..::Forum Adalet::..

GENEL İÇTİHAT PAYLAŞIMLARI => Yargıtay Kararları => Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları => Konuyu başlatan: İçtihat - 04 Şubat 2021, 20:44:35

Başlık: YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 18.12.2018 tarihli ve 826-649 sayılı
Gönderen: İçtihat - 04 Şubat 2021, 20:44:35

-2
ÖZET: Dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde, sanık hakkındaki
iddianın karmaşık bir yapısının bulunmadığı, sanık ve müdafisinden Özel Daire bozma kararı
kapsamına göre aldırılan Adli Tıp Genel Kurulu raporuna karşı diyeceklerinin sorulduğu, verilen
sürenin ardından sanık ve müdafisinin esasa ilişkin savunmalarını gerek sözlü gerekse yazılı olarak
yaptıkları ve kendilerine verilen sürenin yetersiz olduğuna dair de bir itirazlarının bulunmadığı
anlaşıldığından, uzun süreden beri yargılamaya iştirak etmesi nedeniyle dosyaya vakıf olan sanık
müdafisine ve sanığa savunmalarını hazırlamak üzere verilen beş günlük sürenin yeterli olduğu ve
sanık ile müdafisinin ayrıntılı bir biçimde esasa ilişkin savunmalarını yaptıkları kabul edilmelidir.
Sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü Özel Dairece
onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanığa atılı çocuğun basit cinsel
istismarı suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanık ve müdafisine savunmalarını hazırlamaları için yeterli süre
verilip verilmediğinin, bu bağlamda savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığının belirlenmesine
ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından,
Sanık E.K. hakkında İ. Cumhuriyet Başsavcılığınca 03.07.2012 tarihli ve ... sayılı iddianame ile çocuğun
basit cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu
davası açıldığı,
Sanığın, 16.11.2012 tarihli vekaletname ile Avukat E.M.’yi müdafii olarak atadığı,
Avukat E. M.’nin sanık hakkında yedi oturum süren yargılamanın 20.11.2012 ve 12.02.2013 tarihli ilk iki
oturumunda sanık müdafisi olarak hazır bulunduğu,
Sanığın, 04.04.2013 tarihli vekaletname ile Avukatlar T.T. ve G.T.’nin ayrı ayrı yetkili olmak üzere
müdafii olarak tayin ettiği, yargılamanın 24.05.2013 tarihli 3. oturumunda T.T. ve G.T.’nin, 08.11.2013 tarihli
5. oturumunda T.T.’nin, 17.07.2013, 24.01.2014 ve 10.02.2014 tarihli 4, 6 ve 7. oturumlarında ise G.T.’nin
sanık müdafisi olarak hazır bulundukları, sanıklar müdafileri tarafından hazırlanan 21.01.2014 tarihli
esasa ilişkin son savunma dilekçesinin 22.01.2014 tarihinde dosya içine alındığı ve ilk hükmün kurulduğu
10.02.2014 tarihli 7. oturumda sanık ve sanık müdafisi Av. G.T.’nin esas hakkındaki savunmalarını beyan
ettikleri,
Sanığın atılı suçlardan cezalandırılmasına dair verilen hükümlerin sanık ve müdafileri tarafından
temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesince yapılan duruşmalı temyiz incelenmesine Avukat
G.T.’nin sanığı temsilen katıldığı, yapılan inceleme sonucunda Özel Dairece sanık hakkında kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün onanmasına, çocuğun basit
cinsel istismarı suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün ise sanık hakkında TCK’nın 103/6. maddesinin
uygulanması bakımından Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılmaksızın eksik araştırma ile hüküm
kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Yerel Mahkemece bozmaya uyularak yapılan ve beş oturum süren yargılamanın tamamında Avukat
G.T.’nin sanık müdafisi olarak hazır bulunduğu ve Adli Tıp Genel Kurulu tarafından hazırlanan rapora karşı
beyanlarını 24.06.2016 tarihli 3. oturumda sunduğu,
13.07.2016 tarihli 4. oturumda sanığın bilirkişi raporuna karşı müdafisinin beyanda bulunacağını
belirttiği, sanık müdafisinin ise önceki oturumda UYAP üzerinden suretini aldığı Adli Tıp Genel Kurulu
raporuna karşı diyeceklerini ifade ettiğini, bu ifadelerini aynen tekrar ettiğini beyan ettiği, Cumhuriyet
savcısının esas hakkında mütalaasını açıklaması üzerine sanık ve müdafisinin esas hakkındaki
savunmalarını birlikte hazırlamak için süre talep ettikleri, Yerel Mahkemece sanık ve müdafisine esas
hakkındaki savunmalarını bildirmeleri için gelecek duruşmaya kadar süre verilmesine ve duruşmanın
18.07.2016 tarihine bırakılmasına karar verildiği,
Sanıklar müdafileri tarafından hazırlanan 14.07.2016 tarihli esas hakkındaki son savunma dilekçesi
ile 15.07.2017 tarihli 5237 sayılı TCK’nın 103. maddesinde Anayasa mahkemesinin verdiği iptal kararının
bekletici mesele yapılmasına ilişkin dilekçenin, verildikleri tarihlerde dosya içine alındığı, sanık hakkında
hükmün verildiği 18.07.2016 tarihli 5. oturumda sanık ve müdafisinden mütalaaya karşı beyanları ile
esasa ilişkin savunmalarının sorulduğu, sanığın üzerine atılı suçu kabul etmeyerek detaylı savunmayı
müdafisinin yapacağını bildirdiği, sanık müdafisinin ise esas hakkındaki savunmalarını 14.07.2016 tarihli
yazılı savunma dilekçesinde sunduklarını belirterek esas hakkındaki savunmasını bu kapsamda sözlü
olarak da yaptığı,
Sanık veya müdafisinin esas hakkındaki son savunmaları için verilen sürenin yetersiz olduğu
hususunda bir itirazlarının bulunmadığı,
Sanığın ilk hüküm gibi cezalandırılmasına ilişkin verilen hükmün de sanık müdafileri, katılan Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14.
Ceza Dairesince yapılan duruşmalı temyiz incelenmesine Avukat G. T.’nin sanık adına katıldığı ve 10.08.2016
havale tarihli sair nedenlerin yanı sıra son savunma için kendilerine yeterli süre verilmediği, savunma
hazırlamaları için öngörülen sürenin iki gününün hafta sonuna denk geldiği ve savunma haklarının
kısıtlandığı yönündeki temyiz dilekçesini açıklayarak savunma yapıp hükmün bozulmasını talep ettiği,
Yargıtay 14. Ceza Dairesince hükmün '13.07.2016 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki
görüşünü bildirmesinden sonra sanık ile müdafiin esas hakkında savunma hazırlamak üzere süre talep
etmeleri karşısında 5271 sayılı CMK’nın 147, 216, 289. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil
yargılanma hakkı başlıklı 6/3-b maddesinin ‘müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara
malik olmak’ hükmü uyarınca kendilerine makul bir süre tanınması gerekirken, yetersiz süre tanınmak
suretiyle savunma hakkının kısıtlanması' isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Anlaşılmıştır.
Anayasanın 'Hak arama hürriyeti' başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası,
'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde düzenlenmiştir.
Öte yandan Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda
milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır' hükmü uyarınca iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir
parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 'Adil Yargılanma hakkı' başlıklı 6. maddesinin
üçüncü fıkrasının (b) bendinde,
'Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
b) Savunmasını hazırlamak için yeterli süre ve kolaylıklara sahip olmak...' hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen 'meşru vasıta ve yollardan yararlanma hakkı' kapsamında
değerlendirilmesi gereken savunmanın hazırlanması için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma hakkı
(AYM, B.N: 2013/2642, 17/9/2014) yalnız sanık bakımından değil aynı zamanda sanık müdafisi bakımından
da sonuç doğurmakta ve sanık-müdafi ilişkilerinde yeterli zaman ve kolaylıkların sağlanmasını
gerektirmektedir (Cumhur Şahin, Sanığın Savunmasını Hazırlamak İçin Gerekli Zamana ve Kolaylıklara
Sahip Olma Hakkı-İHAS 6/3-b, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Önünde Adil Yargılanma Hakkı Sempozyumu, 2003, s.2).
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren yeterli zaman kavramı, sanık ve müdafisinin savunma için zorunlu
hazırlıkları yapabilecekleri süreyi ifade etmektedir (Sibel İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı ve Yargı Etiği,
Şen Matbaa, 2007, Ankara, s. 51, Şahin, s.5). Sanığı acele yargılamaya karşı koruma amacı taşıyan bu
güvence, sanığa bir suç isnadı yapıldığı an uygulanmaya başlar (David Harris- Michael O’Boyle-Ed Bates-
Carla Buckley, Çevirenler: Mehveş Bingöllü Kılcı, Ulaş Karan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku,
Avrupa Konseyi 2013, s. 312, İnceoğlu, s. 51).
Savunma için sanık ve müdafisine verilen sürenin yeterli olup olmadığı ise, davanın karmaşıklığı,
sanık müdafisinin iş yükü ve yargılamanın gelmiş olduğu aşama gibi hususlar değerlendirilerek somut
olayın özelliklerine göre belirlenmelidir (İnceoğlu, s. 51, Şahin, s. 5, Harris-O’Boyle-Bates- Buckley, s. 313).
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve çocuğun basit cinsel istismarı suçlarından
açılan kamu davasında sanık müdafileri Av. G.T. ve T.T.’nin 04.04.2013 tarihli vekaletnameye istinaden
ilk savunma dilekçelerini 25.04.2013 günü dosyaya ibraz edip 24.05.2013 tarihli 3. oturumdan itibaren
yargılamaya iştirak ettikleri, sanığın atılı suçlardan mahkûmiyeti sonrasında duruşmalı olarak yapılan
temyiz incelemesine Av. G.T.’nin katıldığı, Özel Dairece sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün onanıp çocuğun basit cinsel istismarı suçundan verilen
mahkûmiyet hükmünün Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılması gerektiğinden bahisle bozulduğu,
bozma sonrası yapılan yargılamanın bütün oturumlarına Av. G.T.’nin sanık müdafisi olarak iştirak ettiği,
24.06.2016 tarihli 3. oturumda sanık müdafisinin bozma kararı uyarınca aldırılan Adli Tıp Genel Kurulu
raporuna karşı beyanda bulunduğu, 13.07.2016 tarihli 4. oturumda da sanığın bahsi geçen rapora karşı
müdafisinin açıklamada bulunacağını belirttiği, sanık müdafisinin ise UYAP üzerinden suretini aldığı
Adli Tıp Genel Kurulu raporuna karşı önceki oturumda diyeceklerini ifade ettiğini ve bu ifadelerini
aynen tekrar ettiğini beyan ettiği, Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasını açıklaması üzerine
sanık ve müdafisinin esas hakkındaki savunmalarını birlikte hazırlamak için süre talep ettikleri, Yerel
Mahkemece sanık ve müdafisine esas hakkındaki savunmalarını bildirmeleri için gelecek duruşmaya
kadar süre verilmesine ve duruşmanın 18.07.2016 tarihine bırakılmasına karar verildiği, sanıklar
müdafileri tarafından hazırlanan 14.07.2016 tarihli esas hakkındaki son savunma dilekçesi ile 15.07.2017
tarihli 5237 sayılı TCK’nın 103. maddesinde Anayasa mahkemesinin verdiği iptal kararının bekletici
mesele yapılmasına ilişkin dilekçenin verildikleri tarihlerde dosya içine alındığı, sanık hakkında hükmün
kurulduğu 18.07.2016 tarihli 5. oturumda sanık ve müdafisinden mütalaaya karşı beyanları ile esasa ilişkin
savunmalarının sorulduğu, sanığın üzerine atılı suçu kabul etmeyerek detaylı savunmayı müdafisinin
yapacağını bildirdiği, sanık müdafisinin ise esas hakkındaki savunmalarını 14.07.2016 tarihli dilekçesinde
yazılı olarak sunduklarını belirterek ayrıca sözlü olarak da yaptığı olayda,
Dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde, sanık hakkındaki iddianın karmaşık
bir yapısının bulunmadığı, sanık ve müdafisinden Özel Daire bozma kararı kapsamına göre aldırılan Adli
Tıp Genel Kurulu raporuna karşı diyeceklerinin sorulduğu, verilen sürenin ardından sanık ve müdafisinin
esasa ilişkin savunmalarını gerek sözlü gerekse yazılı olarak yaptıkları ve kendilerine verilen sürenin
yetersiz olduğuna dair de bir itirazlarının bulunmadığı anlaşıldığından, uzun süreden beri yargılamaya
iştirak etmesi nedeniyle dosyaya vakıf olan sanık müdafisine ve sanığa savunmalarını hazırlamak üzere
verilen sürenin yeterli olduğu ve sanık ile müdafisinin ayrıntılı bir biçimde esasa ilişkin savunmalarını
yaptıkları kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının
kaldırılmasına ve dosyanın hükmün esasının incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar
verilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 18.12.2018 tarihli ve 826-649 sayılı