Deprem, Sel, Yangın, Salgın Hastalık Gibi Doğal Afetler Mücbir Sebep Sayılır

Başlatan Özgür KOCA, 22 Mart 2020, 18:16:50

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

avatar_Özgür KOCA
Hukuk Genel Kurulu         2017/90 E.  ,  2018/1259 K.


"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi


Taraflar arasındaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy (Kapatılan) 12. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.05.2012 gün ve 2011/559 E., 2012/424 K. sayılı karar davacı vekilince temyiz edilmekle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 gün ve 2012/15583 E., 2013/15516 K. sayılı kararı ile,

"...Davacı vekili, müvekkili şirketin Libya'daki -savaş nedeniyle- işçilerini bir an önce tahliye etmek istediğini, bedelini davalı tarafa peşin ödemek suretiyle davalıdan bir uçak kiralamış olduğunu, kiralanan uçağın gününde uçmadığı gibi, uçuş kartları teslim edilen davacı işçileri yerine başka bir şirket işçilerini Türkiye'ye getirdiğinden, taraflar arasındaki uçak kiralama sözleşmesinin müvekkilince derhal fesih edilerek, işçilerin Türk Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklarla tahliyesinin sağlanmış olduğunu, davalı tarafa ödenen bedelin iadesi talebini içeren icra takibine davalı tarafa yapılan haksız itirazın iptali ile takibin devamına, davalının alacağın %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, mücbir sebepler altında başka bir firmanın yolcularını tahliye ettiğini, akabinde yeni bir uçak hazır ettiğini, ancak davacı yolcularının bu uçağa binmediğini, davacının herhangi bir zararının doğmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamına, toplanan delillere ve düzenlenen bilirkişi raporuna göre, iç savaş sonrası ortaya çıkan karışıklığın mücbir sebep sayılması gerektiği, davacının sözleşmeyi feshinin haklı bir nedene dayanmadığı, davalının ikinci uçağı hazır ederek elinden geleni yaptığı, davacının herhangi bir zararının bulunmadığı gerekçesiyle, davacının davasının reddine ve davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, taraflar arasındaki sefer çarteri sözleşmesine dayalı olarak davalı tarafa ödenen bedelin iadesi talebini içeren icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin olup, yukarıda belirtilen gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir. Davalı şirketin sağladığı uçak ile taraflar arasında kararlaştırılan 23.02.2011 tarihli sözleşmede belirtilen hava limanına uçuşun yapılmış, ancak yolcu taşıma işinin gerçekleştirilmemiş olması sebebiyle, artık varış limanı olan Tripoli'yi de kapsayan Libya'daki iç savaşın taşıma sözleşmesinin 9. maddesinde sayılan mücbir sebep olarak kabulü mümkün değildir. Bu nedenle, davalı hava taşıma şirketinin sözleşmeyle kararlaştırılan 23.02.2011 tarihinde taşımayı gerçekleştirmemesi ve akabinde de anılan sözleşmenin davalı tarafça feshedilmesi nedeniyle, söz konusu fesih sözleşmeye aykırı ve haksız fesih olamayacağından, davalının ilk uçuşun gerçekleştirildiği 23/02/2011 tarihinde taşımanın yapılmaması nedeniyle kendisine bildirilen fesihten sonra 24/02/2011 tarihinde uçağını aynı yere gönderdiğinden bahisle taşıma ücretine hak kazandığından da söz edilemez. Mahkemece uyuşmazlığın bu çerçevede değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


HUKUK GENEL KURULU KARARI


Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, taraflar arasındaki hava çarter sözleşmesine dayalı olarak davalı tarafa ödenen bedelin iadesi talebini içeren icra takibine vaki kısmi itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı şirket ile 63.000 USD bedel karşılığında müvekkili şirketin Libya'da bulunan işçilerinin tahliyesi hususunda yapılan anlaşma gereğince 23.02.2011 tarihinde işçilerin Ankara Esenboğa Havalimanına getirilmesinin öngörüldüğünü, davalı tarafından gönderilen bilgiye istinaden Tailwind Havayollarına ait TC-TLA kuyruk numaralı Boing B737-400 tipi uçakla Ünal Akpınar Şirketi adına Libya hava kurumundan iniş ve kalkış için gerekli izinler alınmış olmasına rağmen kiralanan uçakla müvekkili şirketin işçileri dışında başka bir şirketin yolcularının Türkiye'ye getirildiğini, müvekkili şirketin yolcularının uçuş kartlarının 23.02.2011 tarihinde TWI 926 call sing numarası üzerinden almış olmasına rağmen Libya Tripoli havalimanında mahsur bırakıldıklarını, yaşadıkları eziyet ve moral bozukluğunun bir an önce giderilmesi için 24.02.2011 tarihinde taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilerek yolcuların Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklarla Türkiye gelmelerinin sağlandığını, bu nedenle davalı şirkete ödenen bedelin tahsili için icra takibi başlatıldığını, davalı tarafın kısmi itirazı üzerine takibin kısmen durduğunu ileri sürerek, haksız olarak yapılan kısmi itirazının iptali ile takibin devamına, davalının alacağın %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin mücbir sebepler nedeniyle başka bir firmanın yolcularını tahliye etmek zorunda kaldığını, akabinde davacı şirket yolcuları için de yeni bir uçak hazır ettiğini, ancak davacı yolcularının bu uçağa binmediğini, davacının herhangi bir zararının doğmadığını, yolcuların Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklarla bedelsiz olarak Türkiye'ye getirildiğini savunarak davanın reddine ve %40'dan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatının davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, iç savaş sonrası ortaya çıkan karışıklığın mücbir sebep sayılması gerektiği, davalının iyi niyetle edimini yerine getirmek üzere çaba gösterdiğinin sabit olduğu, davacının sözleşmeyi feshinin haklı nedene dayanmadığı, haklı nedenle sözleşmenin feshedilmediği dikkate alındığında sözleşme gereğince ödenen bedelin iadesinin de talep edilemeyeceği, davacının bir zararının da bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine; davacının icra takibinde kötü niyetli olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle de davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece ilk karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı şirketin sağladığı uçak ile taraflar arasında sözleşmede belirtilen hava limanına davacı şirketin işçileri dışındaki yolcuların taşınmış olması karşısında, Libya'daki iç savaşın taşıma sözleşmesinin 9'uncu maddesinde sayılan mücbir sebep olarak kabulünün mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının sözleşmeyi feshinin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı ve davalının taşıma ücretine hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere hava taşıma sözleşmesi, taraflardan birinin (taşıyıcı) hava aracı ile yolcu/bagaj ya da eşya taşımayı, diğer tarafın da (yolcu/gönderen) bunun karşılığında bir ücret ödemeyi kabul ettiği bir sözleşmedir.

Hava yolu ile yolcu taşıma sözleşmeleri bakımından yolcunun asıl borcu, taşıma ücretini ödemektir. Diğer bir borcu ise belirlenen sürede hava aracının hareket edeceği yerde hazır bulunmaktır. Taşıyıcının en önemli borcu ise taşımayı gerektiği gibi ve zamanında yapma borcudur. Taşıyıcının bu borcunu yerine getirerek yolcuyu varma yerine götürmesi için öncelikle hava seferini gerçekleştirmesi ve yolcunun sefere katılmasını sağlaması gerekmektedir.

Çarter sözleşmesi ise deniz hukukunun geliştirdiği bir sözleşme türüdür. Hava taşıma endüstrisinde çarter, geniş anlamda tarifesiz seferler için kullanılmaktadır. Çarter sözleşmesinde hava aracının tahsisi söz konusudur. Çarter sözleşmesi taşımanın üstlenilmesi ile taşıma sözleşmesi hüviyetini kazanır (Özdemir, A.: Hava Taşıyıcısının Sorumluluğu, Ankara, s.10). Taşıyıcı sıfatı da taşıma aracının tahsisi yanında taşımanın üstlenilmesi ile kazanılır.

Eldeki uyuşmazlığa uygulanacak hukuka gelince, yerel mahkemece ve taraflarca sıkça atıfta bulunulan Varşova Konvansiyonu, hava aracı ile ücret karşılığında yapılan bütün uluslararası insan, bagaj veya eşya taşımalarında uygulanır. Çarter sözleşmesinde taşıma taahhüt edilmediği, hava aracının taşıma kapasitesinin devri (tahsisi, bırakılması) söz konusu olduğu için taşıma sözleşmesi biçiminde ele alınamaz. Ancak çarter sözleşmesinde taşıma taahhüdü varsa, Varşova Konvansiyonu hükümleri uygulanabilecektir (Ülgen, H.: Hava Taşıma Sözleşmesi, Ankara 1987, s.31-32). Uyuşmazlığa konu sözleşmede ise davalı şirket tarafından yolcu taşıma taahhüdünde bulunulmasına karşın sözleşmede belirtilen taşıma gerçekleşmemiş, davacı da bir zararın tazminini değil, sözleşme nedeniyle peşin ödenen bedelin iadesi isteminde bulunmuştur. Varşova Konvansiyonunda taşıyıcının borcunu hiç yerine getirmemesinin sonuçlarına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle dava konusu çarter sözleşmesine Konvansiyon hükümleri uygulanmaz. Uyuşmazlığın çözümünde, taraflar arasında imzalanan hava çarter sözleşmesi hükümleri, borçlar hukukundaki emredici hükümlere aykırılık teşkil etmedikçe uygulanmalıdır.

Diğer taraftan geniş anlamda hukuki sorumluluk, "sözleşme sorumluluğu" ve "sözleşme dışı sorumluluk" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sözleşme sorumluluğunda, zarara sebep olan olayın öncesinde taraflar arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmakta ve sorumluluk bu sözleşme ilişkisinin ihlalinden kaynaklanmaktadır. Sözleşme dışı sorumlulukta ise taraflar arasında böyle bir ilişki bulunmamakta, hukuki ilişki zarar verici olayın gerçekleştiği anda doğmakta ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına verilen zarar nedeniyle sorumluluk söz konusu olmaktadır.

Uyuşmazlık konusu olayda taraflar arasında sözleşme ilişkisinin bulunduğu kuşkusuz dur. Bu nedenle borçlunun borçtan kurtulması için bir kurtuluş kanıtı getirmesi, diğer bir anlatımla borcun yerine getirilmemesinde kendisinin bir kusuru olmadığını, taşımanın yapılmamış olmasının umulmayan bir hâlden veya mücbir sebepten kaynaklandığını kanıtlaması gerekmektedir. Nitekim davalı taraf da sözleşme konusu taşımanın mücbir sebep nedeniyle gerçekleştirilemediğini, kendisinin bir kusuru bulunmadığını savunmuştur.

Bu noktada "mücbir sebep" kavramı üzerinde kısaca durulmasında fayda vardır.

Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582). Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.


Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi mücbir sebebin bir takım unsurları vardır. Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olaydır. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmalıdır. Mücbir sebep nedeniyle zarar veren, bir davranış normunu veya sözleşmeden doğan bir borcu ihlal etmiş olmalıdır. Yine mücbir sebep, davranış normunun ihlali ya da borca aykırılığın sebebi olmalı ve kaçınılmaz bir şekilde buna yol açmış olmalıdır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenemezlik kavramını da kapsar. Mücbir sebebin bir diğer unsuru ise öngörülmezliktir.

Taraflar arasındaki Hava Çarter Sözleşmesine bakıldığında da 9'uncu maddesinde mücbir sebep hâlinin düzenlendiği, maddede savaş ve isyanlar mücbir sebep olarak sayıldıktan sonra "...bu sebeplerin gerçekleşmesi durumunda hiçbir taraf ne diğer tarafa herhangi bir zarar, hasar ya da doğrudan ya da dolaylı olarak yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmediğinden ya da yerine getirmede geciktiğinden başka türlü nedenle yükümlü olacak, ne de bu olaylar işbu ÇartermSözleşmesinin herhangi bir ihlali sayılacaktır" denildiği görülmektedir.

Tüm bu açıklamalardan sonra somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde; öncelikle belirtmek gerekir ki uçağın hava limanına iniş ve kalkışında bir mücbir sebebin bulunmadığı konusunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Yerel mahkemece, davalının 24.02.2011 tarihinde hava limanında uçağı hazır etmiş olmasına karşın savaş şartlarında yaşanan kargaşa nedeniyle yolcuların uçuş kartları kontrol edilemeden davacı şirket çalışanları dışındaki başka yolcuların uçağa yerleştirildiği ve bu şekilde hareket etmek zorunda kaldığı, uçaklar hava limanına inmelerine karşın iç savaş koşulları nedeniyle hava yolu çalışanlarının yolcuların uçaklara alınması konusunda olağan zamandaki gibi çalışma ve denetimlerini sağlayamadıkları, mücbir sebebin sadece uçakların hava alanına iniş kalkışları ile sınırlı tutulmasının yetersiz olacağı vurgulanarak, bu noktada bir mücbir sebebin bulunduğu kabul edilmiş ise de dosya kapsamından davalı şirketin davacı şirket çalışanlarının biniş kartlarını 23.02.2011 tarihinde düzenlediği ve yolcu listesinin davalı şirkette bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar hava limanında bir kargaşa yaşanıyor olsa da taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin Libya'da zaten yaşanmakta olan iç savaş ve kargaşa nedeniyle davacı şirketin orada çalışan işçilerinin güvenli bir şekilde ülkelerine dönmelerini sağlamak üzere yapıldığı dikkate alındığında, hava limanında da bir kargaşa veya karışıklığın yaşanmasının öngörülemeyen bir durum olduğu söylenemez. Zira sözleşmenin düzenlendiği anda ülkede iç savaş ve kargaşa hali sürmekte olup, davalı şirketin iç savaş halini mücbir sebep olarak ileri sürmesi iyi niyetli bir davranış olarak değerlendirilemez. Davacı şirket işçilerinin biniş kartları dahi düzenlenmiş iken bu işçiler dışında başka yolcuların taşınmış olması, gerekli tüm önlemlerin davalı şirket tarafından alınmadığını, biniş kartları ve yolcu listesini kontrol etmeyen davalı şirketin kusurlu davrandığını göstermektedir.

Ayrıca, davalı şirket tarafından yeni uçağın 1-2 saat içerisinde hazırlandığı ileri sürülmüş ve mahkemece de bu şekilde kabul edilerek 1-2 saatlik gecikme nedeniyle sözleşmenin feshinin haksız olduğu kabul edilmiş ise de dosya kapsamından davacı tarafın işçilerini taşıması gereken uçağın 24.02.2011 günü saat 09:00'da Tripoli'den İstanbul'a başka şirketin işçilerini almak suretiyle hareket ettiği, sözleşmenin davacı tarafından aynı gün saat 12:36'da feshinden sonra davalı tarafın davacıya mail göndermek suretiyle yeni uçağın 24.02.2011 günü saat 18:25'de Tripoli'den kalkacağını bildirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda ilk uçuşla alternatif uçağın hazır olacağı zaman arasında yaklaşık 9 saatlik bir fark bulunmakta olup, davacının bu durum nedeniyle mümkün olan en kısa süre içerisinde işçilerini taşımak istemesi onların güvenliğini sağlamaya yöneliktir. Davalının savaş koşullarında düzenlenen sözleşme gereğince üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemesi nedeniyle davacının sözleşmeyi feshetmesi haklı sebebe dayandığı gibi davalının zamanında taşımanın yapılmaması nedeniyle kendisine bildirilen fesihten sonra 24.02.2011 tarihinde uçağını aynı yere gönderdiğinden bahisle taşıma ücretine hak kazandığından da söz edilemez.

Bununla birlikte, taraflar arasında kararlaştırılan uçuş tarihinin 24.02.2011 olmasına karşın Özel Daire bozma kararının beşinci paragrafının dördüncü satırında yer alan "...23.02.2011..." tarihinin maddi hataya dayalı olarak yazıldığı ve yine Özel Daire bozma kararının beşinci paragrafının dokuzuncu satırında "...davacı tarafça..." yazılması gerekirken maddi hata sonucunda "...davalı tarafça..." yazıldığı anlaşılmakla, sözleşme tarihi olarak belirtilen "23.02.2011" tarihinin bozma kararından çıkartılması, "...davalı tarafça..."nın "...davacı tarafça..." şeklinde düzeltilmesi gerekmiştir.

Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda açıklanan Özel Daire bozma kararının beşinci paragrafında yer alan maddi hataların giderilerek, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30'uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3'üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429'uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440'ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.06.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Hepsihukuk: Mobil Hesapmatik: Profesyonel hesaplamalar ve içtihat programı

İcra HesapMax: Masaüstü Bilgisayarlar için Hesap Programı

Benzer Konular (6)