YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 14.03.2019 tarihli ve 465-209 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:41:35

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

Görevsizlik kararı verilemeyecek hâl
MADDE 6. – (1) (Değişik: 06.12.2006-5560/16 md.)Duruşmada suçun hukukî niteliğinin
değiştiğinden bahisle görevsizlik kararı verilerek dosya alt dereceli mahkemeye gönderilemez.4
Görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri
MADDE 7. - (1) Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece
yapılan işlemler hükümsüzdür.
KARARLAR
-1
ÖZET: Sanığın eyleminin TCK’nın 134/1-2. cümlesi kapsamındaki özel hayatın gizliliğini ihlal
ve/veya TCK’nın 132/3-1. cümlesi kapsamındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarını oluşturup
oluşturmayacağının tartışılıp değerlendirilmesinin gerekmesi, bu suçlara ilişkin davalara bakma
görevinin ise eylem tarihi gözetildiğinde o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun’un
11. maddesi uyarınca asliye ceza mahkemesine ait olması, 5271 sayılı CMK’nın 7. maddesi uyarınca da
yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin
hükümsüz olması karşısında sulh ceza mahkemesince 5271 sayılı CMK’nın 4 ve 5. maddeleri uyarınca
görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla hüküm kurulması isabetsiz olduğundan
1412 sayılı CMUK’un 308. maddesi gereğince mutlak kanuna aykırılık oluşturan söz konusu hâlden
dolayı Özel Dairece hükmün bozulmasıyla yetinilmesi gerektiği, CMK’nın 7. maddesi uyarınca görevli
olmayan sulh ceza mahkemesince yapılan işlemlerin hükümsüz olması nedeniyle bozmadan sonra
görevli asliye ceza mahkemesince yenilenmesi mümkün işlemlerin yeniden yapılması diğer bir deyişle
yeniden yargılama yapılması ve eylemin hangi suçu ve/veya suçları oluşturup oluşturmadığının
tartışılıp değerlendirilmesi zorunluluğu bulunduğundan 1412 sayılı CMUK’un 322. maddesi
uyarınca 'Yapılan yargılama sonunda yüklenen fiillerin kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğu
anlaşıldığından, sanığın CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine' denilerek davanın esasına
hükmedilmek suretiyle düzeltilerek onama kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa atılı, iddianamede sevk maddesi olarak gösterilen TCK’nın
134/1-2. cümlesi kapsamındaki özel hayatın gizliliğini ihlal suçuna ve/veya iddianame anlatımına ve
Özel Dairenin kabulüne göre TCK’nın 132/3-1. cümlesi kapsamındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal
suçuna ait delilleri takdir ve tartışmanın üst dereceli asliye ceza mahkemesine ait olması nedeniyle Özel
Dairece Yerel Mahkeme hükmünün görev yönünden bozulmasıyla yetinilmeyip bozmadan sonra 1412
sayılı CMUK’un 322. maddesi uyarınca 'Yapılan yargılama sonunda yüklenen fiillerin kanunda suç olarak
tanımlanmamış olduğu anlaşıldığından, sanığın CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine' denilmek
suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilip verilemeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.
19.12.2006 tarihli ve 26381 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 06.12.2006 tarihli ve 5560
sayılı Kanun’un 16. maddesi ile değiştirilen madde metni,
'(1) İddianamenin kabulünden sonra, yargılamanın alt dereceli bir mahkemeye ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı
verilemez.' şeklindedir.
İncelenen dosya kapsamından,
Katılan vekilince S. Cumhuriyet Başsavcılığına verilen 10.09.2012 tarihli şikâyet dilekçesinde, sanık
ile katılanın evli oldukları, sanık tarafından boşanma davası açıldığı, boşanma davası açıldığında sanık
tarafından dava dosyasına sunulan CD’deki ses kayıtlarının katılandan habersiz kayda alındığı, söz konusu
davanın S. 1. Aile Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyasında devam ettiği yönünde açıklamaların yer aldığı,
S. Cumhuriyet Başsavcılığınca S. Sulh Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenen 09.04.2013 tarihli
ve ..../.... sayılı iddianamede 'Müşteki ile şüphelinin evli oldukları, müştekinin hâl ve hareketlerinden kuşku
duyan şüphelinin Eryaman’da iş yerinde bulunduğu sırada suç tarihinde Karabük’te bulunan müşteki ile
yaptığı telefon görüşmesi sırasında müştekinin bilgisi dışında telefonun sesini dışarıya aktardıktan sonra ses
kayıt cihazı ile yapılan konuşmayı CD ortamına aktararak Aile Mahkemesine delil olarak sunduğu, böylelikle
üzerine atılı olan müsnet suçu işlediği' şeklindeki açıklamalarda bulunularak sanığın özel hayatın gizliliği
ihlal suçundan TCK’nın 134/1-2. cümlesi uyarınca cezalandırılmasının istendiği,
Katılan , sanıkla evli olduklarını, aralarındaki boşanma davasının devam ettiğini, olay tarihinde
sanıkla ailevi konuların konuşulduğu telefon görüşmesi yaptıklarını, sanığın konuşma esnasında
kendisine psikolojik baskı yaparak başka erkeklerle görüşüp görüşmediğini sorduğunu, kendisinin başka
kişilerle görüşmediğini anlatmaya çalıştığını, sanığın kendisinden habersiz olarak aralarında geçen bu
görüşmelerin ses kaydını alarak CD’ye aktardığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu beyan ettiği,
Sanık, katılan eşi ile aralarında geçen telefon görüşmelerini kaydederek mahkemeye delil olarak
sunduğunu ancak söz konusu kaydı başka hiçbir yerde kullanmadığını savunduğu,
Sanık vekili tarafından S. Aile Mahkemesine hitaben düzenlenmiş 08.08.2012 tarihli dilekçe ile
tarafların boşanmalarına karar verilmesinin talep edildiği, dilekçe ekinde içerisinde ses kayıtlarının
olduğu belirtilen CD’lerin bulunduğu,
S. 1. Aile Mahkemesinin ..../... esas sayılı dosyası kapsamında aldırılan 10.12.2012 tarihli bilirkişi
raporunda, incelenen (yargılama konusu suçla ilgili) CD’nin içeriğinde 2 adet video dosyası bulunduğu,
ilk video dosyasında bir erkek şahsın videoyu yerleştirerek telefon ile bir bayanı aradığı ve görüşmeleri
kayıt altına aldığı, kayıt altına alınan toplam sürenin 30 dakika 5 saniye olduğu, ikinci video dosyasında
erkek şahsın telefonla görüşmeye devam ettiği ve kayıt altına alınan toplam sürenin 14 dakika 7 saniye
olduğu yönünde açıklamalara yer verilerek erkek ve kadın arasındaki konuşma kayıtlarının detaylı şekilde
dökümünün yapıldığı,
UYAP sisteminden temin edilen S. 1. Aile Mahkemesinin 10.09.2013 tarihli ve .../... sayılı ilamına göre,
sanık tarafından açılan davanın kabulüne ve tarafların TMK’nın 166/1. maddesi gereğince boşanmalarına
karar verildiği, kesinleşme şerhinde, boşanma ilamının 09.09.2014 tarihinde kesinleştiği yönünde
açıklamaların yer aldığı,
Anlaşılmaktadır.
Eylem tarihi (08.08.2012) itibarıyla yürürlükte bulunan,
TCK’nın 'Haberleşmenin gizliliğini ihlâl' başlıklı 132. maddesi,
'(1) Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlâl eden kimse, (Değişik ibare: 02.07.2012-6352 S.K./79.
md.) bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu gizlilik ihlâli haberleşme içeriklerinin kaydı
suretiyle gerçekleşirse, (Değişik ibare: 02.07.2012-6352 S.K./79.md.) verilecek ceza bir kat artırılır .
(2) Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, (Değişik ibare:
02.07.2012-6352 S.K./79.md.) iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın (Ek ibare: 02.07.2012-6352
S.K./79.md.) hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, (Değişik ibare: 02.07.2012-6352 S.K./79.md.) bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 02.07.2012-6352 S.K./79.md.) İfşa edilen bu verilerin
basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.',
TCK’nın 'Özel hayatın gizliliğini ihlâl' başlıklı 134. maddesi,
'(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlâl eden kimse, (Değişik ibare: 02.07.2012-6352 S.K./81.md.) bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlâl
edilmesi hâlinde, (Değişik ibare: 02.07.2012-6352 S.K./81.md.) verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) (Değişik fıkra: 02.07.2012-6352 S.K./81.md.) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka
aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın
ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.' şeklindedir.
Yine 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve
Yetkileri Hakkında Kanun’un eylem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan,
'Sulh Ceza Mahkemesinin görevi' başlıklı10. maddesi,
'Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezaları ve
bunlara bağlı adli para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adli para cezalarına ve güvenlik tedbirlerine
ilişkin hükümlerin uygulanması, sulh ceza mahkemelerinin görevi içindedir.',
'Asliye Ceza Mahkemesinin görevi' başlıklı 11. maddesi,
'Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza ve ağır ceza mahkemelerinin
görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır.',
'Ağır Ceza Mahkemesinin görevi' başlıklı 12. maddesi,
'Kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanunun’da yer alan yağma (m.148),
irtikap (m. 250/1 ve 2), resmi belgede sahtecilik (m.204/2) , nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflas (m. 161)
suçları ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla
ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.',
Şeklinde düzenlenmiş olup 10. maddede kural olarak iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezaları ve
bunlara bağlı adli para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adli para cezalarına ve güvenlik
tedbirlerine ilişkin davaların sulh ceza mahkemelerinde görüleceği, 11. maddede sulh ceza ve ağır ceza
mahkemelerinin görevi dışında kalan dava ve işlerin kural olarak asliye ceza mahkemelerinin görevi
kapsamında kaldığı belirtilerek, 12. maddede de ağır ceza mahkemelerinin görevi kapsamındaki dava
ve işler gösterilmiştir.
Öte yandan, Anayasa’nın 142. maddesinde, 'Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir', 5271 sayılı CMK’nın 3. maddesinde de, 'Mahkemelerin görevleri
kanunla belirlenir' denilmek suretiyle mahkemelerin görevlerinin kanunla belirleneceği hüküm altına
alınmıştır.
5271 sayılı CMK’nın 7. maddesi uyarınca yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan
hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüz olup aynı Kanun’un 4. maddesi uyarınca davaya bakan
mahkeme, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında resen karar verebilecektir.
CMK’nın 5. maddesine göre de, iddianamenin kabulünden sonra işin, davayı gören mahkemenin görevini
aştığı veya dışında kaldığı anlaşılırsa, mahkeme bir kararla işi görevli mahkemeye göndermek zorundadır.
Bu aşamada eylem tarihinden sonra 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun’da yapılan değişikliklere de değinilmelidir.
28.06.2014 tarih ve 29044 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu İle
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6545 sayılı Kanun’un 46. maddesiyle 5235 sayılı Kanun’un
8. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'sulh ceza' ibaresi madde metninden çıkartılmış, 6545 sayılı
Kanun’un 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanun’un 10. maddesinde yapılan değişiklikle sulh ceza hâkimliği
kurulmuş, 6545 sayılı Kanun’un 84. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddede de,
'(1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sulh ceza mahkemeleri kaldırılmıştır.
(2) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yirmi gün içinde sulh ceza hâkimlikleri kurulur.
(3) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, sulh ceza mahkemelerinde görülmekte olan dava dosyaları bir
ay içinde yetkili asliye ceza mahkemelerine devredilir.
(4) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, kaldırılan sulh ceza mahkemelerinde görülmekte olan işlerden,
sulh ceza hâkimliğince bakılması gerekenler, sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasından itibaren on beş gün
içinde yetkili sulh ceza hâkimliğine devredilir.
(5) Kaldırılan sulh ceza mahkemelerinde görev yapan hâkimler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca,
sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasından itibaren on beş gün içinde müktesepleri dikkate alınarak uygun
görülecek bir göreve atanır veya yetkilendirilirler.
(6) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, sulh ceza mahkemelerince verilen kararlardan Yargıtay
incelemesinde olanlar hakkında sadece görev nedeniyle bozma kararı verilemez.
(7) Sulh ceza hâkimlikleri faaliyete geçirilinceye kadar, sulh ceza mahkemelerinin görev alanına giren
her türlü kararı vermeye kaldırılan sulh ceza mahkemeleri yetkilidir. Kaldırılan mahkemelerde bulunan
ve kesinleşen dosyalara ait arşiv ve emanetler ile diğer evrak ve dokümanlar Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu tarafından belirlenecek mahkeme veya mahkemelere ya da hâkimliklere devredilir ve müteakip
işlem ve talepler bu mahkemelerce veya hâkimliklerce yerine getirilir veya karara bağlanır.' düzenlemesine
yer verilmiş olup altıncı fıkrada yer alan maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sulh ceza mahkemelerince
verilen kararlardan Yargıtay incelemesinde olanlar hakkında sadece görev nedeniyle bozma kararı
verilemeyeceğine ilişkin düzenlemenin, öncesinde sulh ceza mahkemelerinin görevi kapsamında olan
dava ve işlere ilişkin olduğu, sulh ceza mahkemelerinin görevi kapsamında kalan bir dava ve işe ilişkin
olarak verdiği bir kararın sırf anılan maddenin yürürlüğe girmesinden sonra sulh ceza mahkemelerinin
kaldırıldığından, anılan dava ve işe asliye ceza mahkemelerince bakılması gerektiğinden bahisle bozma
kararı verilemeyeceği şeklinde yorumlanması kanun koyucunun amacına uygun olacaktır. Aksi hâlde,
örneğin sulh ceza mahkemelerinin görevi kapsamında olmayan kasten öldürme suçuna ilişkin açılan bir
davanın sulh ceza mahkemesinde görülmesinden sonra sulh ceza mahkemesince verilen kararın temyiz
edilmesi durumunda görev nedeniyle bozma kararı verilemeyeceği sonucuna varılır ki, kanun koyucunun
böyle bir sonucu amaçladığı düşünülemez.
Bu aşamada 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla
uygulanması gereken hükümlerine de değinilmelidir.
1412 sayılı CMUK’un 'Temyiz sebebi' başlıklı 307. maddesi,
'Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur.
Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi kanuna muhalefettir.' şeklinde,
'Kanuna muhalefet halleri' başlıklı 308. maddesi ise,
'Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
1- Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
2- Hakimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hakimin hükme iştirak etmesi,
3- Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vakı olupta bu talep kabul olunduğu halde hakimin
hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hakimin hükme iştirak
ettirilmesi,
4- Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,
5- Cumhuriyet Müddeiumumisi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
6- Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,
7- Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,
8- Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme karariyle müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması.'
şeklinde,
Düzenlenmiş olup Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 tarihli ve 124–155 sayılı kararında da
vurgulandığı üzere 1412 sayılı CMUK’un 307. maddesine göre temyiz ancak hükmün kanuna aykırı olması
sebebine dayanır. Kanuna aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır.
1412 sayılı CMUK’un 308. maddesinde sekiz bent hâlinde, tamamı usule ilişkin olan ve kanuna mutlak
aykırılık oluşturduğu varsayılan hâller sıralanmıştır. Bozmayı gerektirip gerektirmeyeceği hususunda
Yargıtaya araştırma yetkisi tanınmayan bu hâllerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtayca
bozulması gereklidir. Anılan maddenin dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından ise
aykırılığın son karara etkisi bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir.
'Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek haller ve karar tashihi' başlıklı 322. maddesinde de,
'Hükme esas olarak tespit edilen vakıalara tatbikinde kanuna muhalefet edilmesinden dolayı o hüküm
bozulmuş ise Yargıtay aşağıda yazılı olan hallerde kendisi davasının esasına hükmeder.
1. Vakıanın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraete veya davanın düşmesine yahut aşağı - yukarı
haddi olmayan sabit bir cezaya hükmolunması icabederse,
2. Yargıtay Başsavcılığının iddiasına uygun olarak suçluya kanunda yazılı cezanın en aşağı derecesini
uygulamayı uygun görürse,
3. Mahkemece sabit görülen suçun unsurları ve vasfı ve cezası hükümde doğru gösterilmiş olduğu halde
sadece kanun’un madde numarası yanlış yazılmış ise,
4. Hükümden sonra yürürlüğe giren kanun suçun cezasını azaltmış ve mahkemece suçluya ceza tayininde
artırma sebebi kabul edilmemiş veya yeni bir kanun ile fiil suç sayılmamış olmaktan dolayı birinci halde daha
az bir cezanın hükmü ve ikinci halde hiç ceza hükmolunmaması gerekirse,
5. Açıkca tespit edilmiş olan suçlunun doğum ve suç tarihlerine göre ceza tayininde gerekli indirme
yapılmamış veya yanlış olarak indirme yapılmış ise,
6. Arttırma veya indirme sonu ceza müddeti veya miktarını tayinde maddi hata yapılmış ise,
7. Hükmedilmiş olan ceza yerine Ceza Kanunu’nun 29 uncu maddesince adli tevbih kararı verilmesi
icabederse,
8. Ceza Kanunu’nun 29 uncu maddesindeki tertibin gözetilmemesi yüzünden eksik veya fazla ceza verilmiş
ise,
9. (Değişik bent: 21/05/1985 - 3206/64 md.) Harçlar Kanunu ile yargılama giderlerine ilişkin hükümlere ve
Avukatlık Kanunu’na göre düzenlenen ücret tarifesine aykırılık yapılmışsa.
Sair hallerde Temyiz Mahkemesi işi yeniden tetkik ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye
veya o derecede diğer civar bir mahkemeye gönderir.' şeklindeki düzenleme ile de bozma durumunda
Yargıtayca hangi hâllerde davanın esasına hükmedilebileceği sayılmış ve bu hâllere girmeyen durumlarda
yapılacak işlem gösterilmiştir.
Yargıtayın temyiz incelemesi sonucunda verebileceği karar türleri belli ve sınırlıdır. Yargıtay, temyiz
incelemesi sonucunda Yerel Mahkeme hükmünü ya onayacak veya nedenini de belirtmek suretiyle
bozacaktır. Ancak bazı hâllerde hükmü bozarken yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyecek
nitelikteki bir kısım eksiklikleri gidermesine imkân tanınmış ve bu hâller kanunda sınırlı şekilde sayılmıştır.
Buna göre temyiz incelemesi sırasında saptanan ve bozmaya neden olan hususlar yeniden yargılama
yapılmasını gerektirmediği takdirde, Yerel Mahkemenin yerine geçmek sureti ile hükmün düzeltilerek
onanmasına karar verilmesi mümkün bulunmaktadır.
Yargıtayın hukuki denetimini yaptığı davanın esasına karar verebilmesi ve davayı bu aşamada
bitirmesi, 1412 sayılı CMUK’un 322. maddesinde dokuz bent hâlinde sayılan hâllerle sınırlı ve istisnai bir
durumdur. Bu durumlarda Yargıtay’ın düzeltilerek onama yetkisini kullanması ve önüne gelen uyuşmazlığı
Yerel Mahkemeye göndermeye gerek olmadan sonlandırabilmesi için,
a- Maddi sorunun daha fazla aydınlatılması için bir araştırma gerekmemelidir.
b- Maddi sorun açısından mahkemeye bırakılmış serbest değerlendirme yetkisi söz konusu
olmamalıdır.
Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 tarihli ve 115-138 sayılı kararında, 'Yargıtay’ın temyiz aşamasında
saptanan hukuka aykırılıkları doğrudan giderebilmesi, yeni bir karar verilmek üzere dosyanın esas
mahkemesine gönderilmesine ihtiyaç duyulmayan durumlarda, yargılamanın gereksiz yere uzamasına engel
olmayı ve işin temyiz incelemesi aşamasında bitirilmesini amaçlamaktadır.' sonucuna ulaşılmıştır.
Konu öğretide de ele alınmış, kabul gören görüşe göre, 'Yargıtay’ın davanın esasına karar vermesi
ve davayı orada bitirmesi diğer bir değişle mahkemenin verdiği kararı kaldırıp yerine yenisini koyması istisna
olup, bunun için, meselenin daha ziyade aydınlanması için soruşturma gerekmemeli, mesele bakımından
mahkemeye bırakılmış serbest değerlendirme yetkisi söz konusu olmamalıdır.' (Kunter-Yenisey-Nuhoğlu,
Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Bası, s. 1425.) Bu görüş uygulamada da benimsenmiş ve düzeltilerek
onama ya da ıslah kararı verilmesinde bu iki temel şartın varlığı aranmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
İddianamede 'müşteki ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında müştekinin bilgisi dışında telefonun sesini
dışarıya aktardıktan sonra ses kayıt cihazı ile yapılan konuşmayı CD ortamına aktararak Aile Mahkemesine
delil olarak sunduğu,' şeklinde anlatılıp özel hayatın gizliliğini ihlal suçu olarak da nitelendirilerek sanığın
TCK’nın 134/1-2. cümlesi uyarınca cezalandırılmasının istendiği, Özel Dairece ise sanığın iddianamede
anlatılan eylemlerinin kanıtlanması hâlinde TCK’nın 134/1-2. cümlesindeki özel hayatın gizliliğini
ihlal suçunun yanı sıra, TCK’nın 132/3. maddesinde tanımlanan haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu
oluşturacağının kabul edildiği, sanığın vekili aracılığıyla S. Aile Mahkemesine hitaben düzenlenmiş
08.08.2012 tarihli dilekçe ile katılan aleyhine boşanma davası açarak katılanla yaptığı ve gizlice kaydettiği
iddia edilen görüşme kaydını içeren CD’yi dilekçe ekinde sunduğu, eylem tarihi olan görüşme kaydını
içeren CD’nin S. Aile Mahkemesine sunulduğu 08.08.2012 tarihinde TCK’nın 134/1-1. cümlesinde suçun
yaptırımının 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası olduğu, maddenin 2. cümlesindeki hâlde ise cezada bir kat
artırımın düzenlendiği, TCK’nın 132/3. maddesi kapsamındaki suçun yaptırımının ise 1 yıldan 3 yıla kadar
hapis cezası olarak öngörüldüğü anlaşılmakla, sanığın eyleminin TCK’nın 134/1-2. cümlesi kapsamındaki
özel hayatın gizliliğini ihlal ve/veya TCK’nın 132/3-1. cümlesi kapsamındaki haberleşmenin gizliliğini
ihlal suçlarını oluşturup oluşturmayacağının tartışılıp değerlendirilmesinin gerekmesi, bu suçlara ilişkin
davalara bakma görevinin ise eylem tarihi gözetildiğinde o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 5235 sayılı
Kanun’un 11. maddesi uyarınca asliye ceza mahkemesine ait olması, 5271 sayılı CMK’nın 7. maddesi
uyarınca da yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan
işlemlerin hükümsüz olması karşısında sulh ceza mahkemesince 5271 sayılı CMK’nın 4 ve 5. maddeleri
uyarınca görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla hüküm kurulması isabetsiz
olduğundan 1412 sayılı CMUK’un 308. maddesi gereğince mutlak kanuna aykırılık oluşturan söz konusu
hâlden dolayı Özel Dairece hükmün bozulmasıyla yetinilmesi gerektiği, CMK’nın 7. maddesi uyarınca
görevli olmayan sulh ceza mahkemesince yapılan işlemlerin hükümsüz olması nedeniyle bozmadan
sonra görevli asliye ceza mahkemesince yenilenmesi mümkün işlemlerin yeniden yapılması diğer bir
deyişle yeniden yargılama yapılması ve eylemin hangi suçu ve/veya suçları oluşturup oluşturmadığının
tartışılıp değerlendirilmesi zorunluluğu bulunduğundan 1412 sayılı CMUK’un 322. maddesi uyarınca
'Yapılan yargılama sonunda yüklenen fiillerin kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğu anlaşıldığından,
sanığın CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine' denilerek davanın esasına hükmedilmek suretiyle
düzeltilerek onama kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararından düzeltilerek
onamaya ilişkin ibarenin çıkarılmasına karar verilmelidir.
…
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 14.03.2019 tarihli ve 465-209 sayılı
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)