NÜFUS BİLGİLERİNİN RIZA DIŞI KULLANILMASI--KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI

Başlatan Deniz034, 17 Ekim 2016, 18:36:19

« önceki - sonraki »
avatar_Deniz034

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO. 2014/4-1424
KARAR NO. 2016/842
KARAR TARİHİ. 22.6.2016



>ABONELİK SÖZLEŞMESİ GEREĞİ KİMLİK BİLGİLERİNİN VERİLMESİ--NÜFUS BİLGİLERİNİN RIZA DIŞI KULLANILMASI--KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİ--MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ



4721/m.24,25

818/m.49

ÖZET : Dava; kişilik haklarına saldırı nedeni ile tazminat istemine ilişkindir. Davacı ile davalı şirket arasında abonelik sözleşmesi bulunmakta olup; bu sözleşme kapsamında davacının nüfus bilgilerinin davalı Kuruma verildiği anlaşılmaktadır. Davalı Kurum ve avukatı, gerçek borçlusu dava dışı abonesi hakkında icra takibi yaparken, davacıya ait nüfus bilgilerini yasal olmayacak bir biçimde kullanarak davacının adresine ödeme emri çıkartılmasını sağlamakla, davacının kişilik haklarının zarar görmesine neden olduklarının kabulü gerekir. Zira, davacı abonman sözleşmesine uyulacağı yönünde kendisinde uyarılan güvene ( koruma yükümüne ) aykırı olacak şekilde meydana gelen davranış sonucu manevi zarara uğramıştır. Bu şekliyle, hem sözleşmeye aykırılık hem de haksız eylem unsurlarının bir arada gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Şu durumda; mahkemece, davalıların birlikte kusurları ile davacıya ait nüfus bilgilerinin onun rızası dışında icra takip dosyasında kullanılmasına neden olarak davacının kişilik haklarına saldırıda bulundukları sonucuna varılarak, uygun tutarda manevi tazminat ödetilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki "kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1.Tüketici Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.02.2013 gün ve E:2012/947, K:2013/83 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 19.09.2013 gün ve E:2013/11865, K:2013/14563 sayılı ilamı ile;

( ... Dava kişilik haklarına saldırı nedeni ile tazminat ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, 2008 yılında İzmir'e tayin olduğunu, yerleşim yeri adresini İzmir'e naklettiğini, aynı zamanda 1994 yılından beri de davalı T... AŞ nin abonesi olmasından dolayı kimlik bilgilerinin davalı kurumun bilgisi dahilinde bulunduğunu, kuruma borçlu olmamasına rağmen davalı kurumun diğer davalı avukatına kimlik bilgilerini verdiğini, onunda borçlu bir abone hakkında 2007 yılında başlattığı icra takip dosyasında kendisine ait kimlik bilgilerini rızası dışında kullanarak adresine borçlunun ismi ile ödeme emri gönderdiğini, tebligatı almadığını, ne var ki kimlik bilgilerinin rızası dışında icra dosyasında kullanılmış olduğunu, adresine icra dosyasından ödeme emri çıkartılmasının toplum içindeki kariyerine zarar verdiği gibi kişilik haklarına da saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalılar davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece, Borçlar Kanunu'nda manevi tazminat ödetilmesi gerekli hallerin sayılı olduğu, davacının adresine onun adına olmayan bir icra tebligatı gönderilmesinin manevi tazminat ödetilmesini gerektirmediği kanaati ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya arasındaki bilgi ve belgelerden, davacının, davalı kurumun abonesi olduğu ancak kuruma borçlu olmadığı konusunda taraflar arasında ihtilaf bulunmadığı anlaşılmaktadır. Şu durumda davalı kurumun, borçlu abonelerinin icra yolu ile takibi için kimlik bilgilerini avukatı ile paylaştığı, ancak kuruma borçlu olmayan davacının kimlik bilgilerini de davalı avukatı ile paylaşmasından dolayı onun kimlik bilgilerinin rızası dışında kullanılmasında kusuru bulunduğu sonucuna varılmalıdır. Davalı avukat, davacı ile gerçek borçlunun soy isimlerinin benzerliğinden dolayı kimlik bilgisini icra dosyasına zabıt katiplerinin hataen girmiş olabileceğini kabul etmiş ise de, 5490 sayılı Nüfus Kanunu 9. maddesi uyarınca nüfus bilgileri gizli olduğundan davacıya ait gizli nüfus bilgilerinin rızası dışında hiç ilgisi bulunmayan bir icra dosyasında kullanılmış bulunmasından dolayı kusurludur. Davacının, gizli nüfus bilgilerinin rızası dışında bir icra takip dosyasında kullanılmasından dolayı bir borç ve icra tehdidi altında olabileceği endişesi yaşadığı, kariyeri gereği bu endişenin kendisini fazlası ile rahatsız ettiği iç huzurunu kaçırdığı anlaşılmaktadır.

Şu durumda, davalıların birlikte kusurları ile davacıya ait nüfus bilgilerinin onun rızası dışında icra takip dosyasında kullanılmasına neden olarak davacının kişilik haklarına saldırıda bulundukları sonucuna varılarak uygun tutarda bir tazminat ödetilmesi gerekirken istemin tümden reddi doğru olmamış kararın bozulması gerekmiştir... ), Gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuş; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davacı vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıya ait nüfus bilgilerinin onun rızası dışında icra takip dosyasında kullanılmasına neden olunmasının davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı; burada varılacak sonuca göre, davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekip, gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Konuya ilişkin olarak;

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ( TMK ) 24. maddesinde; "Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır."

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun ( BK ) 49. maddesinde ise;

"Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir." hükümleri yer almaktadır.

Görüldüğü üzere, 4721 sayılı TMK'nun 24. maddesinde; hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırı karşısında, saldırılan kimseye hukuki koruma sağlanacağı, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu; 818 sayılı BK'nun 49. maddesinde ise, şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebileceği hükme bağlanmıştır.

TMK'nun 24. maddesi ile BK'nun 49. maddesinin incelenmesinde diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlı oldukları görülmektedir.

Hukuk Genel Kurulu'nun 09.04.1982 gün ve E:1981/4-56, K:1982/348 sayılı kararında da belirtildiği üzere, kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve kaynağını Anayasa'dan alan; yani Anayasa'nın teminatı altında bulunan mutlak bir haktır. Öte yandan, konunun sözleşme hukuku kapsamında değerlendirilmesinde yarar vardır. Bilindiği gibi, sözleşme ilişkisinden doğan yükümler, sadece asli ve yan edim yükümleriyle asli edime yardımcı olan ve asli edimin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesine hizmet eden yan yükümlerden ibaret değildir. Modern hukuk literatürü, söz konusu yükümler dışında ifa menfaatiyle ilişkisi olmayan ve fakat en az ifa menfaati kadar önemli ve onun yanında ikinci bir menfaati koruma ve tespit gereğini duymuştur. İfa menfaati yanında yer alan bu diğer menfaat "korunma menfaati'dir. Korunma menfaati, alacaklının mal ve şahıs varlığı değerlerinden oluşan menfaatlerin bütününü ifade eder. Bu itibarla koruma yükümleri, borç ilişkisinden doğan edim yükümleri ve bağımlı yan yükümlerin yanında yer alan ve fakat onlardan bağımsız bir kavramdır. Koruma yükümleri, sözleşme kurulmadan önce ve sözleşme müzakereleri safhasında mevcut olduğu gibi, edimin ifası sırasında da mevcuttur. Dolayısıyla bu yükümlerin hukuki dayanağı taraf iradeleri değil, kanundur ( Canaris, Ansprüche wegen "positiver Vertragverletzung" und "Schutz Wirkung für Dritte " bei nichtingen Vertraegen, Juristenzeitung 1965, s.476; Hukuk Genel Kurulunun 06.05.1992 gün ve E:1992/13-213, 1992/315 sayılı ilamı ). Tarafların ifa menfaati dışında kalan bu tür menfaatleri de sırf sosyal temas veya sözleşme ilişkisi nedeniyle zarara uğrama tehlikesine açık bulunmaktadır. Zira kurulmak istenilen bu sözleşme dolayısıyladır ki, taraflar temas imkanı bulmuş, birbirlerine yaklaşmış, aralarında özel bir bağlılık ve güven ilişkisi doğmuş ve böylece mal ve kişi varlığı menfaatleri, birbirlerinin eylem ve müdahaleleri ile zarara uğrama tehlikesine maruz kalmıştır. Koruma yükümlerinin dayanağı, TMK. m. 2/I'de düzenlenmiş bulunan "dürüstlük kuralı", başka bir deyişle, "güven ilkesi"dir ( Eren, Fikret: Borçlar Hukuk Genel Hükümler, Ankara 2015, s. 40 ).

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı T... A.Ş. arasında abonelik sözleşmesi bulunmakta olup; bu sözleşme kapsamında davacının nüfus bilgilerinin davalı Kuruma verildiği anlaşılmaktadır.

Davalı Kurum ve avukatı, gerçek borçlusu dava dışı abonesi hakkında icra takibi yaparken, davacıya ait nüfus bilgilerini yasal olmayacak bir biçimde kullanarak davacının adresine ödeme emri çıkartılmasını sağlamakla, davacının kişilik haklarının zarar görmesine neden olduklarının kabulü gerekir.

Zira, davacı abonman sözleşmesine uyulacağı yönünde kendisinde uyarılan güvene ( koruma yükümüne ) aykırı olacak şekilde meydana gelen davranış sonucu manevi zarara uğramıştır. Bu şekliyle, hem sözleşmeye aykırılık hem de haksız eylem unsurlarının bir arada gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Şu durumda; mahkemece, davalıların birlikte kusurları ile davacıya ait nüfus bilgilerinin onun rızası dışında icra takip dosyasında kullanılmasına neden olarak davacının kişilik haklarına saldırıda bulundukları sonucuna varılarak, uygun tutarda manevi tazminat ödetilmesi gerekirken istemin tümden reddi doğru değildir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da yukarıdaki ilave gerekçelerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 22.06.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.







T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO. 1981/4-56
KARAR NO. 1982/348
KARAR TARİHİ. 9.4.1982

DAVA VE KARAR : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:


Davacılar dava dilekçelerinde aynen ( ... Davalı Gülçin'in, darp ve hakaret suçlarından ötürü Kadıköy 3. Sulh Ceza Mahkemesinde aleyhine açtığı ceza davası sonunda beraet ettiklerini... ) ileri sürerek, davalının iftirası yüzünden bir yıl hasta hasta mahkemede sürünmeleri sonucu duydukları elem ve ızdıraba karşılık 100.000 lira manevi tazminatın tahsilini istemişlerdir.

Davalı cevap dilekçesinde ve diğer savunmalarında ( ... davacılara asla isnad ve iftirada bulunmadığını, sadece kendisinin dövülmesi ve hakaret edilmesi olayına iştirak ettiği için davacılar aleyhine Anayasa'dan doğma şikayet hakkını kullanmak suretiyle şahsi ceza davası açtığını, davacıların bu suçu işlediğine ilişkin kuvvetli kanıtlar bulunduğunu, ancak adı geçenlerin dava sonunda beraat etmiş olmasının manevi tazminat adı geçenlerin dava sonunda beraet etmiş olmasının manevi tazminat istemesine sebep teşkil etmiyeceğini... ) ileri sürmüş;

Yerel mahkeme ( ... davacıların müsnet suçları işlemediğini bile bile davalının davacıları tanıklık yapmaktan engellemek için haklarında sözü geçen ceza davasını açtığı ve böylece davacıları zararlandırmak amacıyla kasten hareket ettiği... ) gerekçesiyle davalıyı 15.000 lira manevi tazminata mahk–m etmiştir. Ancak bu hüküm Özel Dairenin yukarıya metni aynen alınan ilamıyla bozulmuş ve fakat yerel mahkeme, yukarıda anılan gerekçelere dayanarak eski kararında direnmiştir.

Görülüyor ki temyiz incelemesinde konu bu dava, Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince korunan kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle Borçlar Kanununun 49. maddesinden kaynaklanan bir manevi tazminat isteğine ilişkindir. Bilindiği gibi, kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve kaynağını Anayasa'dan alan, yani Anayasa'ını teminatı altında bulunan mutlak bir haktır. Ne var ki, bunun yanında yine kaynağını Anayasa'dan alan başka hak ve özgürlükler de vardır. Anayasanın 31. maddesinde, "Hak Arama Hürriyeti" olarak tanımlanan ve "yargı mercileri önünde hak arama, ihbar ve şikayet ve dava açma" özgürlüklerini de kapsayan haklar buna örnek olarak gösterilebilir. Hiç kuşku etmemek gerekir ki, sözü edilen bütün bu hak ve özgürlükler asla sınırsız değildir. Bir diğer anlatımla toplumda sulh ve huzurun gerçekleşmesi, adil bir dengenin kurulabilmesi için, bu Anayasal hakların gösterdiği özellikler itibariyle başkalarının hak ve çıkarlarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması ve ve genişletilmesi gerekir. Bu da, bütün haklarda olduğu gibi kişiliği korunmasının sınırsız olmadığını gösterir. BK. nun 49. maddesinde açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte, HUKUKA AYKIRILIK burada da sorumluluğun vazgeçilmez bir ögesidir. Hukuka aykırılık bir değer yargısıdır. Eylemin hukuka aykırılığı, davranış kurallarının çiğnenmesi ile ortaya çıkar. Burada değer yargısının belirlenebilmesinin ölçüsü olarak, hukuk kuralı gözönünde tutulur. Kişilik haklarının ihlali kural olarak hukuka aykırı sayılır. Ne var ki, tecavüz edenin, zarar görenin kişilik haklarına müdahalede bulunmak hususunda bir hakkı mevcut olduğu takdirde, ihlalin hukuka aykırılığı ortadan kalkacaktır. İşte bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesi, yani hukuki çıkarların ( yararların ) çatışması halinde çatışan çıkarlar arasındaki sınırın, MK.nun 1. maddesindeki ana kural uyarınca Hakim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir. ( Selim Kaneti - Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık Sorunu - Yayınlanmamış Doktora Tezi - 1964 - Sayfa 199 vd. ). Hakim, çatışan çıkarlar arasındaki bu sınırın MK'nun anılan maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken, Adalete uygun bir sonuca varması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş olan kıstaslardan da yararlanmalıdır. ( Hal–k Tandoğan - şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması - Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası - Cilt XX - 1963 sayı 4, sayfa 1-36 ) ( A.Egger - İsviçre Medeni Kanunu şerhi - Volf Çernis çevrisi - Cilt 1 Sahife 249 vd. ). Kabul olunan bu genel kıstaslara göre, kişilik haklarına vaki saldırının hukuka uygun sayılması için ( özellikle hak arama özgürlüğü söz konusu olan hallerde ), herşeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Bir başka söyleyişle, kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan açıklamalar, başkalarının ya da kamunun üstün çıkarlarını korumak amacıyla yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu açıdan zabıtaya ya da suçları kovuşturmaya yetkili makamlara yapılan ceza şikayetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili mer ciler nezdinde yapılan icra kovuşturmaları, açılan hukuk davala rı kural olarak hukuka aykırı değildir. Zira, hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada bir başkasının kişilik hakkı saldırıya uğramış ise, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himaye, başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkmalıdır. Hiç Kuşku yok ki, hukuken korunan varlıklar olarak haysiyet, şeref ve hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığından birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak, somut olaydaki nisbi kıymeti nazara alındıkta sırf bu tecavüz bakımından kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir ( Tandoğan - agm ). Ancak, bu sonuca ulaşabilmek, böyle bir değer yargısına varabilmek ve dolayısı ile tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın var olması asla yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
O halde bu aşamada, şikayet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının nasıl ve ne şekilde tesbit olunabileceği konusu üzerinde de kısaca durulmasında büyük yarar vardır.

Yukarıda da ana hatları ile değinildiği veçhile şikayet hakkı, muhakkak surette ( amaca uygun ) olarak kullanılmış olmalıdır. Amaca uygunluk, öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan ihbar ve şikayet, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmış ise, amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak, bu hak ( öz çıkarın korunması ) yerine, şekli görüntüsünden yararlanılarak başka bir çıkar sağlamak, başkasını zarara uğratmak için kullanılmış ise, artık hukuka uygunluk söz edilemiyecektir. Çünkü, hak ve özgürlüklerin amacından saptırılarak, kişinin şahsiyet alanına müdahale iyi niyet kurallarına ( MK.2 ) ters düşen bir davranıştır. Öte yandan, şikayet ya da dava açma hakkı amaca uygun olsa, yani öz çıkarın korunması amacına yönelik bulunsa dahi yine de bu hak uygun araçlarla kullanılmalıdır. Daha açık bir anlatımla, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Zira, salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar uydurma olan ceza şikayeti ve ihbar hukuka aykırı bir davranış niteliğindedir. Ağır sonuçları olan şikayetin yapılmasında ve ceza davası açılmasından önce özellikle ihbar, şikayet ve davanın temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gerektiği düşünülerek, bu kanıtların var olup olmadığının araştırılıp soruşturulması, bu konda hafiflikle ve acele ile davranılmaması, uzak ihmallere göre hareket edilmemesi gerekir. Aksi halde amaca varmak için uygun araç seçilmemiş olur ki, bu da hakkın kötüye kullanıldığının tartışmasız delili sayılır ( Kaneti - age - 199 vd. ). Gerçek olaylara dayanılıp dayanılmadığının tesbiti, maddi delillerin takdiri suretiyle mümkün olacaktır. Ancak aşırı davranılıp davranılmadığını tesbit, her zaman, özellikle de ağır ihmal ( taksirli davranış ) halinde aynı kolaylıkla mümkün değildir. Tandoğan'ın belirttiği gibi herkes hemcinslerine karşı insanlık haysiyetine yakışır, uygun bir tarzda hareket etmelidir. Karşısına kişilik haklarını alarak, bir çıkarını öne süren kişi, asgari ölçülerde hemcinsinin kişiliğini de düşünmek zorundadır. Aşırı davranış bir ihmalin sonucu da olsa hukuka uygunluktan söz etmek mümkün olmamalıdır. ( Tandoğan - agm. ). Gerçek bir olay karşısında bulunan hallerde dahi, elinde hiç bir isbat vasıtası ( delil ya da emare ) olmayan kişinin tahmine ve zanna dayanarak veya vasat bir kişinin dahi yetersizliğini tartıp takdir edebileceği kanıtlara dayanarak şikayet hakkını kullanması, aşırı bir davranış olarak hukuken korunmamalıdır. Ne var ki, benzer olaylarda kişinin kusurlu davranışı, BK. nun 49. maddesinin espirisine uygun olarak ( ağır ihmal ) derecesinde olmalıdır.

Şu açıklamaların ışığı altında somut olay incelendikte, davalının davacı aleyhine açmış olduğu ceza davası dolayısıyla şikayet hakkını kötüye kullanmadığı anlaşılacaktır. şöyleki;

1 - Olay günü taraflar arasında çıkan bir kavga nedeniyle Reyzan, Ali Cemal ve Abidin Arslan adlı kişilerin davalı Gülçin aleyhine ve davalı Gülçin'in de, aralarında davalı Saadettin de bulunduğu, Abidin, Rezzan, Cemal Arslan ile Sema Danlı, Semih ve Samiye Ataezgin ve Asude Arslaner aleyhlerine darp ve hakaret suçlarından dolayı ayrı ayrı şahsi dava açmışlardır.

2 - Davalı Gülçin'in kendi adına asaleten küçük oğlu Murat'a velayeten açtığı bu şahsi davada kanıt olarak ( C.Savcılığının hazırlık soruşturması ile ilgili dosyaya ve ayrıca isimlerini bildireceği tanık ifadelirine vs. delillere ) dayanmış ve bilahare verdiği tanık listesine göre, Muzaffer Bozkurt, Zeki Erciyaş, Nimet Ünlü, Nahide Dede, Haşmet Olgaç ve şefika Çetinkaya adlı kişilerin tanık olarak dinlenmelerini istemiştir.

3 - Ceza Mahkemesi tarafların açmış bulunduğu kişisel ceza davalarını birleştirerek tarafların tanıklarını dinlemiş ve sonuçta, davacıların davalı Gülçin'e karşı müessir fiilde bulunmadığı zira Gülçin i dövenin sanık Rezzan olduğu sonucuna vararak davacıların beraetine karar vermiştir.

4 - Ceza davasında dinlenen taraf tanıklarının beyanlarından ve özellikle davalı Gülçin'in ikame ettiği tanık Nimet Ünlü'nün talimatla alınan 27.4.1978 günlü ifadesinden ( ... bütün sanıkların davalı Gülçin'e hücum ettikleri saçından ve başından tutup sürükledikleri çocuğuna piç diye hakaret ettikleri ve bilahare olay yerine gelen Muzaffer adlı kişinin davalı Gülçin'in kurtardığı... ); tanık Nahide Dede'nin beyanından da ( ... olay günü sanık Ali Cemal'in davacı Gülçin'in ikizlerinden bir tanesini dövdüğü ve onun bağırması üzerine davalı Gülçin'in aşağıya indiği, sanıkların kaçtığı, ancak aşağıda kendisini bekleyen sanık Abidin ile karısı Rezzan'ın davalı Gülçin'i tutup dövdükleri... sonradan diğer sanıklar Saadet Öztermiyeci ile Semih ve Sema'ın da Gülçin'i kurtardığı... ); tanık bilahare tanık Muzaffer'in gelerek davalı Gülçin'i kurtardığı... ); tanık Muzaffer ve Haşmet Olgaç ın da ifadelerinden, bu tanık ifadelerini, olay zikretmek suretiyle teyit ve takviye ettikleri açıkça anlaşılmaktadır. Kaldı ki dinlenen savunma tanıkları dahi olay günü taraflar arasında bir kavga cereyan ettiğini söylemişlerdir. Görülüyor ki davalı Gülçin'in iddiası doğrultusunda, dövüldüğüne ilişkin olarak rapordan başka sair kuvvetli şahadet te mevcuttur. Bu kanıtların varlığı davalı Gülçinin davacılar hakkında kişisel ceza dava acması için yeterlidir. Davacıların rüşet edilen ceza davası sonunda beraet etmiş olmaları olgusu ise, tamamen yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesine ilişkin olup olayımızda ve özellikle çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacılar lehine değerlendirilecek nitelikte bir sebep teşkil etmez. Esasen bir beraet kararı, hiç bir zaman şikayet hakkının kişilik haklarına zarara verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olamaz. Yargıtay Özel Dairesinin istikrar kazanmış uygulamaları ve yukarıda anılan bilimsel görüşler bu doğrultudadır. Genelleşmiş olan kıstaslar esas alındıkta, kişinin gerçek bir olaya dayanan iddiasını kısmen ya da tamamen doğrulayacak kanıtlara dayanarak ( ki bu kanıtlar dava açılması ve mahk–miyet için yeterli olmasa dahi ) resmi mercilere bildirmesini ya da ceza davası açmasını uygulama ve doktrin hukuka uygun bir davranış olarak kubul etmekte ve bu davranışı ( hak arama özgürlüğü ) kapsamında mütalaa eylemektedir. Esasen aksi görüşü kabul, yani her ihbar ve şikayetin yapılabilmesini ve ceza davası açılabilmesini her halükarda mahk–miyet için yeterli delil ikamesine bağlı tutmak ve özellikle delillerin takdiri sonucu beraet halinde de şikayetçi ya da davacıyı manevi tazminat tehdidi altında bırıkmak, hak arama özgürlüğünü, tahammül edilemez derecede sınırlamak ve kişilik hakları karşısında bu özgürlüğü yok etmek olur ki, böyle bir kabul, yorum ve uygulama herşeyden önce MK.nun yukarıda niteliği açıklanan 1. madde si hükmüne ve Anayasa'nın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak güttüğü amaca ters düşür. Zira, insanın Anayasa ile sağlanması amaçlanan özgürlük ortamında yaşaması, gelişme ve faliyet göstermesi, ona verilmiş görevleri yerine getirebilmesi için gerekli olan özgürlükler, yasal yollardan kullanıldığı ölçüde kısıtlanamaz ve hiç kimse bu özgürlüğü kullandığı tazminatla sorumlu tutulamaz. Öyle ise, kanıtlara dayanılarak vaki bir şikayet ya da açılan bir ceza davası sonunda verilen beraet kararı, mücerret o şikayet veya davanın hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz. Haksız şikayet ya da haksız ceza davası açıldığı hukuki sebebine dayanan manevi tazminat davalarında şikayet ya da dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, bir diğer ifade ile şikayetin veya davanın hukuka aykırı olup olmadığı sorunu ancak ve sadece şikayetçinin veya davacının şikayetine dayanarak yaptığı kanıtların hukuk hakimi tarafından değerlendirilmesi ile hallolunmalıdır. Ceza Hakiminin delilleri takdir konusundaki kanaat ile hukuk davasına etkili değildir.
Sonuç olarak, davacının suçsuz olduğunu bildiği halde onu zararlandırmak amacıyla dava ettiği hiçbir veçhile sabit olmadığı bir yana, davacı aleyhine çok kuvvetli kanıtlara dayanarak dava açtığı yukarıda belirtilen tanık ifadeleri ile gerçekleşmiş ve böylece davalının değil kasti bir davranışı, manevi tazminatla sorumluluğu için aranması gerekli ağır ihmali dahi gerçekleşmemiştir. O halde, Özel Daire bozma ilamına uyulmak gerekirken, eski kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır; direnme kararı bu nedenlerle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalının temyiz itirazlarının kabulü ile direme kararının yukarıda gösterilen sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ), oyçokluğu ile karar verildi.
''Adalet suçu suçluyu değil, sonuna kadar masumiyeti aramaktır''

Benzer Konular (5)