YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 25.09.2018 tarihli ve 643-368 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:59:55

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

5411 SAYILI BANKACILIK KANUNU
KARARLAR
-1
ÖZET: Katılan bankada şube işlem yetkilisi olarak görev yapan ve kasa hesabını kullanarak
muhasebe ve müşteri hesaplarına fiş kesme, EFT ve havale benzeri elektronik para transferi girişleri
yapma yetkileri olan sanığın 06.11.2008- 13.07.2009 tarihleri arasında kendisine ait sicil ve şifre ile
şubenin TL ve döviz cinsinden müteferrik hesapları üzerinden, borç-alacak kayıtları oluşturmak, aynı
döviz cinsinden hesaplar arasında bakiye taşımak, farklı döviz cinsinden olan muhasebe hesapları
arasında arbitrajlar gerçekleştirmek ve yaptığı işlemlere gerçek işlem görüntüsü vermek amacıyla
bu işlemlere ilişkin dekontlar üzerinde sık gerçekleştirilen benzer işlemlerde kullanılan birtakım fiktif
açıklamalar yapmak suretiyle gerçekleştirdiği çok sayıda işlem ile müteferrik hesaplarda bulunan
paraları önce kasa hesabına, buradan da kendisine ait banka hesaplarına aktararak toplam 232.799
TL’yi zimmetine geçirmesi şeklindeki eylemlerinin, zimmetin ilk bakışta olağan ve basit bir iç denetim,
araştırma veya karşılaştırma suretiyle, kesin bir biçimde ortaya çıkarılmasını önleyebilecek nitelikte
bulunmamaları nedeniyle basit zimmet suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın eyleminin basit zimmet suçunu mu yoksa nitelikli zimmet
suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından,
Sanık T.B.’ninn Akbank T.A.Ş.’nin İ. B. Kurumsal Şube Müdürlüğünde işlem yetkilisi (Yönetici 2) olarak
çalıştığı,
Akbank T.A.Ş.’nin İ.B. Kurumsal Şube Müdürlüğünde operasyon yöneticisi olarak çalışan Ş.G.K.’nin
(Yönetici), olayın ortaya çıkış sürecini aktardığı ve müfettiş S.Y.’ye hitaben yazdığı 25.09.2009 tarihli
dilekçesinde özetle, sanığın, şubeye ait müteferrik hesaplar üzerinde borç ve alacak kayıtları yarattığını,
yapılan işlemlere ilişkin bu kayıtlara bir takım açıklamalar düştüğünü, bu şekilde verilen borç kayıtlarını
tahsil ederek tasfiye etmesini sanıktan istediğinde, yanlış verilen kayıtlar olduğunu söyleyerek
düzelteceğini belirtmesine rağmen bir düzeltme yapmadığını, bunun üzerine muhasebe ile ilgili olarak
sanık tarafından verilen son kayıt fişini kontrol ettiğinde düzeltilmesini istediği kayıtların ... numaralı CHF
(İsviçre frangı) hesabın borcu ile kapatıldığını, 2008 Ocak-2009 Haziran ayları arasında hiçbir hareket
görülmeyen ve CHF 12 bakiye veren bu hesabın 2009 Temmuz ayında aniden CHF 57.065 bakiye verdiğini
gördüğünü, durumu sanıktan sorduğunda net bir cevap alamaması ve kendisini yanlış yönlendirmeye
yönelik cevaplar vermesi üzerine şüphe duyduğunu, sanığın şube dışında bulunduğu bir sırada ilgili
hesaba ilişkin kendisinin tuttuğu kayıtları incelediğini, 06.11.2008 tarihli fişe baktığında sanığa ait S.
Şubesindeki hesaba alacak kaydedildiğini görüp fişin bir fotokopisini alarak durumu ilgili şube yöneticisi
ile de paylaşarak olayı teftiş kuruluna götürdüğünü, kontrol faaliyetlerinin etkinliği nedeniyle sanığın,
aktif olarak kullanılmayan ve kendisi dışındaki personelin sorumluluk alanı içinde olmayan hesaplara
yönelmek zorunda kaldığını, etkin kontrol faaliyetleri sayesinde ortaya çıkarılabilen bir suistimal hâlinin
söz konusu olduğunu beyan ettiği,
Akbank T.A.Ş. Teftiş Kurulu Başkanlığının 02.10.2009 tarihli ve .../... sayılı soruşturma raporunda
özetle, şube işlem yetkilisi görev tanımları çerçevesinde kasa hesabını kullanarak muhasebe ve müşteri
hesaplarına fiş kesme, EFT ve havale benzeri elektronik para transferi girişleri yapma yetkilerine sahip olan
Batı Kurumsal Şubesinde İşlem Yetkilisi olarak görev yapan sanık T. B.’nin, şubeye ait muhasebe hesapları
altında kayıtlar oluşturarak toplam 232.800 TL’yi kasaya aktardığının, bu kasadan da S. Şubesi’ndeki ya da
diğer bankalardaki şahsi hesaplarına gerçekleştirdiği havale/EFT’ler ile zimmetine geçirdiğinin, muhasebe
hesapları üzerinde gerçekleştirdiği suistimal nitelikli işlemlerini bakiye taşıyarak, parçalara bölerek, efektif
alımlar sonucu döviz hesapları arasında paylaştırarak, bakiyeleri arbitrajlarla taşımak suretiyle ya da bazı
durumlarda taşıma işlemlerini zimmet işlemleri ile aynı günlerde gerçekleştirerek gizlemeye çalıştığının,
ayrıca sanık tarafından imha edildiği anlaşılan bir kısım dekontların sistemden yeniden üretildiklerinin
belirtildiği, rapora bahsi geçen işlemlere ilişkin kayıtların birer suretlerinin de eklendiği,
Akbank T.A.Ş. vekilinin 30.10.2009 tarihli dilekçe ile Ş. Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar ve şikâyette
bulunması üzerine başlatılan soruşturma sonucunda, sanığın 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160/1-2
ve TCK’nın 43, 53 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
Akbank T.A.Ş.’nin 28.01.2010 tarihli ve 2010/142 sayılı yazısında, Akbank T.A.Ş. Batı Kurumsal Şubesi
Şube İşlem Yetkilisi (Yönetici 2) olan sanığın gerçekleştirdiği işlemlerin görev ve sorumluluğunda
olduğunun, şube işlem yetkilisi görev tanımı çerçevesinde kasa hesabı kullanarak muhasebe ve müşteri
hesaplarına fiş kesme, EFT ve havale benzeri elektronik para transfer girişleri yapma yetkisi bulunduğunun
bildirildiği,
Banka emekli başmüfettişi bilirkişi tarafından düzenlenen 08.03.2010 tarihli raporda özetle, Akbank
T.A.Ş.’nin Batı Kurumsal Şubesinde şube işlem yetkilisi unvanı ile görev yapan sanığın, kendisine ait sicil
ve şifre ile geçici muhasebe hesaplarını kullanarak kayıtlar oluşturduğu ve bu kayıtlar ile yarattığı paraları
kasa hesabına aktardığı, kasa hesabından da kendisine ait S... Şubesindeki hesaba 50.547 TL, Finansbank
A.Ş. K. Ç. Şubesindeki hesaba 169.544,50 TL, Yapı Kredi Bankası A.Ş. kredi kartına 12.708 TL olmak üzere
toplam 232.799,50 TL’yi aktarmak suretiyle zimmetine geçirdiğinin, gerçekleştirilen bu fiillerin sanığın
bankadaki pozisyonu ve görevi itibarıyla kanunda 'görevi nedeniyle kendisine devredilmiş olan veya
koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan' şeklinde ifade edilen personelden olması nedeniyle para
veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların zimmeti suçunu oluşturacağı, sanığın
usulsüz işlemlere ait çok sayıda dekontu imha etmesinin, dekontlar üzerine işlemler ile alakası olmayan
ancak gerçek işlem görüntüsü vermek için 'Akbank Kom., L/C Kom. Forward, Tashih...' vb. fiktif açıklamalar
yapmasının ve muhasebe hesapları arasında TL/Yabancı para cinsinden işlemler yapmasının zimmet
suçunun ortaya çıkmasını önlemek amacıyla gerçekleştirilen hileli davranışlar olduğunun bildirdiği,
Banka zararının giderilmesine yönelik olarak sanığın, 10.000 TL ve 16.000 TL olmak üzere toplam
26.000 TL ödemede bulunduğu, ayrıca ekspertiz raporuna göre 160.000 TL değerinde olup 102.523 TL
kredi borcu bulunan kendisine ait taşınmaz üzerinde 2. derece banka ipoteği tesisine rıza gösterdiği,
Sanığın soruşturma ve kovuşturmada suçlamayı kabul ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle 'zimmet' ve 'zimmete
geçirme' kavramları ile zimmet suçunun ceza kanunlarımızdaki yeri ve tarihsel gelişimi üzerinde
durulması gerekmektedir.
Arapça bir sözcük olan zimmet, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, 'üstünde olan şey','kurum ve kuruluşlarda
çalışanlara veya para işleri ile uğraşan görevliye imza karşılığı teslim edilen para veya eşya','bir kimsenin yasal
olmayan yollardan üzerine geçirip ödemeye zorunlu olduğu para' şekillerinde tanımlanmıştır.
Zimmete geçirme ise, 'suç konusu mal üzerinde, malikmiş gibi tasarrufta bulunmayı' ifade eder. Bu
tasarruflar, suç konusu şeyin mal edinilmesi, amacı dışında kullanılması, tüketilmesi şeklinde oluşabileceği
gibi bir başkasına satılması, verilmesi şeklinde de gerçekleşebilir.
Zimmet suçu, ilk olarak mülga 765 sayılı TCK’nın 202. maddesinde düzenlenmiş, buna göre 202.
maddesinin 1. fıkrasında basit zimmet suçu, 2. fıkrasında ise eylemin 'dairesini aldatacak ve fiilin açığa
çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş olması' hâlinde nitelikli
zimmet suçunun oluşacağı hükme bağlanmıştır.
3182 sayılı Bankalar Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde, banka personelinin bankanın mal
varlığını temellüke yönelik eylemleri ile ilgili olarak istisnai bir düzenleme bulunmaması nedeniyle failin,
233 Sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında KHK’nın ekinde yer alan listedeki bankalardan birinin
mensubu olması durumunda, 399 Sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi
Hakkındaki KHK’nın 11. maddesinde yer alan 'Teşebbüslerin ve bağlı ortaklıkların paralarına ve para
hükmündeki evrak ve senetlerine ve diğer mevcutlarına karşı işledikleri suçlar ile bilanço, tutanak, rapor ve
benzeri her türlü belge ve defterleri üzerinde işledikleri suçlar ile ifa ettikleri görevlerinden doğan suçlardan
dolayı memur sayılarak haklarında Türk Ceza Kanununun 2 nci kitap üçüncü ve altıncı baplarındaki hükümler
uygulanır.' düzenleme gereğince eylemi gerçekleştiren banka personeli 765 sayılı TCK’nın uygulanması
bakımından devlet memuru sayılmakta ve fiilin 765 sayılı TCK’nın 202. maddesinde düzenlenen 'zimmet',
eylemi gerçekleştiren banka personelinin bu listede yer almayan özel bir bankanın mensubu olması hâlinde
ise fiilin 765 sayılı TCK’nın 510. maddesinde düzenlenen 'hizmet nedeniyle emniyeti suistimal' suçunu
oluşturabileceği yargısal kararlarla kabul edilmiş ve bu yöndeki uygulama da tereddütsüz sürdürülmüştür.
Gerek kamu bankaları gerekse özel bankalar olsun her ikisinin de yürüttükleri faaliyetin kamudan fon
toplamak ve bu fonları kendileri veya kamu adına kullanmak olduğunu, bu açıdan bakıldığında zimmet
suçunun doğurduğu sonuçlar yönünden kamu ile özel bankalar arasında herhangi bir fark bulunmadığını,
kamu ve özel banka çalışanları arasındaki bu eşitsizliği dikkate alan ve zimmet suçunun banka mensupları
tarafından banka varlıklarına karşı işlenmesi durumunda özel bir düzenlemeye gereksinim duyan kanun
koyucu, bu amaçla 23.06.1999 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga 4389 sayılı
Bankalar Kanunu’nun 22. maddesinin 3. fıkrasıyla bankacılık zimmeti suçunu mülga 765 sayılı TCK’nın
202. maddesi ile uyum gösterecek şekilde ayrıca düzenlemiştir.
25.11.2000 tarihli ve 24241 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun ile
T.C. Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası ile Türkiye Emlak Bankasının özel hukuk statüsüne tabi anonim
şirket haline dönüştürülmesi sonucu kamu ve özel banka ayrımına ve adı geçen banka mensuplarının
banka malını temellük eylemleri nedeniyle kamu görevlisi gibi cezalandırılmalarına son verilerek, bu
kişilerin de 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabi olacakları kabul edilmiştir.
Zimmet suçu, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 247. maddesinde
düzenlenmiş, buna göre 247. maddesinin 1. fıkrasında basit zimmet suçu, 2. fıkrasında ise eylemin 'Suçun,
zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi' hâlinde nitelikli zimmet
suçunun oluşacağı hükme bağlanmıştır.
Bu Kanun’dan sonra 01.11.2005 tarihli ve 25983 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren ve hâlen yürürlükte bulunan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde de ceza
yaptırımı (miktarı) dışında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na benzer bir düzenleme öngörülerek, bankacılık
zimmeti suçu ayrıca düzenlenmiştir.
Bu aşamada, gerek mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu, gerekse 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda
yer alan bankacılık zimmeti suçunun konusu ve unsurları üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Bankacılık zimmeti suçu, mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 'Adli Suç ve Cezalar' başlıklı 22.
maddesinin 3. fıkrasında,
'Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi
olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair
varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi
bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı aldatacak ve fiilin
açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmişse faile oniki yıldan aşağı
olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca meydana
gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece re’sen ödettirilmesine hükmolunur. Zararın kovuşturma
yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş
ise üçte bir oranında indirilir.' şeklinde,
01.11.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve hâlen yürürlükte bulunan 5411
sayılı Bankacılık Kanunu’nun 'zimmet' başlıklı 160. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında ise,
'Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para
veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da başkasının zimmetine geçiren
banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne
kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler.
Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde faile on
iki yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası verilir, ancak, adli para cezasının
miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olamaz. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi hâlinde
mahkemece re’sen ödettirilmesine hükmolunur...' şeklinde,
Düzenlenmiştir.
Mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22. maddesinin 3. fıkrasında yazılı zimmet suçunun maddi
konusunu, banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensuplarının görevleri dolayısıyla
kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait
para veya sair varlıklar oluşturmaktayken, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde yazılı suçun
maddi konusunu ise görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle
yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak, senetler ve diğer mallar oluşturmaktadır. 4389
sayılı Bankalar Kanunu’nda bu suçun maddi konusunu oluşturacak malın bankaya ait olması aranırken,
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda bu şarta yer verilmemiş olup malın zilyetliğinin faile görevi nedeniyle
devredilmiş olması yeterli görülmüştür.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesine göre, mal, para veya evrak ya da senedin failin
görevi gereği zilyetliğine devredilmiş olması veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olması gerekir. Failin
zilyetliğinde olan ya da koruma veya gözetiminde bırakılan bir malı, kendisi ya da başkasının zimmetine
geçirmesi veya malikmiş gibi tasarrufta bulunmasıyla suç işlenmektedir.
Zilyetlik kavramından anlaşılması gereken hukuki anlamda zilyetlik olup failin suç konusu mal, para
veya evrak ya da senet üzerinde tasarrufta bulunmaya yetkili olması yeterlidir. Diğer bir anlatımla suç
konusu mal, para veya evrak ya da senet üzerinde fiilen zilyet olunması aranmamaktadır.
Bankacılık zimmeti suçu sadece kastla işlenebilen ani hareketli bir suçtur. Zimmete geçirme fiilinin
gerçekleştiği anda ve yerde tamamlanır. Kastın varlığından söz edebilmek için failin görevi nedeniyle
zilyet olduğu malı, kendisinin veya başkasının zimmetine geçirme bilinç ve iradesinin bulunması gerekli
ve yeterlidir.
Bu noktada, 'hile' kavramı ile 5411 sayılı Kanun’un 160. maddesinin 2. fıkrasında cezayı ağırlaştırıcı
bir neden olarak düzenlenen 'suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla
işlenmesi' hâli üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Gerek Türk Ceza Kanunu’nda gerekse 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda nitelikli zimmet suçunun
oluşumunda aranan hile kavramı tanımlanmamış olup, hile 'birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen,
dolap, oyun, desise, entrika' anlamına gelmektedir. (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891.)
Uygulamadaki yerleşmiş kabule göre hile, 'Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca
olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur
yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık
veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. .. hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan
hileli hareket olarak kabul edilemez' şeklinde tanımlanmaktadır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak, hilenin maddi veya manevi nitelikteki eylemlerle bir kimsenin hataya
düşürülmesi anlamına geldiği (Faruk Erem, TCK Şerhi Özel Hükümler, Ankara, 1993, s.588.), ifade ediliş
ve sergileniş tarzı açısından yöneldiği kimsenin denetim yapma yetkisini elinden alması ve doğurduğu
güven ortamıyla kişiyi istediği yöne çekmesinin zorunlu olduğu (Sami Selçuk, Dolandırıcılık Cürmünün
Kimi Suçlardan Ayrımı ve Çeklerle İlgili Suçlar, Ankara, 1986, s.106-110.), gösterilen davranışın hile
niteliğini taşıyabilmesi için aldatmaya elverişli olması gerektiği (İzzet Özgenç, Ekonomik çıkar amacıyla
işlenen suçlar, Seçkin Yayınevi, 2004, s.26.), hilenin öznel ve nesnel koşulları sömürerek ve gerçeği örterek
mağdurun yargılama gücünü etkilemesi gerektiği, kaba, çıplak ve kolayca anlaşılabilen bir yalanın hile
kavramına girmediği (Vural Savaş- Sadık Mollamahmutoğlu, TCK Yorumu, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995,
C.4, s.5155-5157.) yönünde görüşler bulunmaktadır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere nitelikli zimmet suçundaki hileli davranışların, fiilin ortaya
çıkmamasını sağlamaya yönelik olmasının yanında bu sonucu gerçekleştirmeye elverişli olacak nitelikte
yoğun ve aldatıcı olması gerekir. Diğer bir anlatımla hileli davranışın eylemin ortaya çıkmamasını
sağlayacak şekilde aldatmaya elverişli olması gerekmektedir. Herkes tarafından anlaşılabilir ve özünde
aldatıcı niteliği bulunmayan davranış, hileli bir davranış olarak değerlendirilemeyecektir. Eylemin açığa
çıkmaması için kullanılan bir yöntemin, denetim ve gözetim görevi verilmiş kişilerin dikkatsizliği ve
özensizliğinden kaynaklanan nedenlerle bu suçun ortaya çıkmasını engellemesi bu tür davranışlara hileli
davranış vasfını kazandırmayacağı gibi nitelikli zimmet suçunun da oluşmasına yol açmayacaktır. Nitekim
öğretide de, 'Bu hileli davranışlar öyle bir mertebede bulunmalıdır ki, hakiki eylemin ortaya çıkması uzmanlık
gerektiren bir takım araştırmaların yapılmasını da gerektirmelidir' (Süheyl Donay, Bankacılık Ceza Hukuku,
s.115.) şeklinde benzer görüşlere yer verilmektedir. Aksinin kabulü hâlinde nitelikli zimmet suçunun
kapsamı oldukça genişlerken, basit zimmet suçunun kapsamı oldukça daralacaktır ki, kanun koyucunun
bunu amaçladığı şüphelidir.
Bunun yanında aldatıcı özelliğe sahip ve bu suçun ortaya çıkmasını engellemeye elverişli yöntemin
kullanılmış olmasına karşın, suçun yine de ortaya çıkarılması yani kullanılan hileli yöntemin zimmet
suçunun ortaya çıkarılmasını engelleyememesi durumunda da nitelikli zimmet suçu oluşacaktır. Zira
burada zimmet suçunun ortaya çıkmamasına yönelik kanunun aradığı hileli davranışlar gerçekleştirilmiş
olmaktadır.
Mülga 765 sayılı TCK’nın 202/2. maddesine paralel olarak düzenlenen, mülga 4389 sayılı Bankalar
Kanunu’nun 22/3. maddesinde, 'dairesini aldatacak' ibaresi yerine, 'bankayı aldatacak' ibaresine yer
verilmek suretiyle banka zimmeti suçunun nitelikli hâlini düzenleyen kanun koyucu, gerek 5237 sayılı
TCK’nın 247/2. maddesinde gerekse 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160/2. maddesinde 'dairesini
aldatacak' ve 'bankayı aldatacak' ibarelerine yer vermeyerek banka zimmeti suçunun nitelikli hâlini
hüküm altına almıştır.
Bu düzenlemelerle nitelikli zimmet suçunun uygulama alanı genişletilmiş, böylece hileli davranışların
olağan ve basit bir denetim, araştırma ve karşılaştırma ile ilk bakışta kolayca ve kesin bir biçimde
anlaşılabilecek nitelikte olmamak koşuluyla zimmet veya miktarının kurum içi kayıtlardan ortaya
çıkarılması hâlinde de eylemin nitelikli zimmet olarak kabulü mümkün hâle gelmiştir. Ancak yine de hileli
davranışların aldatıcı nitelikte olmasını aramaya devam etmek gerekecektir. Aldatıcı olmak hilenin içkin
bir özelliğidir ve aldatıcı niteliği bulunmayan bir davranışın hile olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Aksinin kabulü aldatıcı olmayan hilenin cezayı ağırlaştırıcı neden sayılması, hilenin aldatıcı niteliği
bulunmadığı hâllerde faile ağırlaştırılmış zimmet suçundan ceza verilmesi sonucunu doğuracaktır.
Eğer hileli davranışlar eylemin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik değilse ya da zimmet veya
miktarı ilk bakışta olağan ve basit bir iç denetim, araştırma veya karşılaştırma ile kolayca ve kesin bir
biçimde ortaya çıkabilecek durumda ise eylemin basit zimmet, aksi hâlde nitelikli zimmet suçunu
oluşturacağı kabul edilmelidir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun ve Yargıtay 5. Ceza Dairesinin duraksamasız uygulamaları ile de,
zimmet veya miktarının kurum içi kayıtların incelenmesi suretiyle kolayca ortaya çıkarılabilmesi hâlinde
eylemin basit zimmet suçunu oluşturacağı kabul edilmektedir. Nitelikli zimmet suçu, uygulamada daha
çok zimmet veya miktarının kurumdaki kayıtlar dışında tanık anlatımları ya da üçüncü kişilerin ibraz
ettiği belgelerle saptanması, sahte olarak imza atılması, kurum içi makbuzlarla kurum dışı makbuzların
farklı düzenlenmesi, eyleme gasp ya da hırsızlık süsü verilmesi, belgelerin yok edilmesi gibi yöntemlerle
gerçekleştirilmektedir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer
verilmiştir: 'Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu
duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir' (Veli Özer Özbek-
Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi,
4. bası, s.650.), 'Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve
saklanmasıdır' (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, s.343.), 'Hilenin, mağduru hataya
sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir, ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz.
Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir' (Nur Centel-
Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. bası, Cilt I.
s.462.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda
genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın
özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri
ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın 247/2. maddesindeki düzenlemeye paralel nitelikte bulunan 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu’nun 160/2. maddesinde yer alan bankacılık zimmeti suçu açısından da, zimmet veya miktarının
ilk bakışta olağan ve basit bir iç denetim, araştırma veya karşılaştırılma suretiyle, kesin bir biçimde
ortaya çıkarılabilecek durumda olması hâlinde eylemin basit zimmet, aksi halde nitelikli zimmet suçunu
oluşturacağı kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Katılan bankada şube işlem yetkilisi olarak görev yapan ve kasa hesabını kullanarak muhasebe ve
müşteri hesaplarına fiş kesme, EFT ve havale benzeri elektronik para transferi girişleri yapma yetkileri olan
sanığın 06.11.2008- 13.07.2009 tarihleri arasında kendisine ait sicil ve şifre ile şubenin TL ve döviz cinsinden
müteferrik hesapları üzerinden, borç-alacak kayıtları oluşturmak, aynı döviz cinsinden hesaplar arasında
bakiye taşımak, farklı döviz cinsinden olan muhasebe hesapları arasında arbitrajlar gerçekleştirmek ve
yaptığı işlemlere gerçek işlem görüntüsü vermek amacıyla bu işlemlere ilişkin dekontlar üzerinde sık
gerçekleştirilen benzer işlemlerde kullanılan bir takım fiktif açıklamalar yapmak suretiyle gerçekleştirdiği
çok sayıda işlem ile müteferrik hesaplarda bulunan paraları önce kasa hesabına, buradan da kendisine ait
banka hesaplarına aktardığı, bu şekilde 232.799,50 TL’yi zimmetine geçirdiği olayda, sanığın söz konusu
zimmete konu işlemleri kendi sicil ve şifresi ile gerçekleştirmesi, sanıkla aynı şubede çalışan operasyon
yöneticisinin, sanığın gerçekleştirdiği işlemlerle ilgili duyduğu şüpheye istinaden yaptığı basit bir
denetimi üzerine ve durumun teftiş kuruluna bildirilmesi sonucu olayın ortaya çıkması, her ne kadar bazı
işlemlere ilişkin dekontların sanık tarafından imha edildiği anlaşılmış ise de, bahsi geçen bu dekontlara
sistem üzerinden ulaşılarak banka kayıtları üzerinde yapılan incelemeyle zimmet miktarının belirlenmesi,
sanığın eylemlerini gizlemek amaçlı gerçekleştirdiği bir kısım işlemlere gerçek bir işlem görüntüsü vermek
için dekontlar üzerine yaptığı fiktif açıklamalar ile muhasebe hesapları arasında TL/yabancı para cinsinden
işlemler yapmak suretiyle gerçekleştirdiği bir kısım işlemlerin de sistem üzerinden takibi mümkün ve
basit bir denetim ile ortaya çıkarılabilecek nitelikte işlemler olması karşısında, zimmetin açığa çıkmaması
için sanık tarafından kullanılan yöntemlerin denetim ve gözetim görevi verilmiş kişilerin dikkatsizliği
ve özensizliğinden kaynaklanan hileli davranış niteliğinden yoksun yöntemler olduklarının, yeterli ve
gerekli denetim yapılmaması nedeniyle suçun bir süre ortaya çıkarılamamasının sanığın eylemlerine
hileli davranış vasfı kazandırmayacağının, suça konu eylemlerin zimmetin ilk bakışta olağan ve basit bir
iç denetim, araştırma veya karşılaştırma suretiyle, kesin bir biçimde ortaya çıkarılmasını önleyebilecek
nitelikte bulunmadıklarının anlaşılması nedeniyle eylemlerin basit zimmet suçunu oluşturduğunun
kabulü gerekmektedir.
Öte yandan, hükmolunan gün para cezasının adli para cezasına çevrilmesine dayanak olan kanun
ve maddesi karar yerinde gösterilmemiş ise de bu hususun mahkemesince mahallinde düzeltilmesi
mümkün görülmüştür.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup, haklı bir
nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 25.09.2018 tarihli ve 643-368 sayılı

Benzer Konular (10)