YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 25.12.2018 tarihli ve 1422-695 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:46:05

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

-2
ÖZET: Yerel Mahkemece hükmün tefhim edildiği 29.06.2016 tarihli oturumda sanık M.’ye son sözü
sorulduktan sonra, sırasıyla inceleme dışı H. müdafisinden ve sanık A.’dan son sözlerinin sorulup,
sanık M.’ye yeniden son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim
edilmesi suretiyle CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı davranılmış ise de, Yargıtay Ceza
Genel Kurulunca bu dosyada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bir Yargıtay dairesi kararına yönelik
itiraz veya bir Yargıtay daire kararına karşı verilen direnme kararı incelemesi değil temyiz incelemesi
yapılması, sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılığın hükmün sanık aleyhine bozdurulması
için Cumhuriyet savcısına hak vermeyeceğine ilişkin hükümler içeren CMUK’un 309. maddesi, her ne
kadar inceleme konusu hüküm Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmemiş ise de anılan usul
hükmünün kıyasen hükmün katılan veya diğer kimseler tarafından temyiz edildiği hâller bakımından
da uygulanabilmesinin önünde hukuki bir engel olmaması, sanık M. ile kendisinden sonra son sözleri
sorulan inceleme dışı sanık H. ve sanık A. arasında menfaat çatışmasının bulunmaması ve ilk derece
mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince sanığın beraatine karar verilmesi
karşısında, lehine olan hususları ileri sürmesinin güvence altına alınması amacıyla kendisine sağlanan
son sözün sorulmasının, dosyadaki delil durumu ve bir sonraki uyuşmazlık konusuna ilişkin Ceza
Genel Kurulunca verilen karar gözetildiğinde, sanığın daha lehine bir durum doğurmadığı gibi beraat
kararına herhangi bir etkisinin de bulunmadığı gözetilerek, kendisine son söz hakkı tanınmadan
beraat kararı verilmesinin, sanık M. hakkındaki hükmün sırf bu nedenle bozulmasını gerektirmediği
ve anılan hükmün esastan incelenebileceği kabul edilmelidir.
…
Sanık M.’nin beraatine karar verilmesi nedeniyle, CMK’nın 290. maddesi de gözetilerek, hazır bulunan
sanığa son sözünün sorulmaması hususunun bozma sebebi yapılıp yapılmayacağı ve bu bağlamda
hükmün esasının incelenip incelenemeyeceği,
İncelenen dosya kapsamından,
Sanık M. ve müdafisi, sanık A. ve inceleme dışı sanık H. müdafisinin hazır bulunduğu 29.06.2016 tarihli
oturumda, sırasıyla sanık M. müdafisinden, sanık M.’nin, inceleme dışı sanık H. müdafisinden ve sanık
A.’nın son savunmalarının sorulduğu, sonra hazır bulunan sanık M., inceleme dışı sanık H. müdafisi ve
sanık A.’nın son sözlerinin sorulduğu, hazır bulunan sanık M.’ye son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son
verilip hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’un 251. maddesiyle benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nın 'Delillerin
tartışılması' başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında, 'Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa
verilir.' düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa
verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma
hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının
kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’un 251. maddesinin son
fıkrasındaki, 'Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi
olup olmadığı sanığa sorulur.' şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanunun’da yer almamasının nedeni,
aynı yöntemin yeni kanunda kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki 'Hükümden önce
son söz hazır bulunan sanığa verilir.' ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Öte yandan, 1412 sayılı CMUK’un, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla
uygulanması gereken 309. maddesi, 'Maznunun lehine olan hukuki kaidelere muhalefet, maznunun
aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet Müddeiumumîliğine bir hak vermez.', 5271 sayılı CMK’nın
290. maddesinde de, 'Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık sanık aleyhine hükmün bozdurulması
için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez.' şeklinde hüküm altına alınmıştır. CMK’nın 290. maddesinin
gerekçesinde ise, 'Cumhuriyet savcısı gerçeğin araştırılması amacına yönelik veya kamu yararına ilişkin
olmayan, yalnızca sanık yararına kabul edilmiş hukuk kuralının uygulanmaması, eksik veya yanlış uygulanmış
olması nedeniyle hükmün sanık aleyhine bozulması için temyiz yoluna başvuramaz.' denilmiştir. Bu
düzenlemeler uyarınca Cumhuriyet savcısı, amacı yalnızca sanığın hak ve menfaatlerini korumak olan
bir hukuk kuralının ihlal edilmiş bulunması durumunda sanığın lehine olan bu ihlali ileri sürerek, temyiz
yoluna müracaat edip hükmün sanık aleyhine bozulmasını isteyemeyecektir.
Her iki hüküm de sanıkların haklarını korumak ve lehlerine doğmuş olan bir durumun, aleyhlerine
olacak şekilde ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla kabul edilmiş olup, maddedeki 'Sanık yararına'
sözcüğünün, sanığa ek savunma hakkı verilmemesi, önceden kendisine tebliğ olunan iddianamenin
sorgudan önce okunmaması örneklerinde olduğu gibi 'Sadece sanık yararına konulmuş olan', 'Hukuki
kaideler' ibaresinin ise 'Usul hükümleri' olarak anlaşılması gerektiği öğreti ve uygulamada kabul
edilmektedir. Sadece sanık yararına değil, aynı zamanda kamu düzenine veya yargılamanın işleyişine
ilişkin usul kurallarının ihlali hâlinde bu hüküm uygulanmayacaktır. Yalnız sanık yararına kabul edilmiş
usul kurallarına aykırılık hâlinde sanık aleyhine bir netice meydana gelmişse Cumhuriyet savcısının
hükmü sanık lehine temyiz etmesinin önünde herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır.
CMK’nın 290. maddesinde her ne kadar sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılığın hükmün
aleyhe bozulması için yalnızca Cumhuriyet savcısına bir hak vermeyeceği belirtilmiş ise de anılan usul
hükmünün, özellikle kanuna aykırılığın sanığın lehine verilen esas kararı etkilemediği durumlarda kıyas
yoluyla hükmü temyiz eden diğer kimseler bakımından da uygulanması gerektiği kabul edilmelidir. Zira
söz konusu usul hükmünün kıyas yoluyla genişletilmesi konusunda hukuki bir engel yoktur.
Sanık lehine hukuka aykırılıkların hükmün bozulmasını gerektirip gerektirmediği konusunda,
20.05.1957 tarihli ve 5-13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında,
'Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada kanuna muhalefet kâfi
olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün
bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK’nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın
yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden
olmadığı...',
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 tarihli ve 124-155 sayılı kararında, 'Ceza Muhakemeleri
Usulü Yasasının 308. maddesi dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından aykırılığın son karara
etkisi olup olmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının
da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın
uzamasından başka bir işe yaramayacaktır.' sonucuna ulaşılmıştır. Ceza Genel Kurulunun 28.02.2012 tarihli
ve 294-64 sayılı ile 19.02.2013 tarihli ve 1464-61 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.
Öğretide de,
'Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar
verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun
için aykırılığın karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği
kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır.' (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9.
Bası, s. 529),
'Ceza muhakemesi normları iki çeşittir. Çoğunluğu oluşturan normların amacı hakikatin araştırılmasıdır.
Azınlıkta olanlar, şüpheden yararlanması gereken sanığın lehine kabul edilmişlerdir. Hakikatin araştırılması
için ve dolayısı ile sanık dâhil herkesin yani toplumun lehine kabul edilmiş norma aykırılık elbet bozma nedeni
olacaktır. Fakat sadece sanık yararlansın diye konulmuş norma aykırı hareket edildi diye sanık aleyhine
bozmanın amaca ters düşeceği açıktır.' (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi
Hukuku, Onaltıncı Bası, Beta Yayınevi, İstanbul 2007, s. 1427),
'Sanık lehine olan kaidelere aykırılık, son kararın sanık aleyhine bozulması için hak vermez. Örneğin,
sanık beraat etmişse karar sanığa son söz verilmedi diye bozulamaz. Son sözün sanığa verilmesinin sebebi,
kendi lehine bulup çıkaracağı bir delil ile lehinde karar verebilmektir. Burada en lehe karar verildiğine göre, son
söz verilmemiş olması daha lehe bir durum doğuracak değildir.' (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku
Dersleri, Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, Sulhi Garan Matbaası s. 209),
Şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Görüldüğü gibi öğretide genel olarak hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık
hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni yapılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.
(Aynı yönde Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611, Feridun Yenisey, Duruşma
ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184, Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443, Baha Kantar, Ceza
Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365, Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi Kuruluş ve İşleyişi, Adalet Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1967, s. 82-83, Nur Centel-Hanife Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, s. 751, Yener
Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, 2.cilt s. 361, Veli Özer Özbek-M. Nihat Kanbur-
Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, s. 719).
Hükmün esasına etkisi bulunmayan yargılama hukukuna ilişkin aykırılıkların temyiz incelemesi
aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce tek başına bozma nedeni yapılması Anayasa’nın 141.
maddesinin dördüncü fıkrasındaki, 'Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir.' şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına, yeni
yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 'Adil yargılanma
hakkı' başlıklı 6. maddesinde yer alan, 'Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse
cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve
tarafsız bir mahkemece davasının makul süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini
istemek hakkını haizdir.' şeklindeki düzenlemenin ihlali anlamına gelecektir.
Bu bilgiler ışığında, sanık M.’nin beraatine karar verilmesi nedeniyle, CMK’nın 290. maddesi gözetilerek,
hazır bulunan sanığa son sözünün sorulmaması hususunun bozma sebebi yapılıp yapılmayacağı ve bu
bağlamda hükmün esasının incelenip incelenemeyeceği değerlendirildiğinde,
Yerel Mahkemece hükmün tefhim edildiği 29.06.2016 tarihli oturumda sanık M.’ye son sözü
sorulduktan sonra, sırasıyla inceleme dışı Hatice müdafisinden ve sanık A.’den son sözlerinin sorulup,
sanık M.’ye yeniden son söz hakkı tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim
edilmesi suretiyle CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı davranılmış ise de, Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca bu dosyada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bir Yargıtay dairesi kararına yönelik itiraz veya
bir Yargıtay daire kararına karşı verilen direnme kararı incelemesi değil temyiz incelemesi yapılması,
sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılığın hükmün sanık aleyhine bozdurulması için Cumhuriyet
savcısına hak vermeyeceğine ilişkin hükümler içeren CMUK’un 309. maddesi, her ne kadar inceleme
konusu hüküm Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmemiş ise de anılan usul hükmünün kıyasen
hükmün katılan veya diğer kimseler tarafından temyiz edildiği hâller bakımından da uygulanabilmesinin
önünde hukuki bir engel olmaması, sanık M. ile kendisinden sonra son sözleri sorulan inceleme dışı sanık
H. ve sanık A. arasında menfaat çatışmasının bulunmaması ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama
yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince sanığın beraatine karar verilmesi karşısında, lehine olan hususları ileri
sürmesinin güvence altına alınması amacıyla kendisine sağlanan son sözün sorulmasının, dosyadaki delil
durumu ve bir sonraki uyuşmazlık konusuna ilişkin Ceza Genel Kurulunca verilen karar gözetildiğinde,
sanığın daha lehine bir durum doğurmadığı gibi beraat kararına herhangi bir etkisinin de bulunmadığı
gözetilerek, kendisine son söz hakkı tanınmadan beraat kararı verilmesinin, sanık M. hakkındaki hükmün
sırf bu nedenle bozulmasını gerektirmediği ve anılan hükmün esastan incelenebileceği kabul edilmelidir.
…
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 25.12.2018 tarihli ve 1422-695 sayılı
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)