YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 18.12.2018 tarihli ve 931-653 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:41:13

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat
ÖZET: Sanığın, daha önceden ele geçirip üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırdığı sürücü
belgesini ibraz ederek kiraladığı aracı gününde iade etmeyip Mersin ilinde terk ettiği ve söz konusu
aracın kira bedelini de ödemediği olayda; sürücü belgesinin kaynağı itibarıyla toplumda güven
duygusu oluşturması ve bu güven duygusunun dolandırıcılık suçunun işlenmesini kolaylaştırması
nedenleriyle sanığın eyleminin TCK'nın 158/1-d maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık
suçunu oluşturup oluşturmayacağının tartışılıp değerlendirilmesi görevi 5235 sayılı Kanun'un 12.
maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesine aittir.

İtirazın kapsamına göre inceleme sanık hakkındaki dolandırıcılık suçu nedeni ile verilen mahkûmiyet
kararı ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi
gereken uyuşmazlık;

Sanığın eyleminin TCK'nın 158/1-d maddesi kapsamındaki suçu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin
delileri takdir ve değerlendirme görevinin üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilerek
görevsizlik kararı verilmesi gerekip gerekmediğinin tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanığın, otomobil kiralama işi ile uğraşan şikâyetçi M.U.' nun iş yerine 14.01.2011 tarihinde giderek
daha önce ele geçirdiği ve üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırdığı katılan M.D.'ye ait sürücü belgesini
ibraz edip ... plaka sayılı aracı kiraladığı, on dokuz gün boyunca kullanıp kira bedelini ödemediği aracı M.
ilinde bir yere terk ederek ortadan kaybolduğu olayla ilgili henüz M. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
soruşturma başlatılmadan önce sanığın şikâyetçiden kiraladığı araç ile A. ilçesi E. Yörük Köyünde başka
bir dolandırıcılık suçuna karıştığı, o dosyanın mağduru tarafından aracın plaka numarasının verilmesi
üzerine kolluk görevlilerince aracın plaka bilgisinden şikâyetçi M.'ye; araç kiralama sözleşmesindeki
telefon numarasından da sanığa ulaşıldığı, kira sözleşmesinin ekindeki sürücü belgesindeki fotoğrafın
sanığa; ancak kimlik bilgilerinin katılan M.'ye ait olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.

Katılan M.D. mahkemede; sanığı daha önceden tanımadığını, belirtilen tarihlerde aracın içerisinde
unuttuğu sürücü belgesinin sanık tarafından ele geçirildiğini, üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırıp
kullandığını öğrendiğini, bu olay nedeni ile pek çok kez mahkemelere gidip geldiğini, şikâyetçi olduğunu,

Aracı kiraya veren M.U. savcılıkta; aracı kiralayan kişinin kendisine fotoğrafı gösterilen sanık olduğunu
kesin olarak teşhis ettiğini, araç geri dönmeyince katılanı aradığını, kendilerini dolandıran şahsın ehliyetini

çalanın sanık olduğunu, kimlik bilgilerini kullanarak başka dolandırıcılık suçları da işlediğini anlattığını,

İfade etmişlerdir.

Sanık Ö.Ç. savcılıkta; katılanı tanıdığını, ona ait sürücü belgesinin kullanmadığını, katılanın sürekli
olarak dolandırıcılık suçu işleyip kendisinin üzerine attığını, bir kaç kez hakkında tahkikat yapıldığı için
fotoğraflarını hâlen bulunduğu cezaevinden gönderdiğini ve hakkında takipsizlik kararı verildiğini,
mahkemede ise farklı olarak; katılanın kendisine ait fotoğrafı bizzat yapıştırarak verdiğini, bu durumun suç
teşkil etmediğini söylediğini, şikâyetçi M.'den araç kiralamadığını, bu olayla bir alâkasının bulunmadığını
savunmuştur.

5237 sayılı TCK'nın 'Dolandırıcılık' başlıklı 157. maddesinde; 'Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp,
onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş
yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.' şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli
düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri on bent hâlinde sayılmıştır.

Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 5237 sayılı TCK'nın 157. maddesinde hileli
davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş olup, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Kanun'da


yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanun'da yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde
geniş bir anlam yüklenmiştir.

Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;

1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,

2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,

3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine
haksız bir yarar sağlaması,

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu
davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı
ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.

Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan
husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken,
sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla
yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde
var olması gereken iyi niyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve
irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.

5237 sayılı TCK'nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü
hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket
kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu
öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.

Hile, Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde; 'birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise,
entrika' (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891.) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; 'Hile
nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme
olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı
davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. hileli
davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.' biçiminde
tanımlanmıştır.

Öğretide de hile ile ilgili olarak; 'Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu
kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve
bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan
yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının
zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.' (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler,
Beta Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 453.), 'Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki
meydana getiren her türlü davranıştır' (Durmuş Tezcan/Mustafa Ruhan Erdem/MuratÖnok, Teorik ve Pratik
Ceza Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2006, s. 558), 'Hile; oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak
hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.' (Nur Centel/Hamide
Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s. 456.) biçiminde
tanımlara yer verilmiştir.

Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde
bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap,
oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde
olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara
ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir.
Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli
değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte
bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret
yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun
oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu
oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme
eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin
eklenmiş bulunması gerekir.


Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer
verilmiştir: 'Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu
duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.' (Veli Özer
Özbek/M.Nihat Kanbur/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler,
Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı s. 650.), 'Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler
ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır' (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6.
Baskı, s. 343.), 'Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya
sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya
göre değerlendirilmelidir.' (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul
2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s. 462.) Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda
değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak
değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya
değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

'Dolandırıcılık suçunun; ...d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti,
vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,... işlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla
kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.' şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve
tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin
bu bölümüne ilişkin gerekçesinde de; 'Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum
ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak
kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum
veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri
toplumda güven beslenen müesseseler olarak kabul edilmişlerdir.' şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.

Bu aşamada kamu kurumu ve kuruluşları, siyasi parti, vakıf ve dernek sözcükleri üzerinde
durulmasında da yarar bulunmaktadır.

Kamu kurum ve kuruluşları, genel, katma ve özel bütçeli kurumlar, belediyeler ve bu kurumların
kurdukları döner sermayeli kuruluşlar, kamu iktisadi teşekkül ve teşebbüsleri, özel kanunlarla kurulan
diğer devlet teşekkülleridir. Kamu kurumu; belirli bir ya da birkaç kamu hizmetini ya da faaliyetini
yürütmekle görevli, tüzel kişiliğe sahip idare teşkilatı birimidir. Kamu kurumu deyince akla; devlet tüzel
kişiliği, il özel idareleri, belediyeler, üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu, Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu ve katma bütçeli kuruluşlar gelmektedir.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, Anayasa'nın 135. maddesiyle tanımlanmıştır. Anılan
maddeye göre, belli mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini
kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının
birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve
ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen
hükümlere göre yargı gözetimi altında gizli oyla seçilen kamu tüzel kişileridir. Örneğin, Barolar, Noterler
Birliği, Ticaret ve Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları gibi kuruluşlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarıdır.

Siyasi partiler, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'na göre faaliyetlerini sürdürmektedirler. 2820 sayılı
Kanun'da siyasi partiler tanımlanmış olup, anılan kanun'un 3. maddesine göre; 'Siyasi partiler, Anayasa
ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında
belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak
demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden
ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip' kuruluşlardır. Öğretide de siyasi
parti, belirli bir ilkeyle programını belirleyip seçmenin desteğini almak suretiyle, yönetime gelmeyi
amaçlayan sürekli ve düzenli etkinliği olan, siyasi bir topluluğun örgütü olarak tanımlanmıştır.

Dernek; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek
üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle
oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını,

Vakıf ise; gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle
oluşan tüzel kişiliğe sahip, mal topluluğunu ifade eder.

Görüldüğü üzere, 5237 sayılı TCK'nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde, dolandırıcılık
suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel


kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilirken, fıkrada sayılan
tüzel kişiliklere toplumda duyulan güvenden faydalanılması ve bu güvenin bir aldatma aracı olarak
kullanılması aranmıştır. Burada önemli olan, kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının,
siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle insanların aldatılmasıdır.

Maddede belirtilen kamu kurum ve kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliğinin sadece
isminin kullanılması bu bendin uygulanması için yeterli olmayıp, bunlara ait maddi varlığın veya bu tüzel
kişiliklerle bağ kurulmasını sağlayan somut başka olguların kullanılması gerekir. Bu kurumlara ait kimlik
belgesinin gösterilmesi, basılı evrak ve makbuzların sunulması, taşıtın kullanılması, mağdur üzerinde
bentte sayılan tüzel kişiliklerden gelinildiğine veya buralardan aranıldığına dair bir düşünce oluşturulması
ve mağdurun aldatılması gerekmektedir.

Öğretide de TCK'nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde sayılan tüzel kişiliklere
toplumda duyulan güven nedeniyle, bunların araç olarak kullanılması durumunda suçun işlenilmesinin
kolaylaşması ve mağdurun araştırma eğiliminin ortadan kalkması karşısında dolandırıcılık suçunun
nitelikli halinin oluşacağı belirtilmiştir. (Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu, c.4, 2010, s.4655-4656;
Bakıcı, Ceza Hukuku Özel Hükümleri, c.I, 2008, s.451; Tezcan/Erdem/Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku,
2013, s.629; Özbek/Kanbur/ Doğan/Bacaksız/Tepe, Türk Ceza Hukuku, 2012, s.654; Parlar/Hatipoğlu, Türk
Ceza Kanunu Yorumu, c.2, 2007, s.1249.)

Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 142. maddesinde; 'Mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.', 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 3.
maddesinde de 'Mahkemelerin görevleri kanunla belirlenir.' denilmesi suretiyle mahkemelerin görevlerinin
kanunla belirleneceği hüküm altına alınmıştır.

5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev
ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 10. maddesinde sulh ceza hâkimliğinin, 12. maddesinde ağır ceza
mahkemelerinin görevleri sayılmış, 11. maddesinde ise, sulh ceza hâkimliği ve ağır ceza mahkemelerinin
görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılacağı düzenlenmiştir.

5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve
Yetkileri Hakkında Kanun'un 6526 sayılı Kanun ile değişik 12. maddesi uyarınca; kanunların ayrıca görevli
kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanunun'da yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2),
resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza
Kanunu'nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318,
319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve
on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri
görevlidir.

5271 sayılı CMK'nın 7. maddesi uyarınca yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan
hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüz olup aynı Kanun'un 4 ve 5. maddeleri uyarınca
davaya bakan mahkeme, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında resen karar
verebilir, iddianamenin kabulünden sonra işin, davayı gören mahkemenin görevini aştığı veya dışında
kaldığı anlaşılırsa, mahkeme bir kararla işi görevli mahkemeye gönderir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın, daha önceden ele geçirip üzerine kendisine ait fotoğrafı yapıştırdığı sürücü belgesini ibraz
ederek kiraladığı aracı gününde iade etmeyip M. ilinde terk ettiği ve söz konusu aracın kira bedelini
de ödemediği olayda; aslı ele geçirilememiş dolayısıyla gerçek bir sürücü belgesi olup olmadığı,
üzerindeki sahteciliğin aldatma kabiliyetinin bulunup bulunmadığı tespit edilememiş olsa bile Emniyet
Genel Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen ve bu nedenle ilgili kurumun
maddi varlıkları arasında kabul edilen sürücü belgesinin kaynağı itibarıyle toplumda güven duygusu
oluşturması ve bu güven duygusunun dolandırıcılık suçunun işlenmesini kolaylaştırması nedenleriyle
sanığın eyleminin TCK'nın 158/1-d maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturup
oluşturmayacağının tartışılıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu görev ise 5235 sayılı Kanun'un 12.
maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesine aittir. Bu nedenle Asliye Ceza mahkemesince 5271 sayılı
CMK'nın 4 ve 5. maddeleri uyarınca görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla hüküm
kurulması kanuna aykırı olup Özel Dairece hükmün öncelikle görev yönünden bozulmasına karar
verilmesi gerekirken onanmasında isabet bulunmamaktadır.


Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının
kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK'nın 158/1-d maddesinde
düzenlenen nitelikli yağma suçunu oluşturup oluşturmayacağının takdir ve değerlendirilmesi amacıyla
5271 sayılı CMK'nın 4 ve 5. maddeleri uyarınca üst dereceli ağır ceza mahkemesine görevsizlik kararı
verilmesi gerekirken, yargılamaya devamla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar
verilmelidir.
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)