YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 16.05.2019 tarihli ve 422-430 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:54:15

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kanun yararına başvurması
MADDE 310. - (1) 309 uncu maddede belirtilen yetki, aynı maddenin dördüncü fıkrasının (d)
bendindeki hâllere özgü olmak üzere ve kanun yararına olarak re’sen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
tarafından da kullanılabilir.
(2) 309 uncu madde gereğince Adalet Bakanlığı tarafından başvurulduğunda bu yetki, artık Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından kullanılamaz435.
Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri
MADDE 311. - (1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü
lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:
a) Duruşmada kullanılan ve hükmü etkileyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa.
b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü
aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa.
c) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, hükümlünün neden olduğu kusur dışında, aleyhine ceza
kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmada kusur etmiş ise.
d) Ceza hükmü hukuk mahkemesinin bir hükmüne dayandırılmış olup da bu hüküm kesinleşmiş
diğer bir hüküm ile ortadan kaldırılmış ise.
e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan
delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun
hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.
f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki
protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları
434
Yukarıdaki kararlarda kanun yararına bozmaya ilişkin hukuki açıklamalar bulunduğundan, tekrardan kaçınmak adına bu
kararın yalnızca özetine yer verilmiştir.
435
19.12.2006 tarihli ve 26381 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı
Kanun’un 26 ncı maddesiyle bu fıkrada yer alan 'Adalet Bakanı' ibaresi, 'Adalet Bakanlığı' olarak değiştirilmiştir.
Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması436 veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda
düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının
kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.
(2) Birinci fıkranın (f ) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular
üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır.
KARARLAR
-1
ÖZET: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazda sanıklar ve katılanın cep
telefonlarından alınan sinyallerin suç yerinden gelmediğinin tespit edildiği belirtilmiş ise de bu
delilin sanıklar hakkındaki incelemeye konu mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onandıktan
sonra ortaya çıktığı, CMK’nın 311/1-e maddesindeki 'Yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız
başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha
hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte
olursa...' şeklindeki düzenleme karşısında söz konusu bu yeni delilin yargılanmanın yenilenmesi
yoluna başvuru sebebi olabileceği, itiraz kanun yolu aşamasında değerlendirilemeyeceğinin kabulü
gerekmektedir.
…
İtiraznamede belirtilen beş ayrı eksikliğin dördü dosyada mevcut olup bunların karar yerinde
değerlendirilmemesinin CMK’nın 230/1-b maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı,
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından mahkeme kararlarının
'gerekçe' bölümü üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 'Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar' başlıklı 230. maddesinin
1. fıkrası
'Madde 230 - (1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi,
bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça
gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi, bu hususta ileri
sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62 nci Maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara
göre cezanın belirlenmesi, yine aynı Kanunun 53 ve devamı Maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine
veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek
güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.'
şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen
fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının
belirtilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun
açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin
belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve kanuni olması
gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun
amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek,
tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkan sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında
zorunluluk bulunmaktadır.
436
31.07.2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 25.07.2018 tarihli ve 7145
sayılı Kanun’un 18. maddesiyle bent metninde yer alan 'tespit edilmiş olması' ibaresinden sonra gelmek üzere 'veya ceza
hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon
sonucunda düşme kararı verilmesi' ibaresi eklenmiştir.
Öte yandan, hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi
uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/7 ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g maddeleri
uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır.
Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek
anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini
etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir. (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000,
§ 33.) AİHM, mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve
temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete
uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6. maddesinin
ihlali olarak nitelendirmektedir. (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85.)
AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin
kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir.
(Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, §
50, Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68.) Bu bağlamda, temel hak
ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık
beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline
veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi
olduğunu vurgulamaktadır. (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28, S.N./İsveç, B. No:
34209/96, 2/7/2002, § 44.)
Bunun yanı sıra AİHM, derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek
zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık
ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir. (Boldea/
Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30, Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27.) Zira
mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan 'kararlarını hukuken geçerli
hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama' yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir.
(Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33.)
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi
amaçlamakta, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde
incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı
kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır. (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34.)
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır.
Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna
etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla
doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. (Sencer
Başat ve diğerleri, § 35.)
Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında
'ilgili ve yeterli bir yanıt' vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların
cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir. (Sencer Başat ve diğerleri, § 39.)
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
5271 sayılı CMK’nın 230/1-b maddesinde açıklandığı gibi Yerel Mahkemece, hükmün gerekçe
kısmında hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin neler olduğunun belirtilmesi ve bunun
dayanaklarının geçerli, yeterli ve kanuni olacak şekilde gösterilmesi bir zorunluluk olmakla birlikte söz
konusu leh ve aleyhe delillere makul bir gerekçe ile cevap verilmesi şartının oluşması için bu delillerin
davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması gerekmektedir. Bu kapsamda Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının itirazına konu sebepler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, kolluk görevlilerince olay yerindeki
delillerin tespitine yönelik iki ayrı tutanak tutulduğu ve ikinci tutanağın gerçeği yansıtmadığı gibi oluşu
da desteklemediği belirtilmiş ise de söz konusu tutanaklarda katılan M.İ.’ın iddiasını destekler şekilde olay
yerinden ip ve paslanmış bıçağın ele geçirildiğinin yazıldığı ve söz konusu tutanakların özünde benzer
nitelikte olduğu, suçta kullanılan ip üzerinde yapılan incelemede, söz konusu ipin suçta kullanıldığına
ilişkin ciddi şüphelerin bulunduğu ve yine suçta kullanılan kola şişesinin suç tarihinden sonra üretilmiş
olduğunun tespit edildiği ileri sürülmüş ise de katılan M.İ.’a yönelik yağma ve kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma suçlarının 31.08.2006 tarihinde işlendiği, olay yeri tespitinin ise 28.11.2007 tarihinde
yapıldığı, dolayısıyla olayın üzerinden çok uzun zaman geçmiş olması nedeniyle söz konusu şişenin daha
sonradan buraya konulmuş olabileceği, ayrıca katılanın olay yerinde birden çok şişe olduğunu beyan
etmesi karşısında olay yerinden alınmayan başka bir şişenin suçun işlenmesi sırasında kullanılmasının
mümkün olduğu, olay yerinden ele geçirilen ipin ise suç tarihinden inceleme tarihine kadar bu şekilde
kalıp kalamayacağının net olarak tespit edilemediği, sanık A.’in baskısı üzerine katılan M.İ. tarafından
devredildiği iddia edilen aracın noter satışının, katılanın iddia ettiği zaman dilimi ile uyuşmadığı belirtilmiş
ise de noterdeki işleme başlama zamanı ile imza atma zamanının her zaman aynı olmayabileceği, araya
zaman diliminin girmesinin mümkün olabileceği hususları ile dosyadaki diğer deliller göz önünde
bulundurulduğunda, itiraznamede ileri sürülen söz konusu delillerin davanın sonucunu değiştirebilecek
nitelikte olmaması ve sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesinde bir etkisinin bulunmaması
nedenleriyle Yerel Mahkemece bu delillere neden itibar edilmediğinin belirtilmemesinin 5271 sayılı
CMK’nın 230/1-b maddesine aykırılık teşkil etmeyeceği, Yerel Mahkemenin sanıkların mahkûmiyetlerine
ilişkin gerekçesinin yasal ve yeterli olduğu kabul edilmelidir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan 21.09.2016 tarihli itirazda sanıklar ve katılan M.İ.’ın cep
telefonlarından alınan sinyallerin suç yerinden gelmediğinin tespit edildiği belirtilmiş ise de bu delilin
sanıklar hakkındaki incelemeye konu mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onandıktan sonra ortaya
çıktığı, CMK’nın 311. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendindeki 'Yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız
başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir
cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa' şeklinde
düzenleme karşısında söz konusu bu yeni delilin yargılanmanın yenilenmesi yoluna başvuru sebebi
olabileceği, itiraz kanun yolu aşamasında değerlendirilemeyeceğinin kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.
437
...
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 16.05.2019 tarihli ve 422-430 sayılı
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)