-5
ÖZET: Yerel Mahkemece sanık hakkında TCKnın 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması
sırasında hürriyeti bağlayıcı cezanın '9 yıl 9 ay' olarak doğru bir şekilde belirlenmesine rağmen,
sonraki bentte 'neticeten' ibaresi ile vurgulanmak suretiyle '9 yıl hapis cezası' olarak sanık
müdafisine tefhim edilmesi karşısında, yargısal kararın önemi ve belirliliği, Anayasa ile güvence altına
alınan kişi hürriyeti ve hukukî güvenliğinin korunması ilkeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, tefhim
olunan sonuç cezanın mahkemenin gerçek iradesini yansıttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
Sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilen, suçun sübutu
ile fiilin vasıflandırılmasında bir uyuşmazlık ve bu kabulde de dosya muhtevası itibarıyla herhangi bir
hukuka aykırılık bulunmayan somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında
oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet
hükmünde, 5237 sayılı TCKnın 188/3 ve 188/4. maddeleri gereğince hürriyeti bağlayıcı ceza '9 yıl 9 ay'
şeklinde doğru olarak belirlenip başka artırım ya da indirim maddesi uygulanmadığı halde, sonraki
bentte bu cezanın 'netice olarak 9 yıl hapis' olarak yazılması ve aleyhe temyiz bulunmaması nazara
alındığında, bu hatanın cezanın doğru olarak hesaplanmış haliyle infaz edilmesini engellemeyecek yazım
hatası olarak mı kabul edilmesi gerektiği, yoksa cezayı aleyhe düzeltme yasağı kapsamında mı kaldığı
hususunun belirlenmesine ilişkindir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre 'karar' kelimesinin anlamı, bir iş veya sorun hakkında düşünülerek
verilen kesin yargıdır. Aynı sözlükte, hukukta karar, herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı,
hüküm, olarak ifade edilmiştir. Yine, karar kelimesinin ifade ettiği farklı bir anlam olarak, kesin yargıyı
bildiren belge belirtildikten sonra, karar, değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik ve değişmez
olma olarak da tarif edilmiştir. Bu tanımlardan yola çıkıldığında, yargısal karar, bir yargılama işlemi
sonunda belli bir yönteme bağlı olarak verilmiş, kesin yargıyı ifade eden belge olarak tanımlanabilir. Bu
durumda kararın en önemli özelliği olarak, 'kesinlik' karşımıza çıkmaktadır. Kesinlik kelimesinin sözlük
anlamı, bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumudur.
5271 sayılı CMKnın 'Duruşmanın sona ermesi ve hüküm' başlıklı 223. maddesinin birinci fıkrası,
'Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı,
mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür',
'Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması' başlıklı 231. maddesinin birinci
fıkrası, 'Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm
fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.',
'Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar' başlıklı 232. maddesinin üçüncü fıkrası,
'Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde
dava dosyasına konulur.',
Aynı maddenin altıncı fıkrası ise, 'Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne
olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat
isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer
vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.' hükümlerini içermektedir.
Anılan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, duruşmanın bittiği bildirildikten sonra 5271 sayılı
CMKnın 223. maddesinin birinci fıkrası uyarınca hüküm verilmesi zorunludur. Bu hükümde gerekçeye
yer verilmese dahi, anılan kanunun 232. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, 223. maddeye göre verilen
kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma
ve tazminat isteme imkânının bulunup bulunmadığının, başvuru imkânı varsa süresi ve merciinin
tereddüde mahal bırakmayacak şekilde mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uygulamada bu şekilde
gerekçesi açıklanmadan hüküm verilmesine kısa karar denilmektedir. Kısa karar olarak adlandırılan
bu hüküm fıkrasının tümüyle duruşma tutanağına geçirilmesi, akabinde okunarak, gerekçesinin ana
hatlarıyla anlatılması gerekmekte olup kısa karar yani hüküm bu şekilde açıklandıktan sonra geçerlilik
kazanacaktır.
Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan 'hüküm-sonuç' bölümünün
açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı 'sorun' bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın,
yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı 'gerekçe' bölümünün
hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde
yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise
uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını
kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış
kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi
davranmaları gerekmektedir. Ancak hüküm kurulurken çeşitli hatalar yapılabildiği, örneğin nitelikli haller
nedeniyle ceza artırılırken artırım oranlarında, bazen de sonuçlarında hatalar yapılabildiği gibi indirim
nedeninin uygulanması sırasında da hesap hatası yapılarak daha az ceza tayin edildiği, hatta nitelikli hal
nedeniyle cezanın artırılması yerine indirilmesi yoluna gidildiği, ilgili kanun maddesinde suç için hapis
cezası ile birlikte para cezası da öngörüldüğü halde, yalnızca hapis ya da para cezasına hükmedildiği,
öngörülmüş cezanın alt sınırının da altında olacak şekilde bir ceza tayin edildiği veya belirlenen tam
gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sırasında işlem hataları yapıldığı
görülmektedir.
Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, 'uygulama hatası','hesaplama hatası',
'yazım hatası' şeklinde tasniflere tabi tutulmaktadır. Uygulama hatası, yargılama araçlarının belirli biçimde
hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya
eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin
gösterilmesi halinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama
ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibarıyla birer
uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir.
Mahkemenin hata yapıldığından bahisle, kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda
yer vermesi veya kısa kararı sonradan değiştirmesi usul ve kanuna aykırı olacaktır. Bu konuda öğretide,
'Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani
kısa kararda hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır.' (Nur
Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, 10. Baskı, s. 714) şeklinde
görüşler bulunmaktadır. Ancak yerleşmiş uygulama ve kabullere göre, uygulama ve hesap hataları
dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman
sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim
muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesi mümkündür.
Temyize tabi kararlar temyiz edilmemesi veya temyizen onanması halinde, kesin nitelikteki kararlar
ise verildikleri anda kesinleşmiş olacaktır. Kesinleşen kararda olağanüstü kanun yolları hariç artık hükmün
değişme imkânı bulunmamaktadır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun
4. maddesinde de vurgulandığı üzere, mahkûmiyet hükümlerinin infazı için hükmün kanun gereği kesin
ya da kesinleşmiş olması gerekir.
Yargı makamlarınca verilen hükümlerin kesin ya da kesinleşmiş olması bireylerin güven içinde
yaşamaları için zorunludur. Her yargılamada gerçeğe, adalet ve hakkaniyete ulaşılması çabası bulunsa
da ceza muhakemesinin de bir sonu olmalıdır. Aksi halde ceza muhakemesinin amaçları arasında olan
toplumsal barış ve güven sağlanamaz, sürekli bir çekişme ve belirsizlik ortamı varlığını korur. (Veli Özer
Özbek, İnfaz Hukuku, Ankara 2015, Seçkin Yayıncılık, 7. baskı, s. 70)
Kesin hükmün bağlayıcı olması nedeniyle bu kararlar değiştirilemez, yerine getirilmesi geciktirilemez.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98. maddesinin 1. fıkrasında,
'Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın
kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun,
hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü
veren mahkemeden karar istenir' hükmüne yer verilmiştir. Görüleceği üzere infaz sırasında, mahkûmiyet
hükmünün yorumunda veya cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği konusunda
ya da hükümlü lehine bir kanun yürürlüğe girmesi halinde ancak hükmü veren mahkemeden karar
isteneceği belirtilmiş olup kesinleşmiş hükümdeki ceza miktarının hesap hatası yapıldığından bahisle ya
da başka bir nedene dayalı olarak artırılamayacağı, değiştirilemeyeceği açıktır.
Uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olarak, ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata
barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde 'aleyhe değiştirmeme zorunluluğu'
ya da 'aleyhe düzeltme yasağı' kavramlarına değinilerek uyuşmazlık çözüme kavuşturulmalıdır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı öğreti ve uygulamada, 'temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii
ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde
yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç
verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk
hükümden daha ağır olamaması' şeklinde tanımlanmaktadır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen
bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama
ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip,
inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte
başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
Latince 'reformatio in pejus' olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, 'lehe kanun yolu davası
üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım
ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı' olarak ifade
edilen bu ilkenin amacı, hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da
temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını
daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi
uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin 4. fıkrasında, 'Hüküm yalnız sanık
tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz
edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz' şeklinde
kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış
hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUKun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca
sınırlı biçimde uygulanabilecek olan 'cezayı aleyhe değiştirememe' veya 'aleyhte düzeltme yasağı'nın söz
konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
307/4. maddesinde ise, 'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262.
maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan
cezadan daha ağır olamaz' düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme
yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından
temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki
hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Gerek bozma ilamında, gerekse Yerel Mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve
sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde
yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında, istinaf ve temyiz kanun
yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan 'cezanın aleyhe değiştirilmemesi' ilkesinin, ceza
muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği
bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara
karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna
başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran 'cezalar' ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin
nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCKnın 45.
maddesinde, hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik
tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca
duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı şekilde çözüme kavuşturulması açısından hatalı oluşturulan hükmün yalnız
sanık lehine temyiz edilmesi halinde aleyhe değiştirmeme zorunluluğu ya da aleyhe düzeltme yasağı
kuralı çerçevesinde sonuç cezanın kanun yoluna başvuruda önemi ve Yargıtay ilgili dairesinin ne şekilde
karar vereceği hususuna da değinmek gerekecektir.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı
CMUKun 305. maddesi göz önüne alındığında, ceza mahkemelerince verilen hükümlerin temyize tâbi
olmaları kural, temyiz edilememeleri ise istisnadır.
14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı
Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23.
maddesi ile 5271 sayılı CMKun 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde, 'Hapis cezasından çevrilen adlî
para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet
hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı' şeklinde yapılan değişiklik ve Aynı Kanunun 26.
maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna
eklenen, 'Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak
üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz
yoluna başvurulamaz' şeklindeki geçici 2. madde göz önünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden
sonra, doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirası ve daha az miktardaki mahkûmiyet hükümlerinin temyizi
mümkün değildir.
Temyize getirilen bu istisnadan anlaşılacağı üzere kısa karardaki ve dolayısıyla hükümdeki sonuç
cezanın kanun yollarına başvuruda belirleyici bir unsur olduğu açıktır.
Ceza Genel Kurulunun 11.03.2014 gün ve 532-126, 12.03.2013 gün ve 1515-202 ile 21.12.2010 gün ve
230-264 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, kesin nitelikteki hükümler
ancak kesinlik sınırını aşar nitelikte yaptırım içermek şartıyla suç vasfına yönelik ya da suç niteliği doğru
belirlenmesine rağmen yanılgılı bir uygulama ile kesinlik sınırı içinde kalan cezaların verildiği hükümlere
karşı yapılan aleyhe başvuru üzerine temyiz denetimine konu olabilecektir. Yani doğru uygulama
yapıldığında kesinlik sınırı içinde kalmayacak bir hükmün, hatalı uygulama (hesap hatası, uygulama hatası
gibi) neticesinde ortaya çıkan sonuç ceza itibarıyla- kesinlik sınırı içindeyse aleyhe temyiz bulunmadığı
durumda temyize konu olması mümkün değildir.
1412 sayılı CMUKun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması
gereken 320. maddesinde, 'Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi
usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında
tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte
mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder',
321. maddesinde, 'Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o
cihetten bozar.
Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen
vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur',
322. maddesinde ise, 'Hükme esas olarak tespit edilen vakıalara tatbikinde kanuna muhalefet
edilmesinden dolayı o hüküm bozulmuş ise Yargıtay aşağıda yazılı olan hallerde kendisi davasının esasına
hükmeder.
1. Vakıanın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraete veya davanın düşmesine yahut aşağı - yukarı
haddi olmayan sabit bir cezaya hükmolunması icabederse,
2. Yargıtay Başsavcılığının iddiasına uygun olarak suçluya kanunda yazılı cezanın en aşağı derecesini
uygulamayı uygun görürse,
3. Mahkemece sabit görülen suçun unsurları ve vasfı ve cezası hükümde doğru gösterilmiş olduğu
halde sadece kanunun madde numarası yanlış yazılmış ise,
4. Hükümden sonra yürürlüğe giren kanun suçun cezasını azaltmış ve mahkemece suçluya ceza
tayininde artırma sebebi kabul edilmemiş veya yeni bir kanun ile fiil suç sayılmamış olmaktan dolayı
birinci halde daha az bir cezanın hükmü ve ikinci halde hiç ceza hükmolunmaması gerekirse,
5. Açıkca tespit edilmiş olan suçlunun doğum ve suç tarihlerine göre ceza tayininde gerekli indirme
yapılmamış veya yanlış olarak indirme yapılmış ise,
6. Arttırma veya indirme sonu ceza müddeti veya miktarını tayinde maddi hata yapılmış ise,
7. Hükmedilmiş olan ceza yerine Ceza Kanununun 29 uncu maddesince adli tevbih kararı verilmesi
icabederse,
8. Ceza Kanununun 29 uncu maddesindeki tertibin gözetilmemesi yüzünden eksik veya fazla ceza verilmiş
ise,
9. Harçlar Kanunu ile yargılama giderlerine ilişkin hükümlere ve Avukatlık Kanununa göre düzenlenen
ücret tarifesine aykırılık yapılmışsa.
Sair hallerde Temyiz Mahkemesi işi yeniden tetkik ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye
veya o derecede diğer civar bir mahkemeye gönderir.' hükümleri yer almaktadır.
Temyiz yargılama makamı olan Yargıtayın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka
aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında
Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen
hükümde hukuka aykırılık bulunmaması halinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması halinde
ise karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken CMUKun 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da
bozulan hüküm yerine Aynı Kanunun 322. maddesine göre Yargıtayca davanın esasına hükmedilecektir.
Buna göre, Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan
tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine
sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUKun, 5320 sayılı Kanunun 8.
maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında yer alan,
'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler
tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır
olamaz' kuralı ile 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran
kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna
dışında, Yargıtayca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı
nazara alınarak, sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar kanunun 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir.
CMUKun 307. maddesinin 1. fıkrasında, 'Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit
olur' denildikten sonra 2. fıkrasında, 'Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi'
kanuna muhalefet olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent halinde gösterilen hususlarda
kanuna 'mutlak muhalefet' edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri
sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip
hükmü bozabilecektir. Yargıtayca yapılacak denetimde, mevcut delillerin Yerel Mahkemece yanlış
değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa,
karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz
davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı
yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan
hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada
birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm
onanmalıdır.
Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması
nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici
nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak 'onama' kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine
belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine
tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar
verilmelidir. Aksi takdirde sanığın, önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan,
ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha
önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet
ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyiz incelemesi sırasında hükümdeki uygulama, hesaplama ve
maddi (yazım) hatalarının aleyhe temyiz olmaması halinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır.
Hükümdeki isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasından kaynaklanan maddi (yazım) hataları aleyhte
değiştirme yasağı kapsamında olmadığından Yargıtayca düzeltilebileceği aşikardır.
Kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu, hâkimin takdirine bağlı ve
bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların yani uygulama hatalarının aleyhte değiştirme yasağı
kapsamında kalacağı, suç tarihi, sanığın ismi, yaşı vb. şekildeki yazım hatalarının ise bu yasak kapsamında
değerlendirilemeyeceği konusunda da tereddüt bulunmamaktadır.
Hesap hatalarının ise bu yasak kapsamında kalıp kalmadığı konusunun, hesap hatasının sonuç cezaya
etkisi gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar
tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUKun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı
biçimde uygulanabilecek olan 'cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı'nın konusunu temel ceza ya
da indirim-artırım sırasındaki ara ceza miktarı değil sonuç ceza oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, cezanın belirlenmesi aşamasında artırım ya da indirim yapılırken hesap veya yazım
hatası yapılıp bir sonraki hesaplamanın yapıldığı ya da sonuç cezanın açıklandığı fıkrada bu hatadan
dönülerek doğru sonuca ulaşılmış, dolayısıyla aradaki hesap ya da yazım hatası sonuca etkili olmamış ise,
yapılan hesap ya da yazım hatası 'cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı' kapsamında kalmayacak,
aksi halde, yani yapılan hesap yada yazım hatası, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç
cezanın belirlenmesine yol açmış ve hüküm bu sonuç üzerine kurulmuş ise, hatalı da olsa açıklanan
ve hükmedilen bu ceza miktarı anılan kurala konu olacaktır. Aleyhe temyiz bulunmadığı halde sonuç
cezanın hesap hatası, yazım hatası denilerek düzeltilmesi veya aleyhe değiştirmeme yasağı gözetilmeden
bozmaya konu edilmesi 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması
gereken 1412 sayılı CMUKun 326/4. maddesindeki amir kurala aykırı olacaktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulu da çeşitli kararları ile, hesap hatası yapılan hükme ilişkin lehe temyiz
davasında aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve temyiz incelemesinde öncelikle
temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiği, sanık
lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça
değiştirilemeyeceği (31.01.1949 gün ve 171-35),ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş
olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiği (19.06.1967 gün ve 114162,
13.04.1964 gün ve 154-167), hesap hatası sonucunda eksik tayin edilen hapis cezasının ceza miktarı
yönünden aleyhe değiştirmeme yasağı kapsamında kalacağı (07.10.2008 gün ve 198-211, 15.12.2015 gün
ve 602-509) vurgulamıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Mahkemece sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 5237 sayılı TCKnın 188/3 ve
188/4. maddelerinin uygulanması sırasında yapılan hesaplama sonucu, ceza 9 yıl 9 ay hapis ve 900 gün
adli para cezası olarak doğru şekilde belirlenmiş, hükmün 5. bendinde münhasıran adli para cezasının
hesaplanması yoluna gidilmiş ve TCKnın 52/2. maddesi uyarınca bir gün karşılığı 20 Liradan hesaplanarak
adli para cezası 18.000 Lira olarak tespit edildikten sonra, sanık hakkında başkaca bir artırım veya indirim
maddesi uygulanmadığı halde, hüküm fıkrasının 6. bendinde sonuç olarak sanığın '9 yıl hapis ve 18000
Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına' karar verildiği belirtilmiştir. Yazım hatası sonucunda hürriyeti
bağlayıcı cezanın 9 ay eksik tayin edilmesinin basit bir maddi hata olarak görülmesi, kararın temyiz
edilmeksizin kesinleşmesi durumunda infaz sırasında mahkemenin 9 yıl hapis cezasını doğrudan 9 yıl 9 aya
çıkarmasını kabul etmek anlamına da gelecektir. Somut uyuşmazlıkta, Yerel Mahkemece sanık hakkında
5237 sayılı TCKnın 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması sırasında hürriyeti bağlayıcı cezanın '9 yıl
9 ay' olarak doğru bir şekilde belirlenmesine rağmen, sonraki bentte 'neticeten' ibaresi ile vurgulanmak
suretiyle '9 yıl hapis cezası' olarak sanık müdafiine tefhim edilmesi karşısında, yargısal kararın önemi ve
belirliliği, Anayasa ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve hukukî güvenliğinin korunması ilkeleri ile
birlikte değerlendirildiğinde, tefhim olunan sonuç cezanın mahkemenin gerçek iradesini yansıttığının
kabul edilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla hükmün yalnız sanık ve müdafii tarafından temyiz edildiği dikkate alındığında, sanık
hakkındaki hürriyeti bağlayıcı sonuç cezanın 9 ay eksik şekilde belirlenmesi hususunda, Özel Dairece
aleyhe düzeltme yasağına uygun olarak eleştiri yapılması ile yetinilmesi usul ve yasaya uygundur.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 29.11.2016 tarihli ve 1013-460)
-6
ÖZET: Sanığın satın aldıktan sonra binada herhangi bir inşai faaliyette bulunmadığı, dolayısıyla
Yerel Mahkemece araştırılacak başka bir husus da kalmadığı, bilirkişi raporu ile sanık savunması ve
tanık beyanlarında binanın imar kirliliğine neden olma suçunun yürürlük tarihinden önce yapıldığının
belirtildiği, buna göre kamu davasının zamanaşımına uğradığı ileri sürülebilir ise de 'suçta ve cezada
kanunilik' ile 'zaman bakımından uygulamaya' ilişkin hükümler göz önüne alındığında sanığın isnat
olunan eylemin işlendiği tarihte suç olarak düzenlenmemiş olması nedeniyle derhâl beraat kararı
verilmesi şartlarının gerçekleştiği, kanunun açık hükmü ve istikrar kazanmış yargısal uygulamalar
uyarınca derhâl beraat kararı verilmesi gereken bir hâlde de dava zamanaşımı nedeniyle düşme
kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 05.04.2016 tarihli ve 506-184 sayılı