8. Hukuk Dairesi 2016/13078 E. , 2018/1699 K.
'İçtihat Metni'
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Tescil
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06.02.2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı vekili Av. ... geldi. Karşı taraftan davacı Hazine vekili Av. ... geldi. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı Hazine vekili, davalı adına kayıtlı bulunan 51 ada 16 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını belirterek, kıyıda kalan kısmının tapu kaydının iptali ile tescil harici bırakılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, çekişmeli taşınmazın ilk tesisin davacının taraf olduğu tescil ilamına dayalı olduğunu bu nedenle dava konusu taşınmaza ilişkin kesin hüküm bulunduğunu, mülkiyet hakkının korunması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bozmadan önce verilen ilk hükümle, davanın kabülüne, 51 ada 16 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan kaydın iptali ile kıyı kenar çizgisi içinde kalması sebebiyle tescil harici bırakılmasına karar verilmiş, hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 11.02.2010 tarihli ve 2010/674 Esas, 2010/1342 Karar sayılı ilamı ile 'kadastro tespitinin kesinleştiği tarih ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu, davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmesi' gereğine değinilerek bozulmuştur. Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın hak düşürücü süre dolduğu gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Hükmün davacı Hazine vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine bu defa, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin, 24.01.2011 tarihli ve 2010/14136 Esas, 2011/640 Karar sayılı ilamı ile; '... davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Mahkemece, davalı yargılama giderlerinden sorumlu tutulmuş ise de, sonradan 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 Sayılı Yasanın 16. maddesiyle değişik 3402 Sayılı Yasanın 36/A maddesindeki; ... yargılama giderlerinin davalıya yükletilemeyeceği hükmünün getirilmiş olması karşısında, davalının yargılama giderlerinden sorumlu tutulamayacağı açıktır. O halde, anılan yasal düzenleme gözetilmek suretiyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması bunun yanı sıra yeni yasa hükümleri çerçevesinde davalı lehine avukatlık ücreti verilip verilmeyeceği irdelenip, değerlendirilerek gerekçelendirilmesi ' gereğine işaret edilerek kararın bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyma kararı verildikten sonra yeniden yapılan yargılama sonucunda; hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin hüküm kesinleşmiş olduğundan bu konuda hüküm kurulmasına yer olmadığına, yargılama giderlerinin davacı üzerine bırakılmasına, davalı vekili lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir. Bu defa hükmün davacı ve davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 22.12.2011 tarihli ve 2011/11987 Esas, 2011/13446 Karar sayılı ilamı ile '... 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasanın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi'nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Hal böyle olunca; işin esasının ve dava konusu taşınmazın, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi...' gerekçesi ile bozulmuştur. Mahkemece hükmüne uyulan bozma ilamında sonra; davanın kabulüne, 51 ada 16 parsel sayılı taşınmazın tapusunun iptali ile, kıyı kenar çizgisinde olduğundan bahisle tescil harici bırakılmasına karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptal ve sicilin kütükten terkini isteğine ilişkindir.
Tüm dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 51 ada 16 parsel sayılı taşınmazın ifraz ve tevhit öncesi geldilerinin 51 ada 9 ve 10 nolu parseller olduğu, 20.12.1971 tarihinde yapılan kadastro tespitinde 15.08.1966 tarih 47 sıra nolu tapu kaydına dayalı olarak 10 nolu parselin maliki adına, 9 nolu parselin ise senetsizden ... Belediyesi adına tespit edildiği, ...'ün itirazı üzerine ... Kadastro Mahkemesinin 1972/11 Esas, 1973/6 Karar ve 24.05.1973 tarihli kararı ile 9 nolu parselinde 15.08.1966 tarih 47 sıra nolu tapu kapsamında kaldığı saptanarak... adına tescil edildiği, 10 nolu parsele kadastro tespiti sırasında uygulanan 15.08.1966 tarih, 47 sıra numaralı tapu kaydının geldisinin 02.12.1959 tarih 13 sıra nolu tapu kaydının olduğu, bu kaydın dava dışı Salih Dinçer tarafından Hazine ve ... Belediye Başkanlığı aleyhine zilyetlik nedenine dayalı olarak açtığı tescil istekli dava sonucu ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 1959/51 Esas, 1959/214 Karar sayılı ilamı ile oluştuğu anlaşılmaktadır.
Somut olayda, dava konusu parsele ait kadastro tutanakları dosya arasına alınmış ise de; taşınmaza kadastro tespiti sırasında uygulanan tapu kayıtlarına ilişkin hüküm dosyaları getirtilmemiş, kesin hüküm araştırılması yapılmamıştır. Şöyle ki; Hazinenin de tarafı olduğu bir ilam ile taşınmazın özel mülkiyete konu teşkil ettiği benimsenerek bir tescil hükmü kurulur ve taşınmaz hakkında bir sicil kaydı tesis edilirse, artık bu kararın Hazineyi bağlamayacağından söz edilemez. Ayrıca, kesin delilin de aynen kesin hükmün sonuçlarını doğuracağı tartışmasızdır.
Hal böyle olunca; mahkemece, dava konusu taşınmazda yeniden keşif yapılması, dava konusu taşınmazın tesciline esas mahkeme dosyalarının dosya arasına alınması, dava konusu taşınmaza komşu aynı kök tapu kaydından gelen dava dışı 51 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların varsa dava dosyalarının getirtilmesi, az yukarıda bahsi geçen dava konusu taşınmazın tesciline esas 1959 ve 1974 tarihli tescil ilamı ile oluşan tapu kayıtları, krokileri ve bunların revizyonu ile oluşan kök 51 ada 9 ve 51 ada 10 parsel sayılı taşınmazdan itibaren tevhit ve ifrazlar gözetilerek dava konusu taşınmazın eski tapu kayıtları ve en son tapu kaydı çakıştırılarak ve değişik renkli kalemlerle gösterilmek suretiyle krokiye çizilmesi, tescil krokisinin dava konusu taşınmazı kapsayıp kapsamadığının belirlenmesi, öncelikle yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda tescil ilamı nedeniyle kazanılmış hakkın bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması, tescil ilamının kararın tarafı olan Hazine'yi bağlayacağının düşünülmesi, öncelikle yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda tescil ilamı nedeniyle kesin hüküm nedeniyle de kazanılmış hakkın bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması, keşfen tespit edilen kıyı kenar çizgisi ile Bakanlık tarafından onaylanan kıyı kenar çizgisinin fen bilirkişi tarafından kroki üzerinde gösterilmesi farklılık olursa sebebinin açıklattırılması, dava konusu taşınmazın tescil krokisi içinde kalıp-kalmadığının, taşınmazın tescilinin kesin hüküm teşkil etmediğinin ve dava konusu taşınmazın tamamen veya kısmen kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığının duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Askari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık ücretinin davacı Hazineden alınarak Yargıtay duruşmasında Avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine, taraflarca HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına, 06.02.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'ndan kaynaklanan tapu iptali talebine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin verilen kararın, davalılar vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 11/02/2010 tarih ve 2010/674-1342 Esas- Karar sayılı ilamı ile, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ile 3402 sayılı Yasa'nın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen, Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır hükmü gözetildiğinde, kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten, davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması sebebiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği, davacı vekilinin karar düzeltme talebinin reddedildiği, Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Hükmü, davacı Hazine vekili temyiz etmiştir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nce, 24/01/2011tarih, 2010/14136 Esas -2011/640 sayılı Karar ile davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin yerel mahkeme kararında isabetsizlik olmadığı belirtilerek bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddine karar verilip, hüküm, yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozulmuştur. Bozma ilamına ilişkin davacı Hazine vekilinin karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak, davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin hüküm kısmı kesinleşmiş olduğundan yeniden hüküm kurmaya yer olmadığına, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, davalı vekili lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilmiştir. Hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesince 22/12/2011 tarih 2011/11987 Esas-13446 sayılı Karar ile, Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 tarih, 2009/31-77 sayılı kararı ile hak düşürücü süreye ilişkin hükmün iptal edildiği, 23/07/2011 tarihinde kararın Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında, 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa'nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de, 10/03/1969 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere, iptalin kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girmeyeceği, buna göre davanın reddine ilişkin kurulan hükmün Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra doğru olduğunun söylenemeyeceği, buna göre işin esası hakkında değerlendirme yapılmak ve 6099 sayılı Yasa hükümleri gözetilmek suretiyle, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulduğu, davalılar vekilinin karar düzeltme talebinin reddedildiği, Mahkemece bozma ilamına uyularak, davanın kabulüne, yargılama masraflarının davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmiş, hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece verilen davanın kabulüne ilişkin ilk kararın, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nce hak düşürücü süre yönünden davanın reddi gerektiğinden bahisle bozulduğu, bozma ilamına ilişkin karar düzeltme talebinin reddedildiği, Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verildiği, Hazine vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nce hükmün esası yönünden temyiz itirazlarının reddedildiği, hükmün yargılama masrafı ve vekalet ücreti yönünden bozulduğu, bozma ilamına ilişkin davacı Hazine vekilinin karar düzeltme talebinin reddedildiği, Mahkemece bozma ilamına uyularak verilen kararda, esasa ilişkin hüküm kurmaya yer olmadığına karar verilip, bozma ilamına uygun olarak yargılama giderine ilişkin karar verilmiştir. Mahkemece, bozmaya uyularak verilen davanın esasına ilişkin hüküm, esasa ilişkin temyiz itirazları reddedilip, karar düzeltme talebi de reddedilerek kesinleşmiş, artık kesin hüküm haline gelmiştir. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dahil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Kesin hüküm kamu düzenine ilişkin olduğundan, tarafların iradesine tabi değildir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm müessesesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup, mevcut emredici hukuk kurallarının herkese eşit şekilde ve düzgün bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa'sının 2. maddesi'nde, Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti kişilerin hukuki güvenliğini sağlayan bir devlettir.
Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu koyanlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır.
T.C. Anayasası 36. Maddesi; ' Herkes .. adil yargılanma hakkına sahiptir. ' hükmünü içerir. Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma başlığını taşıyan 6. Maddesinde; ' Herkes
. davasının
.. hakkaniyete uygun
olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ' denilmektedir.
Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, silahların eşitliği ilkesidir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir.
Anayasa'nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir.
Hukuk devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli, aynı şekilde devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir.
Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. . Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Somut olayda, Mahkemece verilen karar esas yönünden, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nce onanarak kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, bozmaya konu edilmesi, kamu düzenini bozacak bir sonuç yaratır. Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar esas yönünden kesinleştiğine göre, kesin hüküm gücü kazanan bir kararın bozulması uluslararası hukuk düzeninde kabul görmüş ilkelere, T.C Anayasası'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine, hukuki güvenlik ilkesine, adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil eder. Devlete ve yargıya güveni ciddi bir şekilde sarsar. Açıkladığım nedenlerden dolayı Mahkemece verilen hüküm esas yönünden daha önce kesinleştiği için bozmaya konu edilmemesi kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun, bozmaya ilişkin görüşlerine katılmıyorum.