YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 17.01.2019 tarihli ve 319-22 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:51:35

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

Kanun yolu
MADDE 258. - (1) 256 ncı maddeye göre verilecek hükümlere karşı Cumhuriyet savcısı, katılan ve 257
nci maddede belirlenen kişiler için istinaf yolu açıktır.
Suç konusu olmayan eşyanın müsaderesi
MADDE 259. - (1) Suç konusu olmayıp sadece müsadereye tâbi bulunan eşyanın müsaderesine sulh
ceza hâkimi tarafından duruşma yapılmaksızın karar verilir.
Kanun yollarına başvurma hakkı
MADDE 260. -(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu
Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan
sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
(2) (Değişik: 18.06.2014-6545/73 md.)358 Ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları,
ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ceza mahkemelerinin, bölge adliye mahkemesinde
bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına
başvurabilirler.
(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.
KARARLAR
-1
ÖZET: Kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü nedeniyle hakkında yakalama kararı bulunan sanığın,
yapılan ihbar sonucu 08.08.2010 tarihinde kolluk görevlilerince ikametinde yakalandığında, kimliğini
ibraz etmesinin istenilmesi üzerine, üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ancak, İ.Ç. adına düzenlenmiş
nüfus cüzdanını görevlilere ibraz etmesi nedeniyle açılan kamu davasında, İ.Ç.’nin sanık tarafından
ele geçirilerek üzerinde fotoğraf değişikliği yapılan nüfus cüzdanını kullanma ihtimalinin kalmaması
ve bu kimlikle yapılacak işlemler dolayısıyla sürekli sorumluluğunun doğacağı tehdidi altında
bulunması nedeniyle katılan sıfatını alabilecek şekilde suçtan doğrudan doğruya zarar gördüğü
kabul edilmelidir.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar,
1-Sanığın eyleminin resmî belgede sahtecilik suçunu mu, yoksa resmî belgeyi bozma suçunu mu
oluşturduğunun,
2- Resmî belgede sahtecilik suçunu oluşturduğunun kabulü hâlinde, atılı suçun sabit olup olmadığının
belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, sanığın, fotoğrafını
değiştirerek kullandığı nüfus cüzdanının sahibi olan İ.Ç. katılan sıfatını alabilecek şekilde suçtan zarar
gören olarak davadan haberdar edilmemesi ve yokluğunda hüküm kurulması hâlinde, gerekçeli kararın
tebliği sağlanmadan temyiz incelemesi yapılmasının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekmektedir.
...
Sanığın, fotoğrafını değiştirerek kullandığı nüfus cüzdanının sahibi olan İ.Ç. katılan sıfatını alabilecek
şekilde suçtan zarar gören olarak davadan haberdar edilmemesi ve yokluğunda hüküm kurulması hâlinde,
İ.Ç. gerekçeli kararın tebliği sağlanmadan temyiz incelemesi yapılmasının mümkün olup olmadığı,
Mağdur, Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, 'haksızlığa uğramış kişi' olarak tanımlanmaktadır.
Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. TCK’nın
hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek
bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır.
Mağdurun belirlenmesi, suçun unsurlarının veya nitelikli hâllerinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin
tespiti ile özellikle TCK yönüyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının çözümü
konusu başta olmak üzere birçok ceza hukuku hükmünün doğru ve isabetli uygulanabilmesi açısından
önemli olmasına rağmen, TCK’da ve diğer kanunlarımızda mağdurun bir tanımı yapılmamıştır. Öğretide de
kabul olunduğu üzere kanun koyucunun bu tercihi öncelikle kapsayıcı bir tanım yapmanın zorluğundan
kaynaklanmakta, diğer taraftan kavramın bazen dar bazen de geniş yorumlanmasına duyulan ihtiyaç bu
yönde bir tercihi zorunlu kılmaktadır.
358
28.06.2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 18.06.2014 tarihli ve 6545
sayılı Kanun’un 73. maddesi ile değiştirilen fıkra metni,
'(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin,
ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza
mahkemelerinin, bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı
kanun yollarına başvurabilirler.' biçimindedir.
Mağdur kavramı gibi kanunda açıkça tanımlanmamış olan 'suçtan zarar görme' kavramı ise, gerek
Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında, 'suçtan doğrudan doğruya zarar
görmüş bulunma hâli' olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların,
davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 08.11.2016
tarihli ve 830-412, 03.05.2011 tarihli ve 155–80, 04.07.2006 tarihli ve 127–180, 22.10.2002 tarihli ve 234–
366 ile 11.04.2000 tarihli ve 65–69 sayılı kararlarında, 'dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı
vermez' şeklinde açıkça belirtilmiştir.
Mağdur ile suçtan zarar gören kavramları aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle
her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı
suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp, toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir.
(Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı,
Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289, İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217, Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8.
Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106 - 107)
Mağdurun kim olduğunun belirlenmesinde öncelikle madde metnine bakılmalı, madde metninin
yeterli olmadığı durumlarda hükmün konuluş amacı, suçun düzenlendiği yer gibi hususlar birlikte
değerlendirilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın belgede sahtecilik suçlarının düzenlendiği madde metinlerinde suçun
mağdurunun kim olduğuna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesi, belgede sahtecilik suçlarının hukuki
konusunun kamunun güveni olması ve bu suçların kamu güvenine karşı suçlar bölümünde düzenlenmiş
bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde, bu suçların mağdurunun toplumu oluşturan bireylerin
tamamının, diğer bir ifadeyle kamunun olduğunun, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi
hâlinde bu kişinin mağdur değil, suçtan zarar gören olacağının kabulü gerekmektedir. Aksinin kabulü
hâlinde, birden fazla kişiye karşı işlenmiş olan sahtecilik suçlarında hükmolunacak sonuç ceza miktarları
göz önünde bulundurulduğunda, 5237 sayılı TCK’nın 'Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi' başlıklı 3.
maddesinin gerekçesinde, 'Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen
kimseye uygulanacak ceza hukuku yaptırımlarının haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun
ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden
topluma kazandırılması söz konusu olabilir' şeklinde açıklanmış olan ölçülülük ilkesine aykırı davranılmış
olunacaktır.
Öğretide, belgede sahtecilik fiilinin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi hâlinde ilgili kişinin de
mağdur sayılacağı yönünde bir kısım görüşler (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Özel Kısım, Savaş Yayınevi,
Ankara 2007, s.205-206) olmakla birlikte, çoğunluk itibarıyla, bu suçların mağdurunun kamu olduğuna
ilişkin bir kabul vardır. (Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe,
Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı, 2012, s. 759).
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.04.2014 tarihli ve 397-202 sayılı kararında da, belgede sahtecilik
suçlarının mağdurunun kamu olduğu, eylemin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi hâlinde bu
kişinin mağdur değil suçtan zarar gören konumunda bulunduğu belirtilmiştir.
Bu bağlamda kimliği ele geçirilip tahrif edilen kimlik sahibinin, bir daha o kimliği kullanamayacak
olması, kendi kimlik bilgilerine göre düzenlenmiş kimliğin başkası tarafından kullanılarak birtakım
işlemler yapılması ve bu şekilde sürekli mesuliyeti doğacağı tehdidi altında bulunması nedeniyle kimliği
fail tarafından ele geçirilip tahrif edilen kişinin gerçekleştirilen eylem ve sonuçlarından doğrudan doğruya
zarar gördüğü kabul edilmelidir.
Öte yandan, temyiz mahkemesince bir temyiz davasının görülebilmesi için, temyiz kanun yoluna
başvuru hakkı bulunanların tamamının kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması
kanuni bir zorunluluktur. Nitekim 5271 sayılı CMK’nın 'Kararların açıklanması ve tebliği' başlıklı 35.
maddesinin 2. fıkrasında, 'Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek
hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur' hükmü yer almaktadır.
Mağdur, şikâyetçi ve suçtan zarar görenin yargılama aşamasında öncelikle duruşmadan haberdar
edilmesi gerekmektedir. CMK’nın 234. maddesinde düzenlenen bu hakkın kullandırılmaması kanuna
aykırıdır. Kanun koyucu, CMK’nın 234. maddesine aykırı davranılması durumunda anılan hukuka
aykırılığın telafisine imkân sağlayacak şekilde bir düzenlemeye yer vermiş ve 'katılan sıfatını alabilecek
surette suçtan zarar görmüş olanlara' kanun yoluna başvurma hakkı tanımıştır. Bu hakkın kullanılabilmesi
için de yargılama sonucunda verilen kararın aynı Kanun’un 35. maddesi uyarınca mağdur, şikâyetçi veya
suçtan zarar görene tebliği gerekmektedir. Gerekçeli kararın tebliğ edilmesiyle suçtan zarar gören geç de
olsa davadan haberdar olarak kararı temyiz etme imkânı bulmuş olacaktır. Gerekçeli kararın tebliğinden
itibaren mağdur, şikâyetçi veya suçtan zarar görenin hükmü temyiz edip etmemesine göre de temyizin
kapsamı belirlenecektir.
Yerel Mahkemece duruşmadan haberdar olmayan mağdur, şikâyetçi veya suçtan zarar görene
gerekçeli karar tebliğ olunmamış ise temyiz aşamasında bu eksikliğin Özel Dairece 2797 sayılı Yargıtay
Kanunu’nun 40. maddesi uyarınca verilecek, uygulamada 'tevdi kararı' adı verilen kararla mahallinde
mahkemesince giderilmesinin istenilmesi gerekir.
Duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın
tebliğinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK’nın 260. maddesi uyarınca 'katılan
sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören' sıfatı ile temyizi incelenecektir. Tebliğe rağmen hükmün
temyiz edilmemesi durumunda ise Özel Dairece diğer temyiz talepleri kapsamında dosya incelenecek,
ancak CMK’nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar
verilemeyecektir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
Kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü nedeniyle hakkında yakalama kararı bulunan sanığın, yapılan
ihbar sonucu 08.08.2010 tarihinde kolluk görevlilerince ikametinde yakalandığında, kimliğini ibraz
etmesinin istenilmesi üzerine, üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ancak, İ.Ç. adına düzenlenmiş nüfus
cüzdanını görevlilere ibraz etmesi nedeniyle açılan kamu davasında, İ.Ç. sanık tarafından ele geçirilerek
üzerinde fotoğraf değişikliği yapılan nüfus cüzdanını kullanma ihtimali kalmaması ve bu kimlikle
birtakım işlemler yapılarak sürekli mesuliyeti doğacağı tehdidi altında bulunması nedeniyle katılan
sıfatını alabilecek şekilde suçtan doğrudan doğruya zarar gördüğü ve bu sebeple davadan haberdar
edilmesi zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi
durumunda ise, CMK’nın 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan adı geçen
şahsa Aynı Kanun’un 35. maddesinin 2. fıkrası gereğince gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak
somut olayda sözü edilen kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan
haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakkı kullandırılmayan ve haklarını korumanın
başka bir yolu da bulunmayan adı geçen şahsın, kanundan kaynaklanan hakkını kullanabilmesi amacıyla
Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, gerekçeli kararın kendisine tebliği sağlanarak
temyiz süresinin başlatılması, kararın adı geçen şahıs tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz
davasının sadece Cumhuriyet savcısının temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması, İ.Ç. tarafından temyiz
edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp
temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir.
Ancak bu aşamada İ.Ç. sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemesi suretiyle katılma
ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı gerekçesiyle bozulmasına karar verilmesi mümkün
görülmemiştir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire bozma
kararının kaldırılmasına, B. Asliye Ceza Mahkemesinin 23.11.2011 tarihli ve sayılı hükmünün, davadan
haberdar edilmeyen ve suçtan zarar gören İ.Ç. tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.12.2016 tarihli ve 398 sayılı kararı ile Yargıtay 21. Ceza Dairesinin
kapatılması nedeniyle aynı karar uyarınca bu Daireye ait işlerin devredildiği Yargıtay 11. Ceza Dairesine
gönderilmek üzere dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmelidir.
Ulaşılan sonuç karşısında, sanığın eyleminin resmî belgede sahtecilik suçunu mu, yoksa resmî
belgeyi bozma suçunu mu oluşturduğunun ve resmî belgede sahtecilik suçunu oluşturduğunun kabulü
hâlinde, atılı suçun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konuları bu aşamada
değerlendirilmemiştir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 17.01.2019 tarihli ve 319-22 sayılı
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)