..::Forum Adalet::..

GENEL İÇTİHAT PAYLAŞIMLARI => Yargıtay Kararları => Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları => Konuyu başlatan: İçtihat - 04 Şubat 2021, 20:42:30

Başlık: YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 20.06.2019 tarihli ve 1170-488 sayılı
Gönderen: İçtihat - 04 Şubat 2021, 20:42:30

Eski hâle getirme dilekçesi
MADDE 41. - (1) Eski hâle getirme dilekçesi, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye
uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verilir.
(2) Dilekçe sahibi, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de
ekleyerek açıklar. Dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemler de yerine getirilir.
Eski hâle getirme dilekçesi üzerine verilecek karar
MADDE 42. - (1) Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski
hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir.
(2) Eski hâle getirme isteminin kabulüne ilişkin karar kesindir, reddine ilişkin karara karşı itiraz yoluna
gidilebilir.
Yukarıdaki 15.12.2015 tarihli ve 487-514 sayılı CGK kararında eski hâle getirmeye ilişkin hukuki açıklamalar bulunduğundan,
tekrardan kaçınmak adına bu kararın yalnızca özetine yer verilmiştir.
(3) Eski hâle getirme dilekçesi, kararın yerine getirilmesini durdurmaz, ancak, mahkeme yerine
getirmeyi erteleyebilir.
Tanıkların çağrılması
MADDE 43. - (1) Tanıklar çağrı kâğıdı ile çağrılır. Çağrı kâğıdında gelmemenin sonuçları bildirilir.
Tutuklu işlerde tanıklar için zorla getirme kararı verilebilir. Karar yazısında bu yoldan getirilmenin
nedenleri gösterilir ve bunlara çağrı kâğıdı ile gelen tanıklar hakkındaki işlem uygulanır.
(2) Bu çağrı telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir.
Ancak, çağrı kâğıdına bağlanan sonuçlar, bu durumda uygulanmaz.
(3) Mahkeme, duruşmanın devamı sırasında hemen dinlenilmesi gerekli görülen tanıkların belirteceği
gün ve saatte hazır bulundurulmasını görevlilere yazılı olarak emredebilir.
(4) Cumhurbaşkanı kendi takdiri ile tanıklıktan çekinebilir. Tanıklık yapmayı istemesi halinde beyanı
konutunda alınabilir ya da yazılı olarak gönderebilir.
(5) Bu madde hükümleri, kişinin ancak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme önünde tanık olarak
dinlenmesi halinde uygulanabilir.
Çağrıya uymayan tanıklar
MADDE 44. - (1) Usulüne uygun olarak çağrılıp da mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla
getirilir ve gelmemelerinin sebep olduğu giderler takdir edilerek, kamu alacaklarının tahsili usulüne
göre ödettirilir. Zorla getirilen tanık evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse
aleyhine hükmedilen giderler kaldırılır.
(2) Fiilî hizmette bulunan askerler hakkındaki zorla getirme kararı askerî makamlar aracılığıyla infaz
olunur.
Tanıklıktan çekinme
MADDE 45. - (1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:
a) Şüpheli veya sanığın nişanlısı.
b) Evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi.
c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.
d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları.
e) Şüpheli veya sanıkla aralarında evlâtlık bağı bulunanlar.
(2) Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini
anlayabilecek durumda olmayanlar, kanunî temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilirler. Kanunî
temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin çekinmeleri konusunda karar veremez.
(3) Tanıklıktan çekinebilecek olan kimselere, dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri bildirilir.
Bu kimseler, dinlenirken de her zaman tanıklıktan çekinebilirler.
Meslek ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinme
MADDE 46. - (1) Meslekleri ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinebilecekler ile çekinme
konu ve koşulları şunlardır:
a) Avukatlar veya stajyerleri veya yardımcılarının, bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı
görevi sebebiyle öğrendikleri bilgiler.
b) Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya
sanatları mensuplarının, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgiler.
c) Malî işlerde görevlendirilmiş müşavirler ve noterlerin bu sıfatları dolayısıyla hizmet verdikleri kişiler
hakkında öğrendikleri bilgiler.
(2) Yukarıdaki fıkranın (a) bendinde belirtilenler dışında kalan kişiler, ilgilinin rızasının varlığı halinde,
tanıklıktan çekinemez.
KARARLAR
-1
ÖZET: CMK’nın 46. maddesinde yer alan 'Meslek ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan
çekinme', 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 36. maddesinde yer alan 'Sır saklama' başlıklı
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, CMK’nın 46. maddesindeki tanıklıktan çekinme hakkının
avukatın müvekkili ile ilgili öğrendiği sırları saklama yükümlülüğünden doğduğu, anılan kanun
hükmünün avukatın mesleki uğraşısı sebebiyle müvekkili hakkında öğrendiği sırları açıklamak
istemediğinde müvekkili rıza gösterse bile avukata tanıklıktan çekinme hakkını sağladığı, bu hakkın
yapılan tanıklığın avukat aleyhine sonuç doğurmasını önlemek amacıyla tanınmadığı, bu sebeple
sanık avukata CMK’nın 46. maddesindeki tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümlerin hatırlatılmasına
gerek olmayıp, CMK’nın 48. maddesinde tanımlanan kendisini ceza kovuşturmasına uğratabilecek
nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebileceğinin hatırlatılmasının yeterli olduğu
anlaşıldığından, sanığın inceleme dışı bir başka dosyada tanık sıfatıyla verdiği ve hükme esas alınan
bu beyanının usulüne uygun olarak alındığı kabul edilmelidir.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 56/3. maddesi
kapsamındaki suçu mu yoksa TCK’nın 257. maddesi kapsamındaki görevi kötüye kullanma suçunu mu
oluşturacağının belirlenmesine ilişkin ise de ayrıca sanığın inceleme dışı bir başka dosyada tanık sıfatıyla
verdiği ve hükme esas alınan beyanının CMK’nın 46. maddesine uygun olarak alınıp alınmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından,
A.T.’nin, vekili aracılığıyla 17.05.2011 tarihli K. Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuş olduğu dilekçe ile,
K. 5. Aile Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyasına A.T.’nin vekili Av. S.T. tarafından 06.10.2009 tarihinde
dilekçe ekinde delil olarak sunulan raporun sahte olduğunu, aslı kendinde olmayan ve aslını hiç görmeyen
avukatın raporu aslı gibidir yaparak dosyaya sunduğunu, böylelikle 1136 sayılı Kanun’un 56. maddesinin
ihlal edildiğini beyan ederek Av. S.T.’den şikâyetçi olduğu,
A.T. ile A.T.’nin 26.10.2002 yılında evlendikten sonra A.T. tarafından 14.04.2003 tarihinde açılan
boşanma davasının K. 1. Aile Mahkemesinin ..../.... sayılı kararıyla reddedildiği, A.T. tarafından 03.03.2009
tarihinde ikinci kez boşanma davası açılması sonucu K. 5. Aile Mahkemesinin 28.12.2010 tarihli ve .../....
sayılı kararıyla davacı A.T. ile davalı A.T.’nin boşanmalarına karar verildiği,
T.C. F. Başkonsolosluğunun 05.05.2009 tarihli ve A 195. seri numaralı özel vekaletnamesiyle A.T.’nin,
Av. S.T. ve Av. İ.H.T.’yı vekil olarak tayin ettiği,
K. 5. Aile Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyasına, A.T.’nin vekili Av. S.T. tarafından 06.10.2009 tarihinde
dilekçe ekinde delil olarak sunulan Ö. H. Polikliğinde doktor H.Ç. tarafından düzenlenen 18.09.2006 tarihli
doktor raporunun sahte olarak tanzim edildiği iddiasıyla K. Cumhuriyet Başsavcılığının 22.09.2010 tarihli
ve ...../.... sayılı iddianamesiyle A.T.’nin babası N.T. ve H.Ç. hakkında özel belgede sahtecilik suçundan, A.T.
hakkında ise özel belgede sahtecilik suçuna azmettirmeden kamu davası açıldığı, İ. Anadolu 21. Asliye
Ceza Mahkemesinin 07.07.2015 tarihli ve .../... sayılı kararıyla A.T.’nin beraatine, N.T. hakkında açılan kamu
davasının ölüm sebebiyle düşmesine, H.Ç. hakkında ise TCK’nın 204/1, 62, 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği,
İ. Anadolu 21. Asliye Ceza Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyasında, S.T.’nin tanık sıfatıyla 05.07.2010
tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında, açılan boşanma davasında A.T.’nin vekili olmasının talep edildiğini,
A.’nın Almanya’da olması sebebiyle görüşmeye babası N.T.’nin geldiğini, A.T.’nin vekâletnamesini
Almanya’dan gönderdiğini, diğer delillerle beraber bahsi geçen raporu da fotokopi olarak A.’nın babası
N.T.’nin ibraz ettiğini, kendisinin de diğer delillerle birlikte raporun fotokopisini dosyaya delil olarak
sunduğunu, raporun aslının kendisinde olmadığını, raporun kimde olduğunu da bilmediğini beyan ettiği,
Aynı dosyada N.T.’nin 11.06.2010 tarihinde Kollukta, tarafına okunan evrakta belirtilen rapordan daha
sonradan haberdar olduğunu, kimseye rapor düzenletmediğini, suçu kabul etmediğini,
A.T.’nin Cumhuriyet Başsavcılığında, boşanma davasında ibraz edilen doktor raporunun sahte
olduğunu, kesinlikle kürtaj olmadığını, raporu düzenleyen ve mahkemeye sunan kişilerden şikâyetçi
olduğunu, Mahkemede, raporun sahte olduğunu, doktor H.Ç.’yi ilk kez gördüğünü, H.Ç.’ye ve N.E.İ.’ye
muayene olmadığını, kürtaj olmadığını, şikâyetinin devam ettiğini,
H.Ç.’nın Kollukta, Ö.H. Polikliniğinin kendisine ait olduğunu ve mesul müdür olarak görev yaptığını,
18.09.2006 tarihinde A.T.’nin kanama şikâyetiyle polikliniğe geldiğini, ismini hatırlamadığı kadın doğum
uzmanı arkadaşını polikliniğe çağırdığını, A.T.’yi arkadaşının muayene ettiğini, değerlendirme kısmını
arkadaşının yaptığını ancak rapor düzenleme yetkisi olmadığı için değerlendirmenin altına imza attığını
ve kaşesini bastığını, suçlamayı kabul etmediğini, 18.09.2006 tarihinde poliklinikte yapılan muayene ve
tedavileri gösterir belgelerin İ. İl Sağlık Müdürlüğüne 2007 yılı Mayıs ayı teslim edildiğini,
N.T.’nin Mahkemede, oğlu A.’nın eşi A. ile olan ilk boşanma davasını kaybetmesi üzerine, A.’nın nasıl
yaşadığı, neyle geçindiği hususlarında araştırma yapmak ve bu hususta belge varsa toplayıp mahkemeye
verilmesi hâlinde boşanmanın daha kolay olacağı hususunu öğrendiğini ve bunun üzerine A.’nın oturmuş
olduğu yeri araştırıp bu şekilde belgeyi temin için İzmir’e, Konak Caddesinde internet kafeye gittiğini, orada
daha önce duyduğu şekilde bu konuları araştıracak dedektiflik bürolarının olduğunu söyleyip oradaki
şahıslara dedektiflik adreslerini sorduğunu, verilen adreslerden İ. Dedektiflik Ltd. Şti. Özel Dedektiflik ve
Araştırma Bürosuna gittiğini, bu büronun 255. Sokak, No:11 A H.-İ. adresinde bulunduğunu, oraya gidip
B.K. isimli şahısla görüştüğünü, kendisinden A.’nın çalıştığı ve oturduğu yeri araştırmasını istediğini, 6.000
TL karşılığında anlaşma yaptıklarını, 3.000 TL’yi peşin verdiğini, yaklaşık on gün kadar İzmir’de otelde
kaldığını, kendisine içinde dava konusu edilen raporla birlikte yine bazı evrakı verdiklerini, verilen evrakın
tamamını raporla birlikte avukata verdiğini, raporun gerçek olduğunu düşündüğünü, İzmir’e daha önce
hiç gitmediğini, doktoru tanımadığını, hastanenin nerede olduğunu bilmediğini, dedektiflik bürosu ile
yaptığı iş sözleşmesi aslının bir suretinin avukatı M.Ü.’de olduğunu, bizzat dedektiflik bürosunun sahibi ve
yöneticisi B.K. isimli şahıs ile görüştüğünü, sadece A.’nın çalışıp çalışmadığı, nerede oturduğu, babasında
kalıp kalmadığı, geçimini nasıl sağladığı şeklindeki hususların araştırılmasını istediğini, bu olayla A.’nın
hiçbir bilgisi olmadığını,
A.T.’nin Mahkemede, raporun kim tarafından, nasıl düzenlendiğini, kim tarafından mahkemeye
verildiğini bilmediğini, sadece avukata vekaletname verdiğini, onun dışında raporla ilgili hiçbir iştirakı
olmadığını,
H.Ç.’nin Mahkemede, A. hanımın polikliniğe bizzat başvurduğunu, dışarıdan çağrılan ve poliklinikte
çalışmayan Kadın Doğum Uzmanı N.E.İ. ve Hemşire S. hanımın odasına gelip A. hanımın rapor istediğini
söylediklerini, Doktor N.’nin bulguları rapora yazdığını ancak iş yerinde çalışmaması nedeniyle rapor
veremeyeceği için kaşe ve imzayı kendisinin attığını, Hemşire S. da bizzat Doktor N. ile birlikte A.
hanımın muayenesine girdiğini, bu tip evrakın hemşireler tarafından kaydının yapılması gerektiğini,
kayıt edilip edilmediğini takip edemediğini, hakkında takibat yapıldığını öğrenip araştırma yaptığında
kaydın yapılmadığını anladığını, İ. Tabipler Odası tarafından hakkında verilen cezaya da itiraz ettiğini,
kararın henüz kesinleşmediğini, Doktor N. ile görüştüğünde kendisini tanımadığını, rapor yazmadığını
söylediğini, bu duruma çok şaşırdığını, raporu N.E.İ.’nin yazdığını, yazı incelemesi yapıldığında gerçeğin
ortaya çıkacağını, dedektiflik bürosunun raporu nasıl elde ettiğini bilmediğini, muayene edilen bayanın
orta boylu, kumral, saçları boyalı, kot pantolonlu olduğunu, duruşma salonunda kendisine gösterilen 5
bayandan ikisinin katılana A. hanıma benzediğini ancak kesin olarak şudur diyemeyeceğini,
N.E.İ.’nin Mahkemede, iddianamede bahsi geçen olayla ilgili olarak hiçbir bilgisi olmadığını, şahısları
tanımadığını, müdahaleyi de kendisinin yapmadığını,
Beyan ettikleri,
H.Ç. müdafisinin ise A.T. isimli şahıs muayene olduğu gün müvekkilinin sahibi olduğu O. Ç. Sağlık
Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin reçete örneğinde 15. numara ile kendisine ilaç yazıldığına dair reçete
suretini ibraz ettiği, reçete defteri Mahkemece incelendiğinde, reçetedeki bu sayfanın 015. numaradan
başlayıp 015.’de sona erdiği 25.08.2001 tarihinden başlayıp 18.09.2006 tarihinde sona erdiğinin ve A.T.’nin
reçetesinin son reçete olduğunun görüldüğü,
İ.Tabip Odası Onur Kurulunun 01.03.2011 tarihli ve 15-4 sayılı kararında, A.T.’nin Ö.H. Polikliniğine
başvurduğuna dair bir kayıt bulunmadığı gibi Dr. H.Ç.’nin da böyle bir belgeyi sunamadığı, Dr. H.Ç.’nin
savunmasında hastayı Dr. E.İ.’nin muayene ettiğini iddia etmesine rağmen Dr. E.İ.nin Ö.H. Polikliniği ile
hiçbir ilgisinin bulunmadığını beyan ettiği, hastanın adı geçen kurumda muayene edildiğine ve istirahat
raporu verildiğine dair bir poliklinik kaydı ve protokol numarasının da bulunmadığı, aksi düşünüldüğü ve
hastanın adı geçen kuruluşa başvurduğu kabul edildiği takdirde, hastayı bizzat muayene eden hekimin
yerine başka bir hekimin rapor düzenlemesinin de uygun olmadığı, ayrıca kadın hastalıkları ve doğum
uzmanı bir hekimin yetki alanına giren bir konuda, pratisyen hekim tarafından rapor düzenlenmesinin
de uygun olmadığı belirtilerek Dr. H.Ç.’nin TTB Disiplin Yönetmeliği 5-g maddesinde düzenlenen gerçeğe
uymayan rapor ve/veya belge vermek eyleminden 6 ay süre ile meslekten geçici alıkoyma cezası ile
cezalandırılmasına karar verildiği,
Ö.H. Polikliniğinde Dr. H.Ç. tarafından A.T. hakkında düzenlenen 18.09.2006 tarihli raporda,
'polikliniğimizde 1976 doğumlu A.T. isimli hastanın yapılan muayenesinde önceden küretaj olması nedeniyle
kanamasının durmaması ve bel ağrılarının devam etmesi sebebi ile 10 (on) gün süre ile istirahat etmesi
uygundur' şeklinde ifadelere yer verildiği,
Dosyada mevcut bulunan iki adet aynı rapor fotokopisinin birinde doktorun ismi ve sicilinin
okunmayacak şekilde karalanmış olduğu, doktora ait kaşe ve imzanın bitişinde 'aslı gibidir' ibaresi ve
imzanın bulunduğu, diğer rapor fotokopisinde ise doktorun ismi ve sicilinin okunduğu ancak bitişiğinde
'aslı gibidir' ibaresi ve imzanın bulunmadığı,
K. 5. Aile Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyasına sunulan ve sanık S.T. tarafından imzalanan dilekçenin
11. bendinde, tarafların 2002 yılından itibaren bir araya gelmediklerinin karşılıklı ikrar edildiğinin ancak
buna rağmen davacının ekte sunulan doktor raporundan da anlaşılacağı üzere 15.09.2009 tarihinde
kürtaj olduğunun, bu konuda evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat kurallarının ihlal edildiğinin belirtildiği,
A.T.’nin vekili aracılığıyla raporun sahte olduğunu ve boşanma davasına ilişkin dosyadan çekilmesini
talep ettiği,
Ekinde sahte olduğu iddia edilen rapor bulunan dilekçenin 06.10.2009 tarihli celsede Av. İ.H.T.
tarafından dosyaya ibraz edildiği,
K. 5. Aile Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyasında A.T. vekili Av. S.T. tarafından imzalanan tarihsiz
dilekçe ekindeki şikâyet konusu raporun sadece aslı gibidir şerhi olmayan fotokopisinin bulunduğu,
B. Barosu Başkanlığının 23.05.2011 tarihli ve 19.. sayılı yazısı ile 28.12.2012 tarihli ve 55.. sayılı
yazısında, S.T.’nin 7.. sicil numarasıyla baro levhasına kayıtlı olduğunun ve hâlen O./B. adresinde faaliyette
bulunduğunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan Cumhuriyet Başsavcılığında, K. 5. Aile Mahkemesinin ..../... esasına kayıtlı dosyasında eşi
aleyhine boşanma davası açtığını, bu dava görülmekte iken eşi A.’nın vekili Av. S.T.’nin sahte doktor
raporunu 'aslı gibidir' şeklinde tasdik etmek suretiyle dosyaya sunduğunu, şikâyetçi olduğunu,
Mahkemede, K. 5. Aile Mahkemesinde açmış olduğu boşanma davası dosyasına eşi A.T.’nin vekili S.T.
tarafından sunulan kürtaj olduğunu gösterir raporun sahte olduğunu, kürtaj olmadığını, sahte raporu
mahkemeye sunan S.T.’dan şikâyetçi olduğunu,
Tanık H.S., sanığın bürosunda çalıştığını, bu olaydan A.’nın teyzesi ve babasının büroya gelip
boşanma davası açmak istediklerini söylemeleri üzerine haberdar olduğunu, dava dilekçesi yazılırken de
gördüğünü, A.’nın teyzesinin ve babasının bir çok defa büroya gidip geldiğini, bir kısım evrak ve belgeleri
S. hanıma verdiklerini, S. hanımın da vekil olarak bu belgelerin bir kısmına aslı gibidir yaparak aslını
büroda tutup dava dosyasına sunduğunu hatırladığını, dava sonuçlandıktan sonra A.’nın teyzesinin ve
babasının büroya gelerek evrak asıllarını aldıklarını hatırladığını,
Tanık S.Y., Av. İ.H.T. ile Av. S.T.’ye ait büroda kâtip olarak çalıştığını, A.T.’nin teyzesi E.Y. ile babası N.T.’nin
büroya gelerek avukat hanımla boşanma davasına karşı dava açmak için görüştüklerini, dava açılma
sürecinde ve dava sırasında E. ve N. isimli şahısların birçok kez büroya gelip resim ve evrak getirdiklerini,
diğer dosyalarda nasıl evrak sunuluyorsa bu dosyada da evrak asıllarını büro dosyasına alıp aslı gibidir
şerhi vererek fotokopilerini dava dosyasına sunduğunu, dava bittikten sonra da E. ve N.’nin büroya gelerek
evrak asıllarını aldıklarını hatırladığını, avukat hanımın raporun sahte olduğunu bilmesinin mümkün
olmadığını, avukat hanım büroda yokken büroda kendisine ya da başka bir arkadaşa raporun bırakılmış
olabileceğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık Cumhuriyet Başsavcılığında, B. Barosuna kayıtlı avukat olarak çalıştığını, A.T.’nin boşanma
davasında vekilliğini yaptığını, taraflar arasında sonradan öğrendiği kadarıyla uzun süredir devam eden
anlaşmazlıkların bulunduğunu, A.T.’nin babası N.T.’nin davayla ilgili birçok belgeyi kendisine getirdiğini,
bu belgelerin asıllarını gördüğünü ancak belgelerin ne şekilde temin edildiğini bilmediğini, belgeleri
İzmir’den aldıklarını söylediklerini, kendisinin de belge asıllarını inceleyerek dava için gerekli olan
bir kısım belgelerin fotokopilerini alıp yetkisi dahilinde 'aslı gibidir' yaparak belge asıllarını N.T.’yi iade
ettiğini, 18.09.2006 tarihli raporun sahte olup olmadığını bilmesinin mümkün olmadığını, raporun aslını
gördüğünü, sahte olduğunu bilmediğini, suçu kabul etmediğini, Mahkemede, boşanma davasının devamı
sırasında bürosuna A.T.’nin babası N.T. ile teyzesi E.Y.’nin geldiklerini ve suça konu yapılan davacı A.’nın
kürtaj olduğunu gösterir raporu diğer belgeler ile birlikte ibraz ettiklerini ve bu belgelerin mahkemeye
sunulmasını istediklerini, söz konusu belgeyi savunma kabiliyetinden bir dilekçe ile birlikte sunduğunu,
belgenin sahte olduğunu bilmediğini, kendisine getirilen belgenin asıl olduğunu, görünüşünde herhangi
bir sahtecilik ibaresinin olmadığını, suçu kabul etmediğini savunmuştur.
Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konularının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir.
1- Sanığın inceleme dışı bir başka dosyada tanık sıfatıyla verdiği ve hükme esas alınan beyanının
CMK’nın 46. maddesine uygun olarak alınıp alınmadığı,
Yerel Mahkemece, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulurken, sanık Avukat S.T.’nin müvekkili
olan A.T.’nin özel belgede sahtecilik suçundan yargılandığı İ. Anadolu 21. Asliye Ceza Mahkemesinin
(Kapatılan K. 3. Asliye Ceza Mahkemesinin) ..../... esas sayılı dosyasındaki soruşturma aşamasında K.
Cumhuriyet Başsavcılığınca yazılan talimat sonucunda, sanık S.T.’nin tanık sıfatıyla B. Cumhuriyet
Başsavcılığınca 05.07.2010 tarih ve ..../.... sayı ile alınan beyanları, sanığın atılı suçu ikrar ettiği şeklinde
değerlendirilmek suretiyle delil olarak kabul edilmiştir.
Konu hakkındaki yasal düzenleme incelendiğinde,
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 'Sır saklama' başlığını taşıyan 36. maddesinde, 'Avukatların,
kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi, gerekse Türkiye Barolar Birliği ve barolar organlarındaki
görevleri dolayısiyle öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır.
Avukatların birinci fıkrada yazılı hususlar hakkında tanıklık edebilmeleri, iş sahibinin muvafakatini almış
olmalarına bağlıdır. Ancak, bu halde dahi avukat tanıklık etmekten çekinebilir. Çekinme hakkının kullanılması
hukuki ve cezai sorumluluk doğurmaz.',
CMK’nın 'Meslek ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinme' başlığını taşıyan 46. maddesinde,
'(1) Meslekleri ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinebilecekler ile çekinme konu ve koşulları şunlardır:
a) Avukatlar veya stajyerleri veya yardımcılarının, bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı görevi
sebebiyle öğrendikleri bilgiler.
b) Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek veya
sanatları mensuplarının, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgiler.
c) Malî işlerde görevlendirilmiş müşavirler ve noterlerin bu sıfatları dolayısıyla hizmet verdikleri kişiler
hakkında öğrendikleri bilgiler.
(2) Yukarıdaki fıkranın (a) bendinde belirtilenler dışında kalan kişiler, ilgilinin rızasının varlığı halinde,
tanıklıktan çekinemez.' hükümleri yer almaktadır.
Maddelerde getirilen düzenlemelerden açıkça anlaşıldığı üzere müdafiler, bu sıfatları nedeniyle
öğrendikleri hususlar hakkında tanıklık yapmaktan çekinme hakkına sahiptirler. Kural olarak tanıklık bir
kamu görevidir ve tanıklık yapmak için davet edilen kişi olayla ilgili olarak tanıklık yapmak zorundadır.
Ancak, CMK bu kurala 45, 46, 47 ve 48. maddelerinde bazı kişilere 'Çekinme hakkı' tanımak suretiyle
istisnalar getirmiştir. İşte müdafilerin çekinme hakkı da açıklanan bu istisnalardan birisidir.
CMK’nın 'Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme' başlığını taşıyan 48. maddesinde ise, '(1)
Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek
nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir.'
şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Tanıklıktan çekinmede, bütün hâlinde tanığın çekinme hakkı
gündeme gelmekte, burada ise tanık, kendisine sorulan sorulardan kendisi ya da sayılan yakınlarını ceza
kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olanlar bakımından cevap vermeme takdirine sahiptir. Bu kapsam
dışında kalan hususlarda tanığın, salt bu madde uyarınca çekinme hakkı bulunmamaktadır.
Tanıklıktan çekinme hakkı olan kimselere, bu hakları, dinlenmeye başlamadan önce hatırlatılmalı ve bu
haklarını kullanıp kullanmayacakları hususu da tutanağa yazılmalıdır. Tanıklıktan çekinme hakkı bulunan
bir kimsenin bu hakkı hatırlatılmadan dinlenilmesi hâlinde beyanlarının kanıt olarak değerlendirilmesi
de artık olanaksızdır. Kaldı ki CMK’nın 210/2. maddesinde 'Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada
tanıklıktan çekindiğinde, önceki ifadesine ilişkin tutanak okunamaz.' hükmü getirilmiş olup bu hakkın
sonradan kullanılması hâlinde önceki ifadelerinin dahi kanıt olarak kullanılması yasaklanmıştır. O hâlde
tanıklıktan çekinme hakkı bulunan bir kimseye bu hakkının hatırlatılması zorunlu olup çekinmeyen
tanığın tanıklığının yemin ile teyidinin gerekip gerekmediği CMK’nın 51. maddesi uyarınca bundan
sonra hâkim tarafından takdir edilecektir. Ancak tanık yemin etmekten çekinebilir. Bu hususun kendisine
bildirilmesi gerekir.
Öğretide de, Ceza yargılaması normlarına ters düşülerek elde edilen delillerin yargı makamı tarafından
değerlendirmeye alınmasının olanaksız olduğu kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla eğer bir delil,
elde edilmesinde kanun koyucunun koşul öngördüğü bir delilse ve bu koşullara göre elde edilmemişse
hükümde bu kanıta dayanılamayacaktır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Yerel Mahkemece, sanık S.T.’nin vekilliğini yaptığı A.T.’nin yargılandığı dosyada tanık olarak beyanı
alındığı sırada CMK’nın 45/1. maddesi kapsamında akrabalık bağı varsa tanıklıktan çekinebileceği, CMK’nın
48. maddesi gereğince kendisi veya yakınları aleyhine sorulara cevap vermeyebileceği hususlarının
hatırlatıldığı ancak CMK’nın 46. maddesinde düzenlenen avukatlar veya stajyerleri veya yardımcılarının,
bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı görevi sebebiyle öğrendikleri bilgiler sebebiyle tanıklıktan
çekinebileceğine ilişkin hususun sanığa hatırlatılmadığı anlaşılmakla,
CMK’nın 46. maddesinde yer alan 'Meslek ve sürekli uğraşıları sebebiyle tanıklıktan çekinme',
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 36. maddesinde yer alan 'Sır saklama' başlıklı düzenlemeler birlikte
değerlendirildiğinde, CMK’nın 46. maddesindeki tanıklıktan çekinme hakkının avukatın müvekkili ile
ilgili öğrendiği sırları saklama yükümlülüğünden doğduğu, anılan yasa hükmünün avukatın mesleki
uğraşısı sebebiyle müvekkili hakkında öğrendiği sırları açıklamak istemediğinde müvekkili rıza gösterse
bile avukata tanıklıktan çekinme hakkını sağladığı, bu hakkın yapılan tanıklığın avukat aleyhine sonuç
doğurmasını önlemek amacıyla tanınmadığı, bu sebeple sanık Avukat S.T.’ye CMK’nın 46. maddesindeki
tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümlerin hatırlatılmasına gerek olmayıp, CMK’nın 48. maddesinde
tanımlanan kendisini ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten
çekinebileceğinin hatırlatılmasının yeterli olduğu anlaşıldığından, sanığın inceleme dışı bir başka dosyada
tanık sıfatıyla verdiği ve hükme esas alınan bu beyanının usulüne uygun olarak alındığı kabul edilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 20.06.2019 tarihli ve 1170-488 sayılı