YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 26.03.2019 tarihli ve 102-266 sayılı

Başlatan İçtihat, 04 Şubat 2021, 20:54:45

« önceki - sonraki »
avatar_İçtihat

Temyiz sebebi
MADDE 307 – Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur.
Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi kanuna muhalefettir.
Kanuna muhalefet halleri
MADDE 308 -Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır:
1 - Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,
2 - Hâkimlik görevine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,
3 - Makbul şüpheden dolayı hakkında red talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hâkimin
hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme
iştirak ettirilmesi,
4 - Mahkemenin kanuna muhalif olarak dâvaya bakmağa kendini görevli veya yetkili görmesi,
5 - Cumhuriyet savcısı yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,
6 - Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,
7 - Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi,
8 - Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararı ile müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması.
KARARLAR
-1
ÖZET: 765 sayılı TCK’nın 497/2. maddesi uyarınca cezasının alt sınırı 20 yıl olan ve CMK’nın
zorunlu müdafiliği kabul ettiği nitelikli yağma suçundan yapılan yargılamada, hüküm tarihi itibarıyla
yürürlükte bulunan CMK’nın 150/3, 151/1 ve 188/1. maddeleri uyarınca, duruşmada kanunen
mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar müdafilerinin yokluğunda, sanıklara yeni bir müdafi
görevlendirilmeden ya da oturum ertelenmeden yargılamaya devam edilerek hükmün tesis ve tefhim
edilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunduğu ve bu durumun CMK’nın 289/1-e
maddesi ile karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 308/5. maddesi uyarınca
hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olduğu, bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemece verilen
hükümlerin, incelemeye konu olan beş sanık yönünden de diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına
karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Temyizin ve direnmenin kapsamına göre inceleme sanıklar F.Ç., E.A., M.C.B. Y.B. hakkında nitelikli
yağma suçundan verilen beraat kararları ile sanık M.E.B. hakkında iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçundan
kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlıklar,
1- Sanıklar E.A., F.Ç., Y.B. ve M.C.B.’ye atılı nitelikli yağma suçunun sabit olup olmadığının,
2- Sanık M.E.B.’nin eyleminin iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçunu mu yoksa nitelikli yağma suçunu
mu oluşturduğunun,
Belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, Yerel
Mahkemece nitelikli yağma suçundan yargılanan sanıklar E.A., Y.B. ve M.C.B.’nin müdafileri hazır
bulundurulmaksızın hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından,
Sanıklar hakkında nitelikli yağma suçundan açılan kamu davasında, sanık F.Ç.’in Av. U.K.’ye, sanık
M.E.B.’nin Av. Y.Y.’ye, sanık E.A.’nın Av.Y.Ö.’ye, sanık M.C.B.’nin ise Av M.A.Ö.’ye vekaletname verdiği, sanık
Y.B.’e de baro tarafından zorunlu müdafi olarak Av. A.Ç.’nin atandığı,
Sanık E.A. müdafisi olan Av.Y.Ö.’nün Av. T.E. adına 19.12.2012 tarihli yetki belgesi düzenlediği, Av.T.E.’nin
Yerel Mahkemeye sunduğu 21.03.2013 tarihli dilekçeyle 21.03.2013 tarihli oturuma mesleki mazereti
nedeniyle katılamayacağını, bu nedenle mesleki mazeretinin kabulü ile duruşma gününün başka
bir tarihe ertelenmesini talep ettiği, Yerel Mahkemece bu talep hakkında herhangi bir değerlendirme
yapılmaksızın sanıklar E.A., Y.B. ve M.C.B.’nin müdafilerinin hazır bulunmadığı 21.03.2013 tarihli oturumda
sanıklar E.A., F.Ç., Y.B. ve M.C.B.’nin nitelikli yağma suçundan beraatlerine, sanık M.E.B.’nin ise değişen suç
vasfına göre iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçundan mahkûmiyetine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli
veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine
adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü, ceza yargılamasında savunma,
yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün
doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı,
susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını
isteme, duruşmada hazır bulunma gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Savunma, Anayasa’nın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de
savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da
anayasal güvence altına almaktadır.
Savunma hakkı, uluslararası belgelerde de değerine uygun yerini almıştır. Bunlardan, İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi’nin 11/I, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşma’nın 14/3-b-d,
Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi’nin 6/3-b-c maddeleri sanığın müdafiden
yararlanması konusunda açık düzenlemeler getirmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrasında, üst sınırı en
az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya
sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına
alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 21.
maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan
fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası
gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası
gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
5271 sayılı CMK’nın'Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden
yasaklanma' başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında,
'(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz
olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka
bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi
oturumun ertelenmesine de karar verebilir' düzenlemesi yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak
da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun’un 2.
maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine
atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 'Duruşmada hazır bulunacaklar' başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası,
'Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu
müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır' şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun’un
zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması
şart koşulmuş, 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin
5. maddesi ile bu fıkraya 'Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam
edilebilir' cümlesi, 24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 96. maddesi ile de 'mazeretsiz olarak' ibaresinden sonra gelmek üzere 'duruşmaya
gelmemesi veya' ibaresi eklenmiştir.
Ceza muhakemesinde 'derhal uygulama' kuralı geçerlidir. Bu ilke gereğince, bir usül işlemine o
sırada yürürlükte bulunan hukuk kuralı uygulanır. Usul Kanunlarında yapılan değişiklikler, yasa yürürlüğe
girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine
geçmişe yürümezler.
5271 sayılı CMK’nın 'Delillerin tartışılması' başlıklı 216. maddesi,
'(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet
savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına,
sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına
cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir' biçiminde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli
ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı
Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya
'Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez' cümlesi
eklenmiştir.
1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması
gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka
kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet
savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma
yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi hâlinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca
yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup Yerel Mahkeme
hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca
karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/3. maddesine göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıkların müdafileri hazır bulunmaksızın
beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir.
Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK’un 308/8. maddesi
uyarınca mutlak bozma nedenidir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,
765 sayılı TCK’nın 497. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezasının alt sınırı 20 yıl olan ve 5271 sayılı
CMK’nın zorunlu müdafiliği kabul ettiği nitelikli yağma suçundan yapılan yargılamada, hüküm tarihi
itibarıyla yürürlükte bulunan CMK’nın 150. maddesinin üçüncü fıkrası, 151. maddesinin birinci fıkrası
ve 188. maddesinin birinci fıkrası hükümleri uyarınca, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması
gereken sanıklar E.A., Y.B. ve M.C.B.’un müdafilerinin yokluğunda, adı geçen sanıklara yeni bir müdafi
görevlendirilmeden ya da oturum ertelenmeden yargılamaya devam edilerek hükmün tesis ve tefhim
edilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunduğu ve bu durumun 5271 sayılı CMK’nın
289/1-e maddesi ile karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 308/5. maddesi
uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olduğu, bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemece
verilen hükümlerin, incelemeye konu olan beş sanık yönünden de diğer yönleri incelenmeksizin
bozulmasına karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme kararına konu hükümlerinin, duruşmada kanunen mutlaka hazır
bulunması gereken sanıklar E.A., Y.B. ve M.C.B.’un müdafileri hazır bulundurulmaksızın hüküm tesis ve
tefhim edilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
   YARGITAY CEZA GENEL KURULU, 26.03.2019 tarihli ve 102-266 sayılı
Mesele yorum yapmakta değil, Mesele o yorumu gerekçelendirmekte. ÖKC (Özgür KOCA)

Benzer Konular (10)