-4
ÖZET: 1- 4721 sayılı TMKnın 405/1. maddesine göre kısıtlanıp kısıtlanmayacağı ve kısıtlanmasına
karar verildiği takdirde babası olan B. ile avukata vermiş olduğu vekâletnamenin de hukuki sonuç
doğurmaya elverişli olmayacağı gözetilerek, öncelikle vesayet makamı durumdan haberdar
edilip koşulları bulunduğu takdirde TMKnın 419. maddesi gereğince kendisine vasi tayin edilmesi
gerekirken, bu hususlar yerine getirilmeden sözü edilen vekâletnameye dayanılarak B.nin velayeten
ve A.nın da asaleten davaya katılmalarına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
2- TMKda dava izni kurumunun vesayet altına alınan kişinin malvarlığını koruma amacı taşıması,
1412 sayılı CMUKda yer alıp vesayet altına alınan kişinin maddi zarara uğrama ihtimalini doğuran
şahsi dava ve şahsi hak davasına CMKda yer verilmemesi ve CMKda davaya katılmanın mağduru
hukuken yükümlülük altına sokan ve malvarlığında artmaya ya da azalmaya yol açan bir niteliğinin
bulunmaması karşısında, vasinin, vesayet altına alınan kişi adına ceza davasına katılabilmesi için
dava izni almasına gerek bulunmadığı kabul edilmelidir.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar,
Suç tarihinde 20 yaşında olup hastane raporlarında zeka geriliği bulunduğu bildirilen katılan A.Ç.ye
yönelik ırza geçme suçundan açılan kamu davasında,
1- Katılan A.Ç.ye kanuni temsilci olarak vasi atanmasının zorunlu olup olmadığı, bu bağlamda
katılanın hak ve yetkilerini kullanmak üzere zorunlu vekil atanmasının yeterli olup olmadığı,
2- Vasi atanması gerektiği sonucuna ulaşılırsa, vasinin kamu davasına katılmak için dava izni almasının
zorunlu olup olmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından,
Suç tarihinde 20 yaşında olan katılan A.Ç.nin, T. Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen rapora
göre embesil, K. Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen rapora göre mental retarde, A. Devlet Hastanesi
tarafından düzenlenen rapora göre ise hafif mental retarde olduğu ve dosya içinde katılan A.Ç.nin
kısıtlandığına dair bir mahkeme kararı bulunmadığı,
Sanık G. B. hakkında, yolda gördüğü katılan A.yı sahibi olduğu berber dükkanına çay içmek için
çağırarak dükkanın arka kısmına götürüp fiili livata suretiyle ırzına geçtiği iddiasıyla kamu davası açıldığı,
Yargılamanın 07.06.2005 tarihli oturumunda, katılan A.nın babası olan katılan B.nin sanıktan şikâyetçi
olduğunu beyan ettiği, mahkemece aynı oturumda 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı
CMKnın 234/2. maddesi uyarınca katılan A... için vekil görevlendirilmesi talebinde bulunulduğu,
300 Kitabın diğer bölümlerindeki kararlarda kamu davasına katılmaya ilişkin hukuki açıklamalar bulunduğundan, tekrardan
kaçınmak adına bu kararın yalnızca özetine yer verilmiştir.
Katılanların 12.10.2005 tarihinde A. 2. Noterliğinin 00063 yevmiye numaralı vekaletnamesi ile Av.
K.B.B.yi kendi adlarına vekil tayin ettikleri, 17.11.2005 tarihinde de İ. Barosunca Av. P. Ö. A.nın katılan A.ya
vekil olarak görevlendirildiği,
Av. K.B.B. ile Av. P.Ö.A.nın, katılan A. adına 18.11.2005 tarihli oturuma iştirak ettikleri, bu oturumda
Av. K.B.B.nin mahkemeye sunduğu dilekçe ile katılanlar adına katılma talebinde bulunması üzerine
mahkemenin Av. K.B.B.nin katılanlar vekili olarak duruşmaya kabulüne karar verdiği, daha sonraki
oturumlara Av. P.Ö.A.nın iştirak etmediği,
12.12.2005 tarihli hükmün katılanlar vekili ve sanık müdafine tefhim edildiği,
Hükmün, katılanlar vekili Av. K.B.B. tarafından temyiz edildiği,
Anlaşılmıştır.
1- Katılan A.Ç.ye kanuni temsilci olarak vasi atanmasının zorunlu olup olmadığı, bu bağlamda
katılanın hak ve yetkilerini kullanmak üzere zorunlu vekil atanmasının yeterli olup olmadığı,
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için öncelikle kanuni temsilci olarak vasi ile
mağdura kanun gereği atanan vekilin ceza muhakemesindeki rol ve konumları belirlenmelidir.
Ceza muhakemesinin amacı, cezai uyuşmazlığı çözüme kavuşturarak maddi gerçeğe ulaşmaktır.
Maddi gerçeğe ancak kolektif yargılama sağlanarak ulaşılabilir. Kolektif yargılama, hükmün verilmesine,
iddia, savunma ve yargılama makamlarının birlikte katılmasını ifade eder. Kolektif yargılama yapmanın
metodu ise, hüküm verme faaliyetine katılacakların düşüncelerini karşılıklı olarak bildirmeleri suretiyle
bütün süjelerin birbirlerinin fikirlerini öğrenmeleridir. Mağdur da muhakeme evrelerinde diyalektik
yargılamanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunarak adil bir hükme ulaşılması için kendisine bağımsız
olarak kullanabileceği haklar tanınan bir ceza muhakemesi süjesidir.
Bu kapsamda mağdurun kovuşturma evresindeki hakları CMKnın'Mağdur ile şikâyetçinin hakları'
başlıklı 234/1-b maddesinde,
'1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme
4. Tanıkların davetini isteme,
5. Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren
suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma'
şeklinde sayılmıştır.
Bu hakları kullanmaya yetkili olan kişi, fiil ehliyetine sahip olan mağdurun bizzat kendisi ve varsa
atadığı vekildir. Fakat suçun mağdurunun ergin olup meramını ifade edemeyecek derecede malûl yahut
kendisini savunamayacak derecede akıl hastası olması durumunda fiil ehliyetsizliğine bağlı olarak bu
hakları kullanmasında sorun ortaya çıkacaktır.
Kanun koyucu esasen 5271 sayılı CMK ile meramını ifade edemeyecek derecede malûl yahut kendisini
savunamayacak derecede akıl hastası olan mağdur veya katılana özel bir önem atfederek haklarını etkin
bir şekilde korumak amacıyla, CMKnın 234/2 ve 239/2. maddeleri ile bu durumda olan mağdur veya
katılana istemleri aranmaksızın bir vekil görevlendirileceğini hüküm altına almıştır. Ancak CMKnın 234/2
ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin
Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 5. maddelerinde belirtildiği ve anılan Kanunun 239. maddesinin
tasarı gerekçesinde vurgulandığı üzere vekil görevlendirilmesinin temel şartı, bu kişilerin vekilinin
bulunmamasıdır. Öte yandan ergin olup kısıtlanmayan sağır veya dilsizler dışında bu kişilerin bir avukatla
tek başlarına vekâlet ilişkisi kuramayacakları da açıktır. O halde kanunda kastedilen, kanuni temsilcilerinin
bu kişileri temsilen bir avukat görevlendirmemiş olmasıdır. Bu itibarla malûl veya akıl hastası kişinin
kanuni temsilcisinin mağdur adına avukat görevlendirmiş olması durumunda artık CMKnın 234/2. ve
239/2. maddeleri uyarınca mahkemenin barodan avukat görevlendirilmesini istemesi mümkün değildir.
Görüldüğü üzere ancak kanuni temsilci tarafından vekil atanmaması durumunda ceza muhakemesine
kanun gereği iştirak edebilen baroca görevlendirilen vekilin temel amacı, malûl ya da akıl hastası ile
onun kanuni temsilcisine ceza muhakemesinde yardımcı olmaktır. Başka bir anlatımla, bu hukuki
yardım görevi, kanuni temsilcinin kanundan kaynaklanan yetkilerini bertaraf etmemektedir. Kanuni
temsilcinin malûl veya akıl hastasına vekil görevlendirdiği takdirde CMKnın 234/2 ve 239/2. maddelerine
göre barodan avukat görevlendirilmesi söz konusu olmayacağı gibi, kanuni temsilcinin malûl veya akıl
hastasına sonradan vekil görevlendirmesi halinde de mahkemenin talebi ile baro tarafından belirlenen
vekilin görevi sona erecektir.
Uyuşmazlık konusu itibarıyla mağdura kovuşturma evresinde tanınan 'kamu davasına katılma' ve
'davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma' hakları
üzerinde de durulmalıdır.
Katılma, ceza muhakemesinde mağduru, suçtan zarar göreni ya da malen sorumlu olanları koruma
araçlarından birisidir.
Katılma hakkı, niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardandır. Şahsa sıkı surette bağlı haklar
kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği,
başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Bu tür haklar
insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına
bırakılmamıştır.
Bu aşamada meramını ifade edemeyecek derecede malûl veya kendisini savunamayacak derecede
akıl hastası olan kişilerin davaya katılma usulünün nasıl olması gerektiği de 4721 sayılı Türk Medeni
Kanununun fiil ehliyetsizliğine ilişkin hükümleri çerçevesinde incelenmelidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun,
14. maddesi, 'Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur',
15. maddesi, 'Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan
kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz',
16. maddesi ise, 'Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça,
kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada
bu rıza gerekli değildir' şeklinde düzenlenmiştir.
Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinde temyiz kudreti kelimesinin karşılığını oluşturan 'ayırt etme
gücü', 4721 sayılı Medeni Kanunun 13. maddesinde, yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl
zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden
yoksun olmayan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu şeklinde açıklanmıştır. Öğretide genel olarak
ayırt etme gücü, 'kişilerin makul surette hareket edebilme, fiillerinin sebep ve sonuçlarını idrak edebilme
yeteneğine ayırt etme gücü denir' şeklinde tanımlanmaktadır.
Ceza muhakemesinde davaya katılma bakımından ayırt etme gücü ise, kişinin kamu davasına katılma
veya katılmamanın doğuracağı hukuki sonuçları algılayıp, makul bir seçimde bulunabilmesidir. Davaya
katılma bakımından ayırt etme gücü, mağdurun yaşı ve ayırt etme gücüne etki eden kişisel durumu
kadar, mağdura karşı işlendiği iddia olunan suçun özellik ve niteliği ile de ilgilidir.
Katılmanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı haklardan olması ve Türk Medeni Kanununun
anılan hükümleri birlikte gözetildiğinde, suçun mağduru olan kişi, ayırt etme gücüne sahip ise davaya
katılma veya katılmama noktasında iradesine bakılacak kişi mağdurun bizzat kendisi olup, gerek kanuni
temsilcisinin gerek baroca görevlendirilen vekilin bu konudaki beyanının bir önemi olmayacaktır. Ancak
suçun mağduru olan ergin kişi ayırt etme gücüne sahip değil ise, katılma ile ilgili kendisinin iradesinin
önemi bulunmamaktadır. Böyle bir halde, katılma konusundaki haklarını onun yerine kanuni temsilcisi
kullanabilecektir.
Diğer taraftan kanun yollarına başvurma hakkına sahip olan kişileri gösteren CMKnın 260/1.
maddesinde, mağdur veya suçtan zarar görenlerin kanun yoluna müracaat yetkisi davaya katılma şartına
bağlanmıştır. Bu sebeple şüpheli ve sanıklar bakımından müdafii ayrıca bir karara ihtiyaç kalmaksızın
kanun yoluna müracaat edilebilecekken, mağdur vekilinin mağdur adına kanun yoluna müracaat
edebilmesi ancak mağdurun katılan sıfatı almasına bağlıdır. Bunun yanında kanun, mağdur vekiline
doğrudan kısıtlı adına davaya katılmayı talep etme yetkisi de vermemektedir. CMKnın 261. maddesi
ile de avukatın, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla
kanun yollarına başvurabileceği belirtilmektedir. Maddede belirtilen avukat tabirine, baro tarafından
mağdurlara görevlendirilen avukatlar da dahildir. Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, baroca
atanan vekilin kanun yoluna başvurma yetkisini kazanması ancak kısıtlı mağdurun kanuni temsilcisinin
iradesine, başka bir deyişle davaya katılmasına bağlıdır.
Yapılan bu açıklamalardan sonra akıl hastası olan ergin kişinin, hangi hallerde kısıtlanabileceği, başka
bir deyişle kanuni temsilinin vasiye ne zaman bırakılacağı da açıklığa kavuşturulmalıdır.
4721 sayılı TMKnın 405/1. maddesinde 'Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen
veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan
her ergin kısıtlanır.' hükmü yer almaktadır.
Madde metninde kısıtlama sebebi olarak gösterilen sebeplerden akıl hastalığı, kişinin süreklilik
gösteren psişik rahatsızlığa duçar olması hali iken, akıl zayıflığı kronik alkol bağımlılığı örneğinde olduğu
gibi kişinin yaşam tarzı ile ilgili bir durumdur. Bu madde hükmüne göre ergin kişinin kısıtlanabilmesi
için akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, TMKnın 409/2. maddesi uyarınca resmî sağlık kurulu raporu ile
ispatlanmalıdır. Böylece akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olmayan kişilerin vesayet altına alınıp hukuki işlem
ehliyetinden yoksun kılınarak suistimal edilmelerinin de önüne geçilecektir. (Ahmet M. Kılıçoğlu, Aile
Hukuku, 2. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2016, s. 704)
Son olarak maddeye göre ergin kişinin kısıtlanabilmesi için, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle
işlerini görememesi veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gerekmesi ya da başkalarının
güvenliğini tehlikeye sokması gerekmektedir. Başka bir deyişle akıl hastası veya akıl zayıfı olan kişi, işlerini
görebiliyorsa yahut korunması ve bakımı için sürekli yardım gerekmiyorsa ya da başkalarını tehlikeye
sokmuyorsa kısıtlanamayacaktır.
Bu koşulların gerçekleşmesi halinde hakkında kısıtlama kararı verilen ergin akıl hastası veya akıl zayıfı
kişinin hukuksal işlem ehliyeti ortadan kalkacak ve kısıtlama kararı ile birlikte bu kişilerin şahıs ve mal
varlıklarının korunması ve yönetilmesi ile temsil edilmesi atanan vasiye geçecektir. (Ahmet M. Kılıçoğlu,
Aile Hukuku, 2. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2016, s.707)
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Hakkında Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kısıtlama kararı verilen, meramını ifade edemeyecek
derecede malûl yahut kendisini savunamayacak derecede akıl hastası ergin mağdurun, ceza muhakemesinde
sahip olduğu şahsına sıkı sıkıya bağlı davaya katılma ve buna bağlı olarak davayı sonuçlandıran kararlara karşı
kanun yollarına başvurma haklarını kendisi adına kanuni temsilcisinin kullanması gerektiği cihetle, katılan
A.Ç.nin T. Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen rapora göre embesil, K. Devlet Hastanesi tarafından
düzenlenen rapora göre mental retarde, A. Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen rapora göre ise hafif
mental retarde olması ve dosya içinde katılan A.Ç.nin kısıtlandığına dair bir mahkeme kararının bulunmaması
karşısında, 4721 sayılı TMKnun 405/1. maddesine göre kısıtlanıp kısıtlanmayacağı ve kısıtlanmasına karar
verildiği takdirde Av. K.B.B.ye babası olan katılan B.Ç. ile vermiş olduğu vekâletnamenin de hukuki sonuç
doğurmaya elverişli olmayacağı gözetilerek, öncelikle vesayet makamı durumdan haberdar edilip koşulları
bulunduğu takdirde TMKnun 419. maddesi gereğince kendisine vasi tayin edilmesi gerekirken, bu hususlar
yerine getirilmeden sözü edilen vekâletnameye dayanılarak B.Ç.nin velayeten ve A.Ç.nin de asaleten davaya
katılmalarına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının bu uyuşmazlık yönünden reddine karar
verilmelidir.
2- Kanuni temsilci olarak vasinin kamu davasına katılmak için TMKnın 462/8. maddesi uyarınca dava
izni almasının zorunlu olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık konusuna gelince,
Vasi, kural olarak kanuni temsilci sıfatıyla vesayet altındaki kişiye ait iş ve işlemleri yapma yetkisine
sahiptir. Ancak kanun koyucunun önem atfettiği bazı işlerde vasi serbest bırakılmamış, TMKnın 462.
maddesinde sayılan bu işlerin geçerliliği vesayet makamının iznine tabi tutulmuştur.
TMKnın 462/8. maddesi uyarınca izne tabi işlerden biri de 'dava açma'dır. 743 sayılı mülga Türk
Kanunu Medenisinde 'husumet' olarak adlandırılan 'dava açma', vesayet altındaki kişi adına davacı
sıfatıyla yargıya başvurulmasını ifade eder. Ayrıntıları Hukuk Genel Kurulunun 30.03.2005 gün ve 195-209
sayılı kararında da belirtildiği üzere, dava açma konusundaki izin şartı, vesayet altındaki kişinin çıkarlarını
korumak amacına yönelik olup hukuksal düzenlemeler çerçevesinde kazanılma şansı bulunmayan bir
davanın açılmasını ve böylece vesayet altındaki kişinin bu dava nedeniyle zarara uğramasını engellemek
için öngörülmüştür.
Vasinin vesayet altındaki kişi adına davacı olması durumunda vesayet makamı, davanın gerektirdiği
masrafları ve davayı kazanma şansını değerlendirip sonucuna göre dava açma izni hususunda kararını
verecektir. (August Egger, İsviçre Medeni Kanunu Şerhi, Aile Hukuku, Vesayet, Üçüncü Kısım, C.2, 1955,
Ankara, Çeviren: Volf Çernis)
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için Yargıtay Özel Dairelerinin, 1412 sayılı CMUK
döneminde uygulama birliği içinde vasinin ceza davalarında dava izni (husumet izni) alması gerektiğine
dair kararlarının gerekçesi üzerinde de durulmalıdır.
1412 sayılı CMUKnun 344. maddesinde Cumhuriyet savcısının dava açma yetkisine bir istisna
getirilerek, suçtan zarar gören kişiye faili cezaya çarptırmak ve kendi şahsi haklarını da temin etmek
üzere doğrudan doğruya dava açma yetkisi veren şahsi dava kurumu düzenlenmiştir. (Nurullah Kunter,
Adalet Dergisi, Y.35, S. 2, s. 147, 1944) Şahsi dava bakımından ehliyet konusunda kanun temyiz kudretini
yeterli görmemiş, ayrıca kişinin reşit olması ve kısıtlı bulunmaması şartlarını da aramıştır. Bunun sebebi
ise şahsi davacının şahsi hakkını isteyebilmesinin yanında dava sebebi ile zarara uğrama ihtimalinin de
bulunmasıdır. Kişinin kısıtlı olduğu hallerde ise şahsi dava açma yetkisi kanuni temsilciye aittir.
Anılan Kanunun 365. maddesinde ise kamu davasına katılma şartıyla suçtan zarar gören kişilerin
şahsi haklarını da isteyebilecekleri şahsi hak davası kurumu düzenlenmiştir. Bu dönemde kural olarak, bir
ceza davasında tazminata hükmedilebilmesi için, suçtan zarar gören davaya katılmalı, şahsi hak talebinde
bulunmalı, sanığın mahkûmiyetine karar verilmeli ve tazminat istemi davanın sonuçlandırılmasını
geciktirmemelidir. Suçtan zarar gören her şahsın CMUKnun 365 ve devamı maddeleri gereğince kamu
davasına müdahale yolu ile katılması mümkündür. Müdahale talebinin kabulü halinde şahsi davacının haiz
olduğu haklardan yararlanacak ve şahsi hak talebinde bulunabilecektir. Bu dava, öğretide kabul edildiği
üzere kamu davasından ayrı, onun içinde ve kamu davasıyla birleşmiş ayrı bir davadır. Müdahale yolu ile
açılan her dava, kamu davasının içinde ayrı hukuki varlığı olan, kural olarak yargılama usulü açısından
HUMKya (taraf ehliyeti, kabul, sulh, feragat, ispat yükü, deliller, istekten fazlaya hükmedilememesi gibi),
bazı yönleri ile de CMUKya (temyiz süresi, peşin harç yatırılmaması, layihaların teatisi prosedürünün
olmaması gibi) tabi olan müstakil bir davadır. Bu nedenle davaya katılmak isteyeninin davacı olma ehliyeti,
aleyhine şahsi hak davası açılan sanığın da davalı olma ehliyeti bulunmalıdır. HUMKnın 38. maddesi
uyarınca da dava ehliyeti, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümlerine göre tayin ve tespit olunacaktır.
Temyiz kudretinden yoksun olan kişilerin dava ehliyeti bulunmadığından, davacı veya davalı olarak ancak
kanuni temsilcileri vasıtayla davayı takip ve temyiz edebilirler. Gerek davalı gerekse davacının dava ehliyeti
bulunmaması durumunda yapılan usul işlemleri geçersiz olacağından, davayı takip ve sonrasında temyiz
edebilmeleri için 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 405/8. maddesi uyarınca kanuni temsilci atanmalı
ve adı geçenlerin maddi ve manevi zarara uğramaları ihtimaline binaen husumet izni aldırılmalıdır.
Bu aşamada 5271 sayılı CMKya göre katılmanın yapısı incelenmelidir.
5271 sayılı CMKda, suçtan zarar gören kavramı ile ilgili önemli değişiklikler yapılmış, şahsi dava
ve şahsi hak davası kurumlarına yer verilmemiştir. Tasarı gerekçesinde şahsi davanın kaldırılma sebebi
'şikâyetçi ve mağdura tanınan haklarla bunların hukuki durumlarının şahsi davacıya göre daha iyi bir düzeye
getirilmesi' şeklinde belirtilmiş, şahsi hak davasının kaldırılma sebebi ise tasarı gerekçesinde, 'özel hukuka
giren bir konu olduğu' olarak açıklanmıştır.
5271 sayılı CMKda mağduru, suçtan zarar göreni ya da malen sorumlu olanları koruma araçlarından
biri olarak öngörülen ceza davasına katılma, mağduru hukuken yükümlülük altına sokan bir işlem
olmayıp mağdurun haklarının korunması açısından da yararınadır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Türk Medeni Kanununda dava izni kurumunun vesayet altına alınan kişinin malvarlığını koruma
amacı taşıması, 1412 sayılı CMUKunda yer alıp vesayet altına alınan kişinin maddi zarara uğrama
ihtimalini doğuran şahsi dava ve şahsi hak davasına 5271 sayılı CMKda yer verilmemesi ve 5271 sayılı
CMKda davaya katılmanın mağduru hukuken yükümlülük altına sokan ve malvarlığında artmaya ya da
azalmaya yol açan bir niteliğinin bulunmaması karşısında, vasinin, vesayet altına alınan kişi adına ceza
davasına katılabilmesi için dava izni almasına gerek bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının bu uyuşmazlık yönünden kabulüne, Özel
Daire bozma kararından 've aynı Kanunun 462/8. maddesi uyarınca husumet izninin alınması' ibaresinin
çıkarılmasına karar verilmelidir.
Sonuç olarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının, katılan A. Ç.ye kanuni temsilci olarak
vasi atanıp atanmayacağının belirlenmesi gerekli olup, bu bağlamda katılan A. Ç.nin hak ve yetkilerini
kullanmak üzere zorunlu vekil atanması yeterli olmadığından reddine, katılan A. Ç.ye vasi atanması
halinde, vasinin kamu davasına katılabilmesi için dava izni alması zorunlu olmadığından kabulüne, Özel
Daire bozma kararından 've Aynı Kanunun 462/8. maddesi uyarınca husumet izninin alınması' ibaresinin
çıkarılmasına karar verilmelidir.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 04.07.2017 tarihli ve 145-359 sayılı