişileri, tazminat miktarını ve ödeme biçimini belirleme yetkisinin münhasıran Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ait olduğu, idarenin bu yöndeki işlemlerine karşı menfaati ihlâl edilenler tarafından açılacak iptal davaları ile kişilik hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının İYUK'un 2. maddesi gereğince idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 23.01.2020 tarihli ve 2019/2934 E., 2020/236 K. sayılı kararı sayılı kararı ile;

"... davacının, İsrail Devletinin haksız fiil sebebiyle sorumluluğuna dayandığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin özel hukuktan kaynaklanan bu haksız fiil bakımından 3. kişi durumunda bulunduğu, tazminat isteğinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde belirtildiği şekliyle idarenin herhangi bir işlem ve eyleminden kaynaklanmadığı gibi tazminatın ödeneceği kişiler, tazminat miktarı ve ödeme biçiminin belirlenmesi yetkisine ve idarenin bu yöndeki işlemlerine yönelik de olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yalnızca tazminat davasında belirlenen miktarın İsrail Devletine izafeten ifa edilmesi sorumluluğunu üstlendiği, somut olay bakımından kanunlarla düzenlenmiş ve miktarı belli, idarece kendiliğinden ödenmesi gereken bir alacaktan henüz bahsedilemeyeceği, alacakların miktarının ancak tazminat davalarının sonuçlanmasına göre tespit edilebileceği, hukukî istikrar ve içtihat birliği bakımından da adli yargının görevli olmasının benimsenmesi gerektiği gözetilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, bu yön nazara alınmaksızın yargı yolu caiz olmadığından bahisle görevsizlik kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu sebeple bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılması ve ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekir..." gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. Kırıkhan 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.10.2020 tarihli ve 2020/248 E., 2020/380 K. sayılı kararı ile önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; haksız fiil iddiasına dayalı eldeki tazminat davasının idari yargıda mı yoksa adli yargıda mı görülmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve yasal düzenlemeler üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

15. Ülkemizde yargı yolları anayasa yargısı, idari yargı ve adli yargı şeklinde üç ana grupta sınıflandırılmış olup idari yargı; idarenin, idare hukuku alanındaki idari faaliyetlerinden doğan uyuşmazlıkların çözümü ile ilgili karar veren veya bireyler ile idare arasındaki hukukî anlaşmazlıkları çözmeye çalışan yargı birimi olarak tanımlanabilir.

16. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkındaki Kanun'da bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi ve vergi mahkemelerinin işleyişi ile ilgili genel hükümler düzenlenmiş, idari dava türleri, idari yargı yetkisinin sınırı ile idare mahkemesinin görevlerinin ne olduğu açıkça belirlenmiştir.

İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2. maddesi;

"1. İdari dava türleri şunlardır:

a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.

2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler."

Şeklinde düzenlenmiştir.

17. Diğer taraftan, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.

18. Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Kuru, Baki : İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s. 190).

19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinin 1. bendinin (b) alt bendi gereğince yargı yolunun caiz olması dava şartı olup 115. maddesine göre ise mahkeme dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

20. Adli yargı yolu kapsamına girip hukuk mahkemelerinde görülmesi gerekli olan davalarda görev, genel olarak HMK ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun'da düzenlenmiştir. Özel mahkemelerin görev ve yetkisi ise ilgili özel kanunlarında yer almıştır. Yargı yolu gibi görev de kamu düzenine ilişkin bir husus olup res'en araştırılır.

21. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması için 28.06.2016 tarihinde imzalanan ve 01.09.2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20.08.2016 tarihli ve 6743 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan "Türkiye Cumhuriyeti İle İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması" hükümlerinin incelenmesinde yarar vardır.

Türkiye Cumhuriyeti İle İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması'nda;

"Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması'nda Türkiye ve İsrail Devletleri işbirliği ruhuyla aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır;

1- İsrail Hükümeti 31 Mayıs 2010 tarihinde yaşanan konvoy (Mavi Marmara) hadisesi sırasında yakınlarını kaybeden ailelere tazminat olarak, Türk Hükümeti tarafından açılacak bir hesaba 20 milyon Amerikan Doları ödeme yapacaktır.

2- Yukarıdaki meblağ defaten ödenecektir. Türk Hükümeti bu meblağın havale edileceği banka hesabını İsrail Hükümetine diplomatik kanallardan bildirecektir. İsrail, işbu Anlaşma'nın yürürlüğe giriş tarihini takip eden yirmi beş işgünü içinde parayı bu hesaba havale edecektir.

3- Yukarıdaki meblağın dağıtımı, benimsenebilecek dağıtım yöntemlerine uygun olarak, münhasıran Türk Hükümetinin yetkisindedir ve bu konuda İsrail Hükümeti için herhangi bir sorumluluk doğmayacaktır.

4- Türkiye ve İsrail, diğer tarafa veya diğer taraf adına hareket edenlere hukukî veya başka bir sorumluluk yüklemeyecekleri ve bu anlayışın, taraflardan herhangi birinin veya taraflar adına hareket edenlerin cezai veya hukukî sorumluluğu kabul ettiği veya üstlendiği şeklinde yorumlanmayacağı hususunda mutabıktır. Her halükarda, bu anlaşma, İsrail'in, İsrail adına hareket edenlerin ve İsrail vatandaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti veya Türk gerçek veya tüzel kişileri tarafından konvoy hadisesiyle ilgili olarak kendilerine yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye'de yapılmış veya yapılacak her türlü hukukî ya da cezai talebe ilişkin her türlü sorumluluktan tamamen muaf tutulmalarını sağlayacaktır.

5- Herhangi bir Türk gerçek veya tüzel kişisi tarafından veya bu kişiler adına, İsrail Hükümeti veya gerçek veya tüzel kişilerine karşı herhangi bir para talebi öne sürülmesi veya taleplerin sürdürülmesi hâlinde, yukarıdaki hükümlere bakılmaksızın, İsrail Hükümeti onun adına hareket edenler ve/veya İsrail vatandaşlarının kayıpları, masrafları, hasarları ve/veya harcamaları Türk Hükümeti tarafından karşılanacaktır.

6- Bu Anlaşma, Tarafların, yürürlük için gerekli iç hukuk usullerinin tamamlandığına dair birbirlerine Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı Sayfa 2 /6 diplomatik kanallardan yaptıkları yazılı bildirimlerden sonuncusunun alındığı tarihte yürürlüğe girecektir..."

Şartlarına yer verilmiştir.

22. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 90. maddesi ise;

"Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.

Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hâllerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.

Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmalarm Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarım ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.

Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." şeklindedir.

23. Bu durumda; Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti arasında imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti İle İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması" hükümleri iç hukuk bakımından bağlayıcı olduğundan somut olaya uygulanacağı hususu tartışmasızdır.

24. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; Gazze'ye insani yardım götürmek amacıyla yardım gönüllüleri ile yola çıkan Defne-Y Gemisinde gemi adamı olarak bulunan davacının eşinin haksız olarak özgürlüğünden alıkonulup kötü muameleye maruz kaldığı ve olayın üzüntüsüyle öldüğü iddiasına dayalı olarak eldeki tazminat davasının açıldığı anlaşılmaktadır.

25. Yukarıda yer verilen "Türkiye Cumhuriyeti İle İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşması" uyarınca Türkiye Cumhuriyeti'nin yalnızca tazminat davasında belirlenen miktarın İsrail Devletine izafeten ifa edilmesi sorumluluğunu üstlendiği açıktır.

26. Bu durumda; İsrail Devletinin haksız fiiline dayalı tazminat talebinin İYUK'un 2. maddesinde belirtilen idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanmaması nedeniyle, uyuşmazlığın çözümünün adli yargı yerlerine ait olduğu görülmektedir.       

27. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

28. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/1. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 06.10.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
#5
Tazminat Hukuku / HEM TEMİNAT BEDELİNİN İADE EDİ...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 25 Nisan 2024, 00:32:01
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2022/7-1045
KARAR NO   : 2022/1905



İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               : Yargıtay 7. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ                         : 28/06/2022
NUMARASI                 : 2021/9 - 2022/7
DAVACI                       : M.A. vekili Av. C.G.
DAVALI                       : Adalet Bakanlığına izafeten Maliye Hazinesi vekilleri
                                       Av. H.K.U., Av. U.S.
 İHBAR OLUNAN       : İ.Ö.

1. Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı Yargıtay 7. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın esastan reddine karar verilmiştir.

2. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkili ile dava dışı Hüseyin Nuri Ü.'in birlikte N.-B. Adi Ortaklığını kurduklarını, bu ortaklığa ait olarak inşa ettikleri Antalya ili Kemer ilçesi T. Köyü 59 Ada 6 parsel 9 ve 10 numaralı bağımsız bölümlerin müvekkili tarafından kullanıldığı iddiasıyla dava dışı Hüseyin Nuri Ü. tarafından Kemer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde müdahalenin men'i ve ecrimisil davası açıldığını, davanın kabulüne karar verilmesi sonrası kararın temyizi aşamasında başlatılan icra takibine ilişkin olarak yatırılan 37.650,33 TL teminat sonrası tehiri icra kararı alındığını, müvekkili aleyhine verilen kabul kararının Yargıtay 1. Hukuk Dairesince bozulması üzerine yatırılan teminatın iadesi için mahkemeye iletilen taleplerin mahkeme hâkimince reddedildiğini, bu hususta Adalet Bakanlığına yapılan başvurunun reddedildiğini, aynı hususla alakalı idare mahkemesi nezdinde açılan davada da görevsizlikten bahisle taleplerinin reddine karar verildiğini, 06.09.2007 tarihinde yatırılan teminatın yatırıldığı tarihteki değerini yitirdiğini, anılan bedelin hem iade edilmemesi hem de nemalandırılmaması nedeniyle müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000 TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Maliye Hazinesi vekili; husumet itirazında ve zamanaşımı def'inde bulunup 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 46. maddesindeki şartların oluşmadığını, talebin somutlaştırılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Özel Daire Kararı:

6. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 28.06.2022 tarihli ve 2021/9 E., 2022/7 K. sayılı kararı ile; "... Kemer 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/576 Esas, 2010/499 Karar sayılı dava dosyasında mevcut bulunan duruşma tutanakları, teminat makbuzu, gerekçeli karar ile Kemer İcra Müdürlüğünün 2007/1939 sayılı icra takip dosyası istenmiş ve Dairemizce incelenmiştir.

Dava, hâkimlerin hukuki sorumluluğu nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Hâkimlerin hukuki sorumluluğu Hukuk Muhakemeleri Kanununun 46-49. maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Kanunda gösterilen sorumluluk nedenleri, örnek niteliğinde olmayıp; sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.

Davacı vekili, Kemer 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/576 Esas, 2010/499 Karar sayılı dava dosyasında yatırılan teminat iadesi için mahkemeye birçok kez talepte bulunulduğunu, ancak mahkeme hakimince bütün taleplerin reddedildiğini, 2007 yılında yatırılan teminatın o dönemde çok büyük bir değer ifade ettiğini, ancak bugün itibariyle bütün değerini yitirdiğini, bu nedenle müvekkilinin büyük zarara uğradığını belirterek, bu zararın tahsilini talep etmiştir. Dava konusu olayda HMK.nun 46 ncı maddesinde yer alan nedenler bulunmamaktadır.

Tazminat istemi, yasa yolları düzenlenmiş bulunan yargısal işlem ve kararlara ilişkindir. Hatalı olduğu ileri sürülen yargısal işlemlerde, özel amaç ile davranıldığı yönünde bir deli de bulunmamaktadır.

Dava edilen talebin konusu, Hukuk Muhakemeleri Usulu Kanunda sınırlı sayıda yazılı sorumluluk gerektiren hususlardan olmadığından davanın reddine karar vermek gerekmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 49 ncu maddesinde "...Dava esastan reddedilirse davacı 500,00 TL'den 5.000,00 TL'sine kadar disiplin para cezasına mahkum edilir..." hükmünü düzenlemiştir.

Davacının davası esastan reddedildiğinden Hukuk Muhakemeleri Kanununun 49 ncu maddesi gereğince takdiren 500,00 TL disiplin para cezasına mahkum edilmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;

1- Davanın REDDİNE,

2- 6100 sayılı HMK'nun 49. maddesi gereğince takdiren 500,00 TL disiplin para cezasının davacıdan alınarak Hazineye verilmesine,

3- Harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,

4- Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 7.425,00 TL maktu vekalet ücretinin, davacıdan alınıp kendisini vekil ile temsil eden davalıya verilmesine,

5- Yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, 6100 sayılı HMK'nun 333.maddesi uyarınca hükmün kesinleşmesinden sonra yatırılan avanstan kullanılmayan kısmın davacıya iadesine,

6- Davalı Maliye Hazinesi ve ihbar olunan tarafından dosyada herhangi bir yargılama gideri yapılmadığı anlaşıldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,..." karar verilmiştir.

Kararın Temyizi:

7. Özel Daire kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. GEREKÇE

8. Dava, HMK'nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

9. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK'nın 46. maddesinde "(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:

a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.

ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.

d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.

e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması." düzenlemesi bulunmaktadır.

10. Somut olayda HMK'nın 46. maddesinde sınırlı sayıda belirtilen sorumluluk sebeplerinden hiçbiri bulunmadığından ve hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminat şartları oluşmadığından Özel Dairece davanın reddine karar verilmesi yerindedir.

11. Hâl böyle olunca, yapılan açıklamalara, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

III. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 28.12.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
#6
İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku / Ek Bilirkişi Raporuna Göre İki...
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 25 Nisan 2024, 00:14:36
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/10-795
Karar No       : 2023/641



Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı Engin K. vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı Engin K. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Engin K. vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi Şeref G.'ın davalı İsmail Hakkı T.'na ait olup davalı şirket tarafından üstlenilen inşaatta 03.10.2009 tarihinde meydana gelen kaza sonucunda vefat ettiğini, Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/2. Esas, 2014/6.0 Karar sayılı kararı ile davalılar İsmail Hakkı T. ve Engin K.'nun taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiğini, müvekkillerinin meydana gelen kaza nedeniyle büyük acı ve ızdırap yaşadıklarını, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını ileri sürerek davacı eş Fatma G. yönünden 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi; davacı çocuklar Buse ve Halil G. yönünden 1.000,00'er TL maddi, 30.000'er TL manevi ve davacı baba Halil G. yönünden ise 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 08.10.2018 havale tarihli talep artırım dilekçesinde maddi tazminat talebini davacı eş Fatma G. yönünden 181.769,49 TL'ye, çocuk Buse G. yönünden 69.384,50 TL'ye ve çocuk Halil G. yönünden ise 39.067,71 TL'ye yükseltmiştir. Davacılar vekili 27.06.2019 havale tarihli talep artırım dilekçesinde maddi tazminat taleplerini tekrar arttırarak eş Fatma G. yönünden 219.748,45 TL, çocuk Buse G. yönünden 79.007,70 TL, çocuk Halil G. yönünden 42.460,06 TL maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalılar İsmail Hakkı T. ve Haziran İnşaat Madencilik Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. vekili; müvekkili İsmail Hakkı T. yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, davalı şirketin meydana gelen kazada kusurunun bulunmadığını, Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/2. Esas, 2014/6.0 Karar sayılı kararının müvekkili İsmail Hakkı T. tarafından temyiz edilmesi nedeniyle ceza dosyasının sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı Engin K. vekili; müvekkilinin proje müellifi olduğunu, şantiye şefi olmadığını, bu nedenle meydana gelen kazada kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

A. İlk Derece Mahkemesi Kararı

 İlk Derece Mahkemesinin 17.07.2019 tarihli ve 2016/369 Esas, 2019/541 Karar sayılı kararı ile Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ancak Mahkemece görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğu belirtilerek verilen görevsizlik kararının Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesice onanması üzerine sürdürülen yargılama sonucu davanın belirsiz alacak davası olarak açılması nedeniyle yargılama sırasında bir kez talep artırımı yapılabileceğinden 27.06.2019 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi olarak kabul edildiği, davacıların murisi Şeref G.'ın hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi nam ve hesabına çalıştığı sırada iş kazasının meydana gelmesi nedeniyle davalılar ile arasında işçi-işveren ilişkisi bulunmadığı, 03.10.2009 tarihinde murisin dava dışı Ayhan U.'un davalı şirketin sahibi olan davalı İsmail Hakkı T.'ndan aldığını belirttiği dairenin yangın merdivenine açılan kapının altındaki boşluğa mermer yapmak için inşaatta olduğu sırada hazırladığı mermerin kapının altına uyup uymadığını kontrol etmek amacıyla kapıyı açmak isterken boşluğa düşerek vefat ettiği, Kurum müfettişi tarafından hazırlanan inceleme raporunda murisin % 40; davalılar İsmail Hakkı T. ve Engin K.'nun % 60 kusurlu olduğunun belirtildiği, mahkemece alınan bilirkişi heyet raporunda ise boşluktan düşme ihtimalini öngörebilecek durumda olmasına rağmen kişisel güvenliğini ihmâl ederek tedbirsiz ve dikkatsiz davranan murisin % 40; gerekli ikaz ve uyarılarda bulunmayan daire sahibi dava dışı Ayhan U.'un % 10; inşaat mimari projesini yapan ve inşaat işlerinin projeye uygun yapılıp yapılmadığını denetlediğini beyan eden ve ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı kesinleşen davalı Engin K.'nun % 5; yangın merdiveni boşluğunu geçici korkuluklarla güvenli hâle getirmeyen daire sahiplerini ve bu kişilerin tadilat için anlaşmaya vardığı kişileri uyarmayan, bilgilendirmeyen ve inşaat alanında tam bir otorite sağlamayan davalı şirketin ise (şirket yetkilisi İsmail Hakkı T.'nun % 5 oranında sorumluluğu bulunmakla) % 45 oranında kusurlu olduğu, ceza dosyasındaki kusur raporları ile eldeki davadaki kusur raporu arasında davalıların kusur oranlarına ilişkin farklı tespitler olsa da tüm raporlarda murisin % 40 oranında kusurlu olduğunun belirtilmesi ve davalıların kusur oranlarının açılacak rücuan tazminat davasında değerlendirilmesinin mümkün olması nedeniyle yeni bir kusur raporu alınmasına gerek olmadığı, murisin kendisine ait işyerindeki ücretinin asgari ücretin 1,6 katı olduğu, aktüer hesap yapılırken davalıların 5510 sayılı Kanun kapsamında üçüncü kişi konumunda olmaları nedeniyle davacı hak sahipleri eş ve çocukların iş kazası nedeniyle bağlanan ilk peşin sermaye değerinin yarısının davalıların toplam kusuru olan % 60 oranına göre mahsubu gerektiği, bu esaslar çerçevesinde hazırlanan aktüerya hesap raporunun hükme esas alındığı, öte yandan sigortalı murisin eşi, çocukları ve babasının yaşadığı acının telafisi amacıyla kusur oranları da gözetilerek manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacı eş Fatma G. yönünden 219.748,45 TL maddi ve 25.000,00 TL manevi; davacı çocuk Buse G. yönünden 79.007,70 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi; davacı çocuk Halil G. yönünden 42.460,06 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi ve davacı baba Halil G. yönünden 20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline, davacı baba Halil G.'ın maddi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Engin K. vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 19.03.2020 tarihli ve 2019/2425 Esas, 2020/855 Karar sayılı kararı ile davalıların ve dava dışı üçüncü kişinin kusur oranları yönünden rücu davasında değerlendirilme yapılabileceği, İlk Derece Mahkemesince hükmolunan maddi ve manevi tazminat miktarlarından davalı Engin K.'nun diğer davalılarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasında isabetsizlik olmadığı, kararda vakıa ve hukuki değerlendirme bakımından kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı Engin K. vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Engin K. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... Dava sigortalının vefatı nedeniyle hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

1- 6100 sayılı H.M.K.'nun 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, özellikle zararın baştan belirlenemediği ancak bir incelemeden sonra zararın tam olarak tespitinin mümkün olduğu tazminat taleplerinde söz konusu olur. Alacaklının böylesi bir davayı açabilmesi için alacağının miktarını tam ve kesin olarak belirlemesinin objektif olarak mümkün olmaması gerekir. Alacak miktarı biliniyorsa yada bilinebilecek durumda ise böyle bir dava açılamaz. Çünkü bu durumda her davada arandığı gibi hukuki yarar aranacak olup alacak miktarının biliniyor yada bilinebilecek olması halinde davacının hukuki yararından söz edilemez.

Belirsiz alacak davasında yapılan yargılama sırasında alacağın miktarının tam olarak belirlenmesi ile davacı talebini iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın artırabilecektir. Alacağın belirli hale gelmesi sonrasında ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilirse davacının bundan sonraki yeni artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü böylesi bir durumda alacağın belirsizliği değil davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.

Somut olayda davacıların maddi tazminat istemini belirsiz alacak davası olarak açtığı, davacıların maddi tazminat alacaklarının 22.09.2018 tarihli rapor ile bilinir hale gelmesi üzerine davacılar vekilinin 08.10.2018 tarihli dilekçesiyle maddi tazminat istemlerini neticeten sigortalının eşi için 181.769,49 TL'ye çocuğu Buse için 69.384,50 TL'ye ve çocuğu Halil için 39.067,71 TL'ye artırdığı halde; 27.06.2019 tarihli dilekçesiyle maddi tazminat istemlerini neticeten sigortalının eşi için 219.748, 45 TL'ye, çocuğu Buse için 79.007,70 TL'ye ve çocuk Halil için 42.460,06 TL'ye artırdığı anlaşılmakla; davacıların maddi tazminat istemlerinin 22.09.2018 tarihli raporla bilinir hale gelmesi akabinde taleplerini arttırmış olmasına göre davacılar vekilinin ilk talep artırım dilekçesine itibarla karar verilmesi gerekirken ikinci talep artırım dilekçesine itibarla karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

2- Taraflar arasında kusurun aidiyeti ve oranı noktasında uyuşmazlık bulunduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere gerek kaza tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu 53. Maddesi gerekse de yargılama sırasında yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. maddesi hükmü gereğince, hukuk hâkimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü konusunda kesinleşmiş olan bir mahkumiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi (Prof Dr. Kemal Gözler, "Res Judicata'nın Türkçesi Üzerine", Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 56, Sayı 2, 2007, s.45-61 ) hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır.

Öte yandan bu tür iş kazalarında kusurun belirlenmesinde, kabul edilen maddi olgular doğrultusunda; tarafların kusur oran ve aidiyetleri işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerden alınacak bilirkişi raporu uyarınca saptanmalıdır. Kusur durumu saptanırken, iş güvenliği mevzuatına göre hangi önlemlerin alınması gerektiğinin, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığının ve alınmış önlemlere sigortalı işçinin uyup uymadığının, 5510 sayılı Kanunun 21.maddesi ile kaza tarihinde yürürlükte olan 4857 sayılı Kanunun 77.maddesi ile İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi ve oluşa uygun kusur raporu alınması gerekir.

Somut olayda, dava harici Ayhan U.'un, proje sorumlusunun davalı Engin K. olduğu, davalı İsmail Hakkı T.'nun ise yetkilisi olduğu, davalı Haziran İnşaat Şirketinden satın aldığı dairenin yangın merdiveni önüne mermer eşik yaptırmak için davacıların murisi Şeref G. ile anlaştığı, olay günü Şeref'in yangın merdiveni kapısını açarak mermer eşiği yerleştirmek istediği sırada, kapının tam açılmaması üzerine yarım açılan kapı aralığından kapı arkasına geçip kapı arkasında bulunan klima bağlantı hortum ve kordonlarını itmeye çalıştığı esnada dengesini kaybetmesi neticesinde bulunduğu yangın merdiveni etrafına korkuluk yapılmamış olması nedeniyle, merdiven boşluğundan düşerek vefat ettiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere sigortalı Şeref'in bağımsız çalışan olduğunun anlaşılmasına göre iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun kendisi tarafından alınması gerektiği açıktır. Nitekim aynı olayla ilgili karara bağlanan ve Yargıtay denetiminden geçip, onanarak kesinleşen Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/2. E- 2014/6.0 K sayılı dosyasında hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre de müteveffa sigortalının birinci derecede asli, sanık Engin K. ve İsmail Hakkı T. ile daire Sahibi Ayhan U.'un ikinci derece tali kusurlu oldukları tespit edilmiştir İş bu temyize konu dava dosyasında alınan rapora göre ise davalı Haziran İnşaat Şirketinin %45 (Bu Kusurun %5'inin davalı İsmail Hakkı T.'na ait olduğu) davalı Engin K.'nun %5, dava harici Ayhan U.'un %10 ve müteveffa sigortalının %40 oranında kusurlu olduğu kabul edilmiş ise de; itibar edilen kusur raporunda belirlenen kusur oranlarının olayın oluşuna uygun olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu açıklamalar doğrultusunda mahkemece yapılacak iş, yukarıda açıklanan olguları dikkate alacak şekilde olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için dosyanın A sınıf iş güvenliği uzmanlarından oluşturulacak heyete tevdi edilerek kusur raporu almaktan ibarettir.

3- Öte yandan, maddi tazminat alacağının belirlenmesinde davacının ilk talep artırım dilekçesinin dayanağını oluşturan bu yönle de maddi tazminat yönünden davalı lehine usuli kazanılmış hak oluşturan 22.09.2018 tarihli hesap raporuna, tespit edilecek kusur oranları uygulanıp, yine bu raporda işlemiş devre sonu olarak kabul edilen tarih değiştirilmeden, SGK tarafından davacılara bağlanan gelirin rücuya kabil kısmının tenzili ile davacıların maddi tazminat alacaklarının tespitine karar verilmesi aynı zamanda davalı İsmail Hakkı T. ile Haziran İnşaat Şirketinin ilk derece mahkemesince verilen karara karşı istinaf ve temyiz itirazlarının bulunmaması nedeniyle, davacıların iş bu davalılara karşı kazandıkları usuli kazanılmış hakların da verilecek kararda gözetilmesi gerekmektedir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Engin K. vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten ceza dosyasında bulunan beş bilirkişi raporunun ikisinde davacıların murisinin asli, üçünde tali kusurlu olduğunun belirtildiği, öte yandan davacıların murisinin asli kusurlu olduğu belirtilen iki bilirkişi raporunun birinde ise davalı İsmail Hakkı T.'nun da asli kusurlu olduğunun bildirildiği ancak Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/2. Esas, 2014/6.0 Karar sayılı kararında hangi bilirkişi raporunun hükme esas alındığının açıklanmadığı, sadece İsmail Hakkı T. ve Engin K.'nun davacıların murisinin ölümünde birlikte kusurlu olduğunun belirtildiği, davacıların murisinin kusuruna dair değerlendirme bulunmadığı, ceza dosyasında tespit edilen maddi vakıaların hukuk hakimini bağlayacağı, zira davacıların murisinin mermer eşik yapacağı dairenin yangın merdivenine açılan kapı önündeki merdiven boşluğuna mimari projeye göre yapılması zorunlu kafes ve korkuluk sisteminin yapılmaması nedeniyle kazanın meydana geldiği hususuna gerekçeli kararda yer verildiği, bu itibarla davacıların murisinin sırf bağımsız çalışıyor olması sebebiyle iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin çoğu tedbiri alması gerektiği belirtilerek yeniden bilirkişi raporu alınmasının gerektiğine dair bozma kararının somut olaya uygun olmadığı, hesap raporunda belirtilen maddi tazminat miktarlarının hüküm altına alınmasının dosya kapsamına uygun olduğu, diğer taraftan davacılar vekilinin 22.09.2018 tarihli aktüerya bilirkişi raporuna itiraz ettiğini belirterek 08.10.2018 tarihli talep artırım dilekçesi sunması üzerine alınan 10.12.2018 tarihli ek hesap bilirkişi raporunda ölüm aylığı ve gelirleri belirlendikten sonra ilk peşin sermaye değerinin tespiti için araştırma yapılmasının istenilmesi sonrasında eksiklikler tamamlanarak alınan 07.04.2019 tarihli ikinci ek hesap bilirkişi raporuna göre davacılar vekili tarafından 27.06.2019 tarihinde ikinci talep artırım dilekçesinin verildiği gözetildiğinde davacıların ilk talep artırım dilekçesini sunduğu tarihte ölüm gelirinin ilk peşin sermaye değerinin dosyada bulunmadığı anlaşıldığından 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince bahsi geçen tarihte alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle ikinci talep artırım dilekçesinin esas alınması gerektiği, kaldı ki ilk dilekçe talep artırım dilekçesi olarak kabul edilmiş olsa dâhi belirsiz alacak davasında davanın ıslahına yasal engel bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı Engin K. vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı Engin K. vekili, müvekkilinin mimari proje müellifi olduğunu, uygulama sorumluluğunun bulunmadığını, kaldı ki mimari projede bir eksiklik olmadığını, dava dışı Ayan U.'un yüklenici şirketten satın aldığı dairenin yangın merdiveni önüne eşik yaptırmak için bağımsız çalışan olan davacıların murisi Şeref G. ile anlaştığı, murisin inşaatta kimsenin bulunmadığı ve çalıştığından haberdar olmadığı pazar günü emniyet önlemlerini almadan çalıştığı sırada inşaattan düşerek vefat ettiğini, kazanın murisin ve daire sahibinin önlem almaması nedeniyle meydana geldiğini, murisin bağımsız çalışması nedeniyle müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, İlk Derece Mahkemesince kusur oranının tespiti için uzman bilirkişilerden rapor alınmadığını, Asliye Ceza Mahkemesi tarafından alınan bilirkişi raporunda muris asli kusurlu bulunmuşken eldeki davada yüklenici şirket ile eşit kusurlu kabul edilmesinin doğru olmadığını, talep artırım dilekçesinde yasal sınırın aşıldığını, talep artırım dilekçesinde talep tarihi dikkate alınmadan işleyecek faize karar verilmesinin hatalı olduğunu, davacıların murisinin birinci derecede kusurlu olduğu kabul edilerek taleplerin değerlendirilmesi gerektiğini belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

1- Belirsiz alacak davası olarak açılan eldeki davada maddi tazminat miktarının 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporuyla mı yoksa 07.04.2019 tarihli ikinci ek bilirkişi raporuyla mı tam ve kesin olarak belirlenebilir hâle geldiği; buradan varılacak sonuca göre 08.10.2018 tarihli ilk talep artırım dilekçesine mi yoksa 27.06.2019 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi mi yahut ikinci talep artırım dilekçesi mi olduğu belirlenip buna göre bu dilekçeye mi itibar edilmesi gerektiği,

2- Davacıların murisinin çalışma şekli, olayın oluşu, ceza davasındaki maddi olgunun hukuk hâkimini bağladığı ve davacıların murisi Şeref G.'ın bağımsız çalışan olduğu gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun davacıların murisi tarafından alınması gerektiğinin kabulünün dosya kapsamına uygun olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 107 nci maddesi

2. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 53 üncü maddesi [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 74 üncü maddesi].

3. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 13 ve 21 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

a. (1) numaralı uyuşmazlık yönünden

1. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Belirsiz alacak ve tespit davası" başlıklı 107 nci maddesinin 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." düzenlenmesi bulunmakta iken 7251 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile madde başlığı "Belirsiz alacak davası"; ikinci fıkrası "(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır." şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.

3. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

4. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

5. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek "etkin hukukî koruma"nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir." şeklindeki açıklamayla alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.

6. Bu kıstaslar; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

i. Davacının kendisinden beklenememesi,

ii. Bunun olanaksız olması,

iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

7. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

8. Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Hakan Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, 2011, s. 26-31).

9. Bu noktada usul kanunlarında yapılacak değişikliklerin zaman bakımından uygulanması ile ilgili açıklama yapılması faydalı olacaktır.

10. Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin usul hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.

11. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde ilgili "usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı"dır.

12. Hemen belirtilmelidir ki dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.

13. Bir usul işlemi yargılama sırasında yapılmaya başlanıp tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle tamamlanmış usul işlemleri yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar -tersine bir kural benimsenmediği takdirde- genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt I, İstanbul 1997, s. 73 ilâ 78).

14. Yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak 6100 sayılı Kanun'un "Zaman bakımından uygulanma" başlığını taşıyan 448 inci maddesinin birinci fıkrası da, "Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır" hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna veya hükümlere göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini koruyacaktır. Buna karşın tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır. Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.03.2021 tarihli ve 2017/4-1397 Esas, 2021/292 Karar ile 27.12.2022 tarihli ve 2022/(22)9-668 Esas, 2022/1841 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.

15. Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurulmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil kesin talep sonucu esas alınmalıdır (Pekcanıtez, s. 56).

16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesinin ikinci fıkrası ile tahkikatın sona ermesine kadar davanın başında belirtilen talebin artırılabileceği kabul edilmişken 7251 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle talep sonucunun belirlenmesi mümkün olduğunda hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacının talebini artırabileceğine dair düzenleme yapılmıştır.

17. Bu açıklamalara göre 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle talep sonucunun belirlenmesi mümkün olduğunda hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacının talebini artırabileceğine dair düzenleme yapılmış ise de kanunların geriye yürümemesi ilkesi ve talep artırımının yapılmakla tamamlanmış usuli işlem olması nedeniyle eldeki davada talep artırım dilekçelerinin tarihi itibariyle bu yeni hükmün uygulanamayacağı kabul edilmelidir.

18. O hâlde eldeki davanın yasal dayanağı olan 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesinin ikinci fıkrasının ilk hâlinde yer alan düzenlemeye göre belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır (Pekcanıtez, s. 56).

19. Somut olayda davacılar vekilinin belirsiz alacak davası olarak açtığı davada davacı eş Fatma G. yönünden 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi; çocuklar Buse ve Halil G. yönünden 1.000,00'er TL maddi, 30.000,00'er TL manevi ve baba Halil G. yönünden ise 1.000,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ettiği, yargılama sırasında alınan 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporunda hesaplanan maddi tazminat miktarlarına ve davacı baba Halil G. yönünden hesaplama yapılmamasına itiraz ederek 08.10.2018 tarihli talep artırım dilekçesi ile bu rapor doğrultusunda davacı eş Fatma G. yönünden maddi tazminat miktarını 181.769,49 TL'ye, çocuk Buse G. yönünden 69.384,50 TL'ye, çocuk Halil G. yönünden 39.067,71 TL'ye yükselttiği, ardından İlk Derece Mahkemesince taraf vekillerinin itirazları yerinde görülerek getirtilen belgeler de dikkate alınarak düzenlenen 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi raporu doğrultusunda 27.06.2019 tarihli talep artırım dilekçesiyle ikinci kez talebini arttırarak davacı eş Fatma G. yönünden 219.748,45 TL, çocuk Buse G. yönünden 79.007,70 TL ve çocuk Halil G. yönünden ise 42.460,06 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini talep ettiği, İlk Derece Mahkemesince ikinci talep arttırım dilekçesine itibar edilerek bu dilekçede belirtilen miktarlar üzerinden hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.

20. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tüm deliller toplanmadan hazırlanan ve davacılar vekili tarafından itiraz edilen 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporuyla alacakların tam ve kesin olarak belirlenebilir hâle geldiğinin kabul edilemeyeceği, zira taraf vekillerinin itirazları ve bu rapordan sonra getirtilen belgeler kapsamında değerlendirme yapılarak düzenlenen 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi raporunda davacıların maddi tazminat alacaklarının daha fazla olduğunun belirlendiği, bu nedenle tazminat alacağı 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi raporu ile tam ve kesin olarak belirli hâle geldiğinden bu ek rapor doğrultusunda sunulan 27.06.2019 tarihli talep artırım dilekçesine hukuki değer atfedilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.

21. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davacılar vekilinin 22.09.2018 tarihli bilirkişi raporuna itiraz etmesine rağmen itirazlarının karşılanmasını veya ek rapor alınmasını beklemeden aceleci davranıp 08.10.2018 tarihli talep artırım dilekçesiyle talep sonucunu belirlediği anlaşıldığından artık 07.04.2019 tarihli ek bilirkişi raporunda alacakların daha fazla çıkması üzerine verdiği 27.06.2019 tarihli ikinci talep artırım dilekçesine hukuki değer atfedilemeyeceği, bu nedenle 08.10.2018 tarihli ilk talep artırım dilekçesinin hükme esas alınması gerekirken 27.06.2019 tarihli ikinci talep artırım dilekçesine göre karar verilmesinin yerinde olmadığı ve direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

22. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

23. Bu nedenle (1) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararı onanmalıdır.

b. (2) numaralı uyuşmazlık yönünden

1. Öncelikle konuya ilişkin mevzuattaki düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

2. İş kazası, sigortalının işyerinde iş dolayısıyla ya da işverence yürütülmekte olan işyeri dışındaki çalışması sırasında ortaya çıkan, sigortalının hemen ya da sonradan sakatlığına neden olan olay olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s.605).

3. 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve somut olayda uygulanması gereken 5510 sayılı Kanun'un 13 üncü maddesinde iş kazası;

"a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b) (Değişik bend:17.04.2008-5754 S.K./8.mad) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır." şeklinde tanımlanmıştır.

4. Madde metninden anlaşılacağı üzere 5510 sayılı Kanun'da düzenlenen iş kazası sayılan hâllerden (b) bendi dışındakiler yönünden kazanın yapılan işle ilgisi aranmamaktadır. İş kazası kavramının Kanun'da bu şekilde geniş düzenlenmesinin sebebi sosyal güvenlik hakkının koruyucu kapsamının mümkün olduğunca genişletilmesinin amaçlanmasıdır.

5. Öte yandan 5510 sayılı Kanun'un 21 inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir.

6. Bu aşamada ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, başka deyişle ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulması gerekmekte olup ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda mülga 818 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesinde (6098 sayılı Kanun'un 74 üncü maddesi) düzenlenmiş olup hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

7. Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin medeni hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

8. Mülga 818 sayılı Kanun'un "Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet" başlıklı 53 üncü maddesinde; "Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez." hükmü yer almakta olup 6098 sayılı Kanun'un 74 üncü maddesinde de aynı düzenleme bulunmaktadır.

9. Bu açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

10. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle fiilin hukuka aykırılığı konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını belirleyen ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.

11. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 818 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi bir engel oluşturmaz.

12. Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2022 tarihli ve 2019/10-111 Esas, 2022/948 Karar ile 15.12.2022 tarihli ve 2021/10-292 Esas, 2022/1759 Karar sayılı kararları).

13. Somut olayda dava dışı Ayhan U.'un davalı şirketten satın aldığı dairenin yangın merdivenine açılan kapısının altındaki boşluğa mermer eşik yaptırmak üzere anlaştığı davacıların murisi Şeref G.'ın 03.10.2009 tarihinde yaptığı mermeri yerleştirmek isterken yangın merdiveninin kapısının tam açılmaması üzerine kapıyı açmak için kapı arkasına geçerek klima bağlantı hortum ve kordonlarını itmeye çalıştığı sırada dengesini kaybederek korkuluk veya kafes sistemi bulunmayan merdiven boşluğundan düşerek vefat ettiği, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/1352 Esas sayılı iddianamesi ile davalılar İsmail Hakkı T. ve Engin K. hakkında davacıların murisi Şeref G.'ın taksirle ölümüne sebebiyet verme suçundan cezalandırılmaları istemiyle ceza davası açıldığı, Yargıtay 12. Ceza Dairesi tarafından onanan Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 12.11.2014 tarihli ve 2010/2. Esas, 2014/6.0 Karar sayılı kararında mimari projede yangın merdiveni boşluğunda koruyucu kafes ve korkuluk sistemi bulunması zorunlu olmasına rağmen binada kafes ve korkuluk sistemi yapılmadan dairelerin sahiplerine teslim edilmesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde davalı İsmail Hakkı T.'nun asli kusurlu; mimari projedeki koruyucu kafes ve korkuluk sisteminin yapılmasına ilişkin denetim görevini yerine getirmeyen inşaatın mimarı ve proje sorumlusu davalı Engin K.'nun olayın meydana gelmesinde tali kusurlu olduğu gerekçesiyle davalıların taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, Kurum müfettişi tarafından hazırlanan inceleme raporunda olayın iş kazası olduğunun ve murisin % 40; davalılar İsmail Hakkı T. ve Engin K.'nun % 60 oranında kusurlu bulunduğunun belirtildiği, eldeki davada alınan 10.05.2018 tarihli bilirkişi heyet raporunda ise boşluktan düşme ihtimalini öngörebilecek durumda olmasına rağmen kişisel güvenliğini ihmâl ederek tedbirsiz ve dikkatsiz davranan murisin % 40; gerekli ikaz ve uyarılarda bulunmayan daire sahibi dava dışı Ayhan U.'un % 10; inşaat mimari projesini yapan ve inşaat işlerinin projeye uygun yapılıp yapılmadığını denetlediğini beyan eden ve ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı kesinleşen davalı Engin K.'nun % 5; yangın merdiveni boşluğunu geçici korkuluklarla güvenli hâle getirmeyen daire sahiplerini ve bu kişilerin tadilat için anlaşmaya vardığı kişileri uyarmayan, bilgilendirmeyen ve inşaat alanında tam bir otorite sağlamayan davalı şirketin ise (şirket yetkilisi İsmail Hakkı T.'nun % 5 oranında sorumluluğu bulunmakla) % 45 oranında kusurlu olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.

14. İlk Derece Mahkemesince 10.05.2018 tarihli heyet bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranlarının dosya kapsamına uygun olduğu, ceza dosyasındaki kusur raporları ile eldeki davadaki kusur raporu arasında davalıların kusur oranlarına ilişkin farklı tespitler yapılmış ise de tüm raporlarda murisin % 40 oranında kusurlu olduğunun belirtilmesi ve davalıların kusur oranlarının açılacak rücuan tazminat davasında değerlendirilmesinin mümkün olması nedeniyle yeni bir kusur raporu alınmasına gerek olmadığı gerekçesiyle bu rapor hükme esas alınmış olup karara karşı davalı Engin K. vekilinin istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedildiği, bu kararın da davalı Engin K. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece davacıların murisi Şeref G.'ın bağımsız çalışan olduğu gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun muris tarafından alınması gerektiği gözetilerek A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alınması gerektiği gerekçesiyle bozulmasından sonra İlk Derece Mahkemesince verilen direnme kararının davalı Engin K. vekili tarafından temyiz edildiği anlaşılmıştır.

15. Yukarıdaki açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde; olayın oluş şekli, müteveffanın hizmet akdiyle çalışan olmayıp kendi nam ve hesabına bağımsız çalışması ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen Antalya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/2. Esas, 2014/6.0 Karar sayılı dosyasında olayın meydana gelmesinde müteveffa sigortalının kusurlu olduğuna dair maddi olgunun tespit edildiği gözetildiğinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin büyük çoğunluğunun davacıların murisi Şeref G. tarafından alınması gerektiği, bu nedenle 10.05.2018 tarihli kusur bilirkişi raporunun dosya kapsamına uygun olmadığı anlaşıldığından A sınıf iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden olayın oluşuna uygun kusur oranlarının tespiti için yeniden rapor alındıktan sonra yukarıda (1) numaralı uyuşmazlık kapsamında varılan sonuç itibariyle alacağın 07.04.2019 tarihli ek rapor ile belirli hâle geldiği dikkate alınıp ayrıca kusur oran ve aidiyetleri ile diğer hususlara ilişkin mahkeme kararını davalı Engin K. dışındaki davalıların ve davacılar vekilinin istinaf ve temyiz etmemesi nedeniyle oluşan kazanılmış haklar gözetilerek sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

16. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında olayın oluş şekli, ceza davasında davacıların murisi Şeref G.'ın ölümü ile sonuçlanan kazanın meydana gelmesinde davalı Engin K.'nun tali kusurlu olduğu kabul edilerek verilen adli para cezasının temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmesi, eldeki davada kusur oran ve aidiyetlerine ve diğer hususlara ilişkin mahkeme kararını davalı Engin K. dışındaki davalıların ve davacılar vekilinin istinaf ve temyiz etmemesi gözetildiğinde kesinleşen ceza mahkemesi kararı nedeniyle davalı Engin K.'nun az da olsa kusurlu kabul edilmesi gerektiğinden ve eldeki davada da bu davalıya % 5 kusur izafe edildiğinden tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirme yapıldığında direnme kararının bu yönden usul ve yasaya uygun olduğu ancak bozma nedenine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

17. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

18. O hâlde (2) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

(1) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı Engin K. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan İlk Derece Mahkemesi kararının ONANMASINA (21.06.2023 tarihindeki ikinci görüşmede oy çokluğuyla),

(2) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı Engin K. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi uyarınca BOZULMASINA (14.06.2023 tarihindeki birinci görüşmede oy çokluğuyla),

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine kesin olarak karar verildi.



BİLGİ : 14 Haziran 2023 tarihli ilk görüşmede II. Uyuşmazlık Yönünden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 25 üyenin 18'i BOZMA, 7'si ise Direnme Uygun Daireye yönünde oy kullanmışlardır.

21 Haziran 2023 tarihli ikinci görüşmede I. Uyuşmazlık Yönünden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 25 üyenin 14'ü ONAMA, 11'i ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
#7
Genel İcra Hukuku / Ynt: İCRANIN İADESİ
Son İleti Gönderen ADEM - 1907 - 24 Nisan 2024, 11:53:56
sağ olun müdürüm, iyi çalışmalar
#8
Paylaştığımız içtihatları her zaman farklı bir yerde bulamayabilirsiniz, bu normal bir durum. Kaynak paylaşımı yapmıyoruz bunun dışında size yol göstermesi açısından kişisel verileri gizlemek suretiyle kararın tamamını aşağıya paylaşıyorum.



T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
21. HUKUK DAİRESİ
 
DOSYA NO   : 2020/481  Esas
KARAR NO   : 2020/411 Karar


      
DAVANIN KONUSU   : Şikayet (İcra Memur Muamelesi)
KARAR TARİHİ   : 03.03.2020
KARARIN YAZILDIĞI
TARİH      : 03.03.2020

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının istinaf yolu ile incelenmesi talep edilmiş olup, dosya yerel mahkemece Dairemize gönderilmiş olmakla, üye hakim tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosyadaki tüm belgeler okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp, düşünüldü.

İDDİA VE SAVUNMANIN ÖZETİ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle ; Müvekkili V.B.'ın, 23/06/2016 tanzim tarihli toplam 50.000,00 USD bedelli iki adet bono alacağı sebebiyle davalılara karşı, 26/12/2017 tarihinde . Asliye Ticaret Mahkemesince ihtiyati haciz kararı alınarak 04/01/2018 tarihinde . İcra Müdürlüğü 2017/**** Esas numaralı dosyada kambiyo senedine özgü haciz yolu ile icra takibi başlatıldığını, müvekkilinin icra takip alacağına karşılık olarak, tapuda borçlu E.K. üzerine kayıtlı .... 6 nolu bağımsız bölüm niteliğindeki taşınmaz üzerine haciz konularak satış hazırlıklarına başlandığını, . İcra dairesinde başlayan takip daha sonrasında satış istemi üzerine ... 10. İcra Dairesine 02/02/2018 tarihinde satış işlemlerinin yapılması amacıyla tefrik edildiğini, daha sonrasında taşınmaz ihaleye çıkarılmış ve ihale sonucunda müvekkili V.B.'a alacağına mahsuben ihale edildiğini, belirtilen taşınmaz üzerinde paylı mülkiyet söz konusu olup, ihale ile satın alan V.B.'a ait 3/8 hisse payı diğeri ise İ.K.'a  ait olan 5/8 Hisse payından ibaret olduğunu,  ... 10. İcra Müdürlüğünün 2018/*** Esas dosyasıyla yapılmış olan ihale ile satıldığını ve tapuya tescili yapılmış olan söz konusu taşınmaz için 26/02/2019 tarihinde tespit için gidildiğini ve tutanakta fuzuli şagil olarak E.K.'ın adreste ikamet ettiğinin tespit edildiğini, tespit işlemi sonrasında her iki icra müdürlüğünden fuzuli şagile tahliye emri gönderildiğini, tahliye emrinin tebliğ olduğunu, herhangi bir itiraz olmadığından ve tahliye emrinin tebliğinden itibaren 15 gün içinde fuzuli şagil taşınmazı tahliye etmediğinden, tahliye işleminin yapılması için 18/03/2019 tarihinden itibaren tahliye haklarının  doğacağının bildirildiğini ve bu tarihten sonra İcra dairesinin uygun olduğu bir günde tahliye yapılmasına karar verilmesinin talep edildiğini, diğer hissedar olan İ.K.'ın da bu talepler doğrultusunda 13/06/2019 tarihinde dosyaya iş bu tahliyenin yapılmasına ilişkin muvafakati olduğunu beyan ettiğini, daha önce tahliye kararı veren icra müdürlüğünün kararından döndüğünü, bunun kanuna aykırı olduğunu, icra müdürlüğünün tahliye kararını kaldırdığını, ... 10. İcra Müdürlüğü'nün yasaya aykırı olarak karar verdiğini ileri sürerek tahliye talebinin reddine ilişkin müdürlük kararının kaldırılarak ilgili taşınmazın tamamının tahliyesine karar verilmesini istemiştir.


İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesince " Üçüncü kişi, icra mahkemesinde, taşınmazı, hacizden önceki bir tarihte yapıldığı resmi bir belge ile belgelenmiş bir akde dayanarak işgal etmekte olduğunu ispat etmekle yükümlüdür (M. 135/II). Üçüncü kişi, taşınmazı işgal etmekte haklı bulunduğunu, hacizden önce yapılmış resmi bir belge ile ispat ederse, (örneğin; kiracı olduğunu, hacizden önce tapuya şerh verilmiş ya da hacizden önce noterde düzenlenmiş veya onaylanmış bir kira sözleşmesi ile ispat ederse) icra mahkemesi, tahliye emrinin iptaline karar verir (Prof. Dr. Baki Kuru İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, Kasım 2004 baskı S. 40), (Hukuk Genel Kurulu'nun 23/05/2007 tarih ve 2007/12-297 Esas, 2007/287 Karar sayılı kararı).

Somut olayda; şikayet eden  tarafından davaya delil teşkil etmek üzere sunulan belgelerin yukarıda açıklanan yasa maddesinde nitelikleri belirtilen belgelerden olmadığı anlaşılmakla, şikayetin reddine  " dair karar verildiği görülmüştür.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle ; dava dilekçesini  tekrarla müvekkilinin davalılara karşı 50.000,00 USD bedelli iki adet bono alacağı nedeniyle . İcra Müdürlüğünün 2017/**** Esas sayılı dosyasında kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takip başlattığını, müvekkilinin alacağına karşılık olarak, tapuda borçlu E.K. üzerine kayıtlı  taşınmaz üzerine haciz konularak satış hazırlıklarına başlandığını, satış istemi üzerine dosyasının ... 10. İcra Müdürlüğüne tefrik edildiğini ve işlemlerin buradan yapıldığını, taşınmazın ihaleye çıkarıldığını ve ihale sonucunda müvekkili V.B.'ın alacağına mahsuben ihale edildiğini, belirtilen taşınmaz üzerinde paylı mülkiyet söz konusu olduğunu, ihale ile satın alan V.B.'a ait 3/8 hisse payından, diğerinin ise İ.K.'a  ait olan 5/8 Hisse payından ibaret olduğunu, ... 10. İcra Müdürlüğünün 2018/*** Esas dosyasıyla yapılmış olan ihale ile satılan ve tapuya tescili yapılmış olan söz konusu taşınmaz için; 26/02/2019 tarihinde tespit için gidildiğini ve tutanakta fuzuli şagil olarak E.K.'ın adreste ikamet ettiğinin anlaşıldığını, tespit işlemi sonrasında her iki icra müdürlüğünden fuzuli şagile tahliye emri gönderildiğini, tahliye emrinin tebliğ olduğunu ve herhangi bir itiraz bulunmadığından tahliye emrinin tebliğinden itibaren 15 gün içinde fuzuli şagilin taşınmazı tahliye etmediğinden tahliye işleminin yapılması için 18/03/2019 tarihinden itibaren tahliye haklarının doğacağının bildirildiğini, bu tarihten sonra İcra dairesinin uygun olduğu bir günde tahliye yapılmasına karar verilmesini talep ettiklerini, diğer hissedar olan İ.K.'ın da bu talepler doğrultusunda 13/06/2019 tarihinde tahliyenin yapılmasına ilişkin muvafakati olduğunu beyan ettiğini, dosyaya ibraz edilen kira sözleşmesinin resmi şekilde düzenlenen bir kira sözleşmesi olmamakla birlikte, kira aktinin İcra ve İflas Kanunun 135. maddesine göre resmi şekilde yapılmış olması halinde dahi, fuzuli şagile tahliye emrinin 01/03/2019 tarihinde ulaştığını ve bu süreden itibaren İcra ve İflas Kanunun 274. Maddesinde düzenlenmiş olan 7 günlük itiraz süresi içerisinde itiraz hakkını kullanmadığını, mahkemenin eksik inceleme ve değerlendirme ile karar verdiğini, zira, gerekçeli karar ve hüküm kısmının açıkça birbiriyle çeliştiğini, yasa maddesinde nitelikleri belirtilen belgelerin somut olayda bulunmaması sebebiyle davanın kabulü ile taşınmazın tahliyesine karar verilmesi gerektiği yönünde talepleri olduğunu, mahkemece dosya kapsamındaki belgelerin kanunda belirtilen belgelerden olmadığı gerekçesiyle şikayetlerinin reddedildiğini, davalının aylardır hiçbir bedel ödemeksizin taşınmazı işgal ettiğini ve kötü niyetli olarak tahliyeyi sürüncemede bıraktığını belirterek ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:   
İncelenen takip dosya fotokopisi ve tüm dosya kapsamına göre, davacı alacaklı vekilinin icra mahkemesine başvurusunda 20/06/2019 tarihli müdürlük işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda şikayetin reddine karar verildiği, karara karşı davacı alacaklı vekilinin istinaf yoluna başvurduğu, şikayete konu takip dosyasında alacağın tahsili için borçlu E.K. ile diğer hissedar İ.K. adına kayıtlı .... 6 nolu bağımsız bölümün borçlu adına kayıtlı hissesinin ihale yoluyla satıldığı, taşınmazın alacağa mahsuben davacı alacaklıya ihale edildiği, taşınmazın tapuya davacı adına tescili için gerekli işlemlerin yapıldığı, davacı alacaklının taşınmazın tahliyesi için talepte bulunduğu, icra müdürlüğünce tahliye işlemlerine başlandığı, taşınmazın diğer hissedarı olan İ.K. vekilinin tahliyeye ilişkin muvafakatleri olduğuna ilişkin dosyaya beyan dilekçesi sunulduğu buna rağmen icra müdürlüğünce taşınmaz hisseli olup 3. Kişinin muvafakati ile de olsa tahliye mümkün olmadığından talebin reddine karar verildiği, taşınmazın diğer hissedarı tahliyeye onay verdiğinden icra müdürlüğünce İİK 135/2. Maddesi gözetilerek davacı alacaklı vekilinin talebi doğrultusunda tahliye işlemlerinin devamına karar verilmesi gerekirken talebin reddine karar verilmesi ve belirtilen müdürlük kararına  karşı şikayetin ilk derece mahkemesince reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan davacı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, ilk derece mahkeme kararının kaldırılmasına ve şikayetin kabulü ile 20/06/2019 tarihli müdürlük kararının kaldırılmasına, taşınmazın tahliye işleminin devamına karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının istinaf başvurusunun kabulü ile, . İCRA HUKUK MAHKEMESİ'NİN 01/11/2019 Tarih, 2019/**** Esas ve 2019/**** Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-Şikayetin KABULÜ ile ... 10.İcra Müdürlüğünün 2018/*** Esas sayılı dosyasında verilen 20/06/2019 tarihli müdürlük kararının KALDIRILMASINA, taşınmazın tahliye işleminin DEVAMINA,

*****
Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 7035 Sayılı Kanunla değişik 6100 Sayılı HMK'nun 361/1.md.gereğince 2 (iki) hafta içerisinde Dairemize veya Dairemize gönderilmek üzere başka yer Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine veya İlk Derece Mahkemesine dilekçe verilmek suretiyle Yargıtayın ilgili Hukuk Dairesince incelenmek üzere temyiz yasa yoluna başvurma hakkı bulunduğuna oy birliği ile karar verildi.03.03.2020




******




T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
                                                                           

ESAS NO   : 2020/3495
KARAR NO: 2020/6611
   

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi
TARİHİ   : 03/03/2020
NUMARASI: 2020/481-2020/411
DAVACI   : V.B.
DAVALI   : E.K.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : 

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının 5311 Sayılı Kanun ile değişik İİK'nin 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 Sayılı HMK'nin  370. maddeleri uyarınca ONANMASINA, alınması gereken 54,40 TL temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline, 08/07/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi. 
#9
Merhabalar,
bu içtihatı internette bulamıyorum, nereden eklendi acaba?

Aynı durumdan muzdarip ihale alıcısıyım. Borçlunun 1/2 hissesini ihaleden aldım. Borçlunun işgalciliği tutanak ile sabit.

İşgalci vekili tahliye taleplerimize sürekli olarak tam malik olmadığım gerekçesi ile itiraz ediyor. Bu gibi vakalarda mahkemeden hangi gerekçe ile nasıl bir karar çıkıyor?

Analoji olması açısından; gerek müdahalenin men-i gerek ise kaymakamlık yolu ile tahliyelerde (işgalcilik haksız eylem olduğundan) paydaşlardan birinin başvurusu tahliye için yeterli olur iken, ihale dosyası içerisinde paylı mülkiyetlerde iik 135/2 ile tahliye isteminde uygulama nasıl oluyor? İşgalcinin herhangi bir kira sözleşmesi, intifa hakkı, kayden halen belli bir payda malikliği mevcut değil. Geri kalan hissenin sahibinin de işgalcinin tahliyesine herhangi bir itirazı olmadığı gibi kendisi de işgalcinin çıkmasını istiyor. İlla müdahalenin men-i davası açıp aylarca beklemek mi gerekiyor? Arabuluculuk vb...

Alıcı olarak aylardır uzayıp giden mağduriyet yaşıyorum. Ayrıca görevli icra dairesi diğer hisedarın "tahliyeye rızam vardır" şeklinde beyanını hissedarın dosyada taraf olmadığı gerekçesiyle dosyaya eklemeye direniyor.

Kıymetli cevaplarınız için şimdiden teşekkürler!

Davam sonuçlanınca başkalarına yardımı dokunması açısında sonucunu buradan paylaşırım.

Selamlar
#10
Genel İcra Hukuku / Ynt: İCRANIN İADESİ
Son İleti Gönderen Özgür KOCA - 19 Nisan 2024, 21:42:54
İcra ve İflas Kanunu'nun 40/2. Maddesi "Bir ilâm hükmü icra edildikten sonra bölge adliye mahkemesince kaldırılır veya yeniden esas hakkında karar verilir ya da Yargıtayca bozulup da aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kesin bir ilâmla tahakkuk ederse, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icra TAMAMEN veya KISMEN ESKİ HALİNE iade olunur." hükmünü içerir.

Borçlu vekilince vekalet hangi aşamada sunulursa sunulsun  İİK'nun 40. Maddesi gereğince  alacaklıya ne kadar ödeme yapılmış ise ödenen tutar (temerrüt halinde faizi de dahil) aynen geri alınır, alacaklıdan bundan fazlası istenemez. Ancak borçlu ile vekili arasındaki ilişki iç ilişkidir. Borçlunun kendisi vekili ile yaptığı anlaşma gereğince kendi vekiline ödeme yapabilir.